< Melami bir kumarbazın günlüğünden uyarlanmıştır.>


Son Oyun 


“Kötülüğü kendimde topladım, insanlara iyiliği gösterebilmek için.”

Sabah ezanı henüz okunmamıştı. Karanlık, sokağa hakimiyetine son vermemişti, hafiften çiseleyen yağmur hızlanmış sokak lambasının altında gölcük oluşturmuştu. Dalgacıklar meydana getiriyordu. Bu dalgalanmalarda ışıkların dansında dostu "Billy The Kid"in kıpırdayan kirpiklerini gördü, aldığı son nefesleri vermekte zorlanıyordu. 
“Üzülme dostum, dedi kumarbaza. Çok da “yaşamda”  olmak zorunda değiliz.” 

Yorulmuştu, kaldırım taşına oturdu, ayaklarını öfkeyle su birikintisine vurdu.
“Hadi, dedi Ey yaşam benimde cesedimi yıkasana!”

Başının üzerindeki gölgeyi hissetti zavallı simitçi yine tam zamanında yetişti, diye düşündü.
“Al, dedi simitlerini ama bu gün çok tuhaf gözüküyorsun yoksa… yoksa yenildin mi?”
Soruyu duymamıştı bile cebinden buruşuk bir ellilik uzattı.
“Hasılat iyi yani abi, yine yoldun kerizleri.”
“Kapa çeneni simitçi, üstü kalsın, dedi. Hazırda yoksa bana bi taksi çağır.”
“ Var abi, boksör burada, müşteri bile almadı seni bekliyor.”
“Pislik herif beni neden bekliyormuş?”
“ Kumarbaz tuhaf adam, onu korumam lazım diyor.”
“Kimden koruyacakmış beni sersem?”
“ Sordum… seni senden koruyacakmış, anlamadım ama öyle diyor.”, “ Ha birde zam mı yaptın anlaşmaya, ellilik verdinde?”
“O ekstra, anlaşma aynen devam iki simit bir yirmilik, kaybettiğimde simitler ve yol parası senden. Hem sen ne meraklısın hep kendine yontmaya.”
“ Kızma be abi sadece sordum.”

Arka koltuğa oturduğunda dikiz aynasından sürücü koltuğundaki boksöre baktı, hep aynı soruyu sormasına bu kez fırsat vermedi:
“ Ölüler şehrine çek!” 
“Emin misin? Bak üstün başında ıslak.” Neden sormuştu ki, sevgi mi tiksinti mi anlam veremedi, dikiz aynasından gözleriyle onayladı “eminim”. Yol uzundu yine aynı muhabbet yine aynı sorular gelecekti başını karanlığa çevirdi.
Bu şehrin sokakları benim için neden bu kadar güvenli, hiç haramisi yok mudur? Bir köşeden bir insan azmanı çıkıp sıksa şu yüreğimi, nefesimi kesse ya da bir gulyabani karanlığın en zifirisinde çökse üstüme, yaşamın en anlamsız hallerinde boğsa beni.
“ Masaların kralı diyorlar.”
“Bir daha böylesi gelmez, çelik gibi sinirleri var, karşısındakine ölü gibi bakar.”
“ Sanki adamın beyninin içine sızıyor diyorlar”
“ Yenme hırsıyla oturuyorlarmış karşına.”
Dikiz aynasından bir kez daha boksöre baktı. “ Hiç susmaz mı bu adam.” diye düşündü.
“ Onda öyle bir zeka var ki başbakan olacak adam diyorlar.”
“ Kesin kazandıklarıyla kat yat almıştır.”
“ Ülfet’in mekanında çektiğin varyeteden bahsediyorlar, hani adamın attığı kartı havada yakalayıp kapatmışsın ya “ bilirsem masanın iki katı bilemezsem beş katı demişsin ya” millet onu konuşuyor nasıl bildi diye.
“ Ha şeytanın Ankara şubesi diyen de var sana.”
“ Kumarbazın girdiği yere şeytan girmez, diyorlar.”
Opera meydanına gelmişlerdi, taksici bir anda sessizliğe gömüldü, aynadan bakışları kesişti kumarbazla.
“Hayırdır niye sustun?”
“ Susmadım aslında… buraya geldiğimizde hep aklıma takılıyor, Çankırı Caddesi kestirme olduğu halde ordan neden geçmek istemiyorsun onu düşünüyordum.”
“ Ha aslında ben de sevmem orayı, taksiye başlamadan önce oradaki batakhanelerde fedailik yaptım.”
“ Bakma sen İsmet Paşa Mahallesi’nin  adı çıkmış, asıl olay tam ters taraftaydı, anladın…”
“Benimde namım vardı o alemde haaa. Tanker, derlerdi bana, bi kafa bi kroşe… tanker çarpmışa çevirirdim adamı.”
“Sonra birden yeni yetmeler türemeye başladı alemde, bi sıkımlık canları vardı bebelerin ama belliki sahipleri karanlığın dibiydi.”
“ Ayıkdım usta çok adam harcadılar, bıraktım o işleri taksiye geçtim.”
“ Yakında Kızılay’a da zıplar bunlar.”
  “ Sen ne diyorsun zıplarlar mı?”
Başını camdan ayırmadan cavap verdi.
“ Meraklanma… çarıklılar olsa olsa Jantilerin köpeği olurlar.”
 “ Doğru söylüyorsun.”
“Bak usta madem laf açıldı, geçenlerde Maltepe’den birini aldım, herifte üst baş on numara tam fiyaka yani… cüzdanda kabarık belli şerefsizin. Az gittik… taksinin içinde kendi kendine bağırıyor çağırıyor,  yeri geliyor küfrün ucundan bize de dokunduruyor, anadın mı.  Dikizden bakıp söylüyorum “efendi ol” ıh..kime söylüyon tam Kuğulu’nun oraya geldik aga, düpedüz gitmez mi bana, bir de içeriye kusmaya kalktı. Tabii bende şalter attı, aldım aşağıya kılıksızı bir de falçata çekti bana. Bi kafa herif Perşembe pazarı, kroşeye bile gerek kalmadı. Baktım ne yazmış taksimetre aldım cüzdanından, fırlattım gerisini üstüne, bir de yüzüne tükürdüm anadın mı.”
“ İyi halt etmişsin.”
“ Af buyur anlamadım.”
“Yok bi şey.”

“ Geldik hangi kapıya gideyim?”
“Yediye git.”
“İyi de açılmadı ki orası.”
“ Ne soruyorsun git dedimse git, sana mı düştü kaygısı.”

Taksiden atlayıp karanlığa daldı, taksi metreyi kapatayım mı diyen boksorün sesiyle geriye baktı. 
“Açık kalsın turla sen,” dedi. Boksörün okkalı “Pis serseri, onulmaz kumarbaz ta cehennemin dibine git.”,sesini az yükseltti “ İstersen ben de geleyim, pek tekin değil buraları.”
“ İstemez, Billy var.”
“ İyice kafayı sıyırdı zibidi manyak, gir sen de yat lan mezarın birine… kurtulsun bu şehir.”

 Küfrüne bile aldırmadan duvardan atlayıp kendisini şehrin sakinlerinin yargısına bıraktı. Yağmurun hızını iyice artırmıştı,  Asuman’ ın mezarının dibine çöktü, geleceğin falını anlattı ona. Sessizce bir Fatiha okumak için ellerini açtığında öfkeli ve sitemliydi Asuman.
“Hayır. dedi kabul etmiyorum Fatihanı. Hiç hayra alamet değil bu söylediklerin.”
Eliyle mermerlerine tutundu, kalkmak istedi, dizleri titriyordu.
“Sende mi dedi, sende mi benden nefret etmeye başladın?”
Sakinler ayağa kalkmıştı şimşeğin her çakıntısında kefenleri parlıyordu. Tepede yan yana yatan ebeveynlerine baktı, yüzleri asıktı. Kabir ahalisi, onun söylediği kötülüğün ve isyanın şarkısını duyuyorlardı.
Birkaç adım daha attı, sendeledi… söyledikleri huzur şehrinin keyfini mi kaçırmıştı, mezar başlıklarına tutuna tutuna sevdiğinin mezarına ulaştı.
“Ah! Zeynep dedi. Bu şehrin insanları günahlarımla  geldim, diye mi çıldırdı? Asuman’a uğradım o da sitem doluydu, araladığım günahların arasından tertemiz duamı bile kabul etmedi.
Hatırlıyorsun değil mi onu hani amcam SSK hastanesinde yatarken birlikte ziyaretine gitmiştik, yer yokluğundan bir kızcağızı yanındaki yatağa yatırmışlardı. Zaten kendinde değildi “ms” hastasıydı.
Orda kemanınla bir parça çalmıştın, hatırlıyor musun, bende elini tutmuştum Asuman’ın. Kulağına sözlerini fısıldıyordum.”

“Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer.
Bu sesimle ona ersem bana dünyaya değer.
Ne yazık ki deniz engin, şu ufuklar ölgün.
Bin elemle doğuyor her yeni gün.”

“Asuman kemanının tınısına tepki vermişti, “duyuyor musun bizi” dediğimde gözlerini kırpmıştı. Keman sesine gelen hemşire bile bize “sus” işareti yapmaktan vazgeçmişti. İşte o Asuman, senin yeni komşun.
Senden ayrıldıktan sonra ziyaretine gittim, sanırım ölüm iyileşmesi dönemiydi. Sesimden tanımıştı, zor konuşuyordu, ilk sorusu ne oldu biliyor musun?”
“ Kemancı nerde?”

Üzerindeki mektuplara ilişti gözü, “Bak, dedi mektuplar ıslanmış. Son yazdığım mektubu getirmemiş postacı, iyi yapmış… yarın getirir umarım hafta sonu sana okurum, çok güzel şeyler yazdım.”, “Şimdi eve gitmeliyim, duş alıp biraz uymaya çalışacağım tabii beynimdeki ucubeler izin verirse, sonra yine gün doğacak kaybolduğum yaşamın kenarında nesnesi olmanın rolünü oynayacağım… Bilsen o kadar zor ki .”

Billy omuzuna dokundu, “Hadi dostum bu kadar yeter, gitmelisin.”

Bir kez daha baktı Zeynep’in mezarına,
“Hadi Allah rahatlık versin.”

“İyiliği azaltma! Kötülük; azalan iyilikten çıkar, dedi ölülerin bilgesi. Işığın azalmasıdır, karanlığın ortaya çıkmasını sağlayan.”

Sırılsıklam olmuştu, boksörün uzattığı peçetelerle kurulanmaya çalışıyordu, gözetlendiğini hissetti, aynaya baktı. Boksör tiksinti, acıma, öfke karışımıyla kendisine bakıyordu.
“ Sana bir şey soracağım dedi kumarbaz, ama doğruyu söyleyeceksin yoksa anlarım.”
“ Benden nefret mi ediyorsun?”
Gözlerine baktı kumarbazın, işte tam istediğim fırsatı verdi, diye düşündü. Kusmanın tam sırası…
“ Evet, dedi nefret ediyorum, pisliğin tekisin sen. Acımasızsın, kötülük içini karartmış senin.”
Donuk bakışlarındaki “zavallı böcek” acıyışını göremedi taksici, devam etti.
“ Manyaksın sen, çok can yakıyorsun koca koca adamların ocağına incir ağacı dikiyorsun ve bundan da zevk alıyorsun, lanet bi kumarbazsın. Jantiler bile senden daha merhametli.”
Daha devam edeyim mi dercesine gözlerine baktı.
“ Söyle söyle içinde ne varsa dök bakalım.”
“Psikopatın kralısın, gece vakti mezarlığa geliyorsun, bazen birkaç camii geziyorsun elin yüzün ıslak geliyorsun. İki simide yirmilik veriyorsun onu da hiç yemiyorsun. Bazen gecekondulara çektiriyorsun beş dakka kaybolup nefes nefese geliyorsun, ama değişmeyen tek şey şu bakışların.”
“ Nasıl bakıyor muşum?”
“ Ölüm gibi… zayıf ve cılız olmasan seni arabaya almaya ben bile korkarım. Bazen daldığında bili mili bir şeyler söylüyorsun, sen hakkaten ruh hastasısın.”, “ Meraklanma yakında ya kendine ya da birilerine sıkarsın.”

Gözler bir kez daha dikiz aynasında birleşti, tehditkardı.
“Hadi dostum, dedi  Billy. Ne bekliyorsun, indir şu serseriyi.”
Boksörün gözlerinin derinliklerine baktı.
“ Sen polislikten mi atıldın, pavyon fedailiğine başlamadan önce?”

Uzun ve ani fren sesi ortalığı yırttı, arabanın arkası kayarak kaldırım taşına sürtünerek durdu. Boksör, sağ kolunu yandaki koltuğun arkasına hırsla tutunarak arkasına döndü, nefesi sıklaşmıştı. Yüreğindeki öfke gözlerine vurmuştu, bağırdı:
“ Sen nerden biliyorsun?”derken kenarları köpüklenen dudakları öfkeden titriyordu.
“ Elin, dedi. İki de bir olmayan tabancanı arıyor belinde.” Boksör sıkıntıdan dudağını ısırmıştı, indirip gecenin karanlığında boğazını sıkıp çöp konteynerinin kenarına bırakmak istedi kumarbazı, sonra vazgeçti. Karşısındakinin “tilki”lerin en kurnazı olduğunu biliyordu.
“Bu Allah’ın belası bu kadar kolay tongaya düşmez. Yapmıştır hesabını…” diye düşündü.
“ Benim kötülüklerimde kendini buluyorsun değil mi, yüzleşmek istiyorsun benim üzerimden kendinle ve alay etmek benimle aklınca. Sadece senin sır kitabının kapağını okudum, sakın beni içini okumak zorunda bırakma, zorlama beni. Masama yanaşmaya çalışma, benden uzak dur. Anladın… Boksi.”
Kısa çatışmadan gereken uyarıları almıştı, ilk defa hak verdi kumarbaza isteksizce doğru söylüyordu, “Bana ne ki.”
“ Eve mi camiiye mi?”
“ Eve… camii yok bu gün.”

İple çekiyordu hafta sonunu, gidip özür dileyecekti, yaptığı yanlışı düzeltmeyi umuyordu. Zaten hep öyle olmamış mıydı. Kendisi hep kırar, Zeynep affederdi, zordu ilişkileri nasıl oluyor da katlanıyordu kendisine şaşıyordu. 

“Mezar Konuşmaları”

Sıklamen almıştı, Zeynep’in en sevdiği çiçekti, bayılırdı görüntüsüne her zaman çığlık atarak boynuna sarılırdı. Ne çok şey affettirmişti şu siklamen.
“ Aşkım dedi ben geldim, bak sana ne getirdim. Barıştık mı… Gelirken Asumana da uğradım onunla da barıştık. “ Neydi o günkü halin, dedi.”Biraz utandım, neyse ki tatlıya bağladık. Kendisine şarkımızı söyledim, mırıldanıp eşlik etti.

“Bak son yazdığım mektubu açmamışsın, okumamı ister misin?”

“ Sevgili Zeynep,
Sana söz verdiğim gibi yaşamaya çalışıyorum, kendine iyi bak dedin “ iyi bakıyorum”.  Evim tertipli ve tertemiz. Yemeğimi düzenli yiyorum, yürüyüşümü ihmal etmiyorum, kitap okuyor ara sıra gezmelere bile gidiyorum.
Kumar mı… hiç bir zaman tutamadığım “söz”. Yaşam felsefem, beni ayakta tutan ondan vazgeçemiyorum. Neyse…
Hatta sevdiğin kurabiyeden bile yapıyor karşıma resmini koyup karşılıklı çay keyfimizi yapıyorum.
Sevgili Zeynep seni çok özledim, öpüyorum.”
Serserin


Biliyor musun Zeynep geçenlerde ne oldu?
Çalıştığım yerin çay ocağını Yozgatlı Mevlüt diye biri almıştı, garibanmış, yalvar yakar taşra siyasetinden birilerini takmış peşine, azda şark kurnazlığı var ya hepsinde bitirmiş işi. Çalışmaya ilk başladığında öyle mazlumduki, başını bile yukarı kaldırmazdı çay dağıtırken. Allah var iyi çay yapıyordu. İspanyol paça pantolanları hep kendinden önde giderdi, altında beyaz çoraplar topuklu ayakkabının içinde. Kırmızı yeşil arası bir gömlek hiç değişmezdi önlüğünün altında. Az sarkık bıyıkları, harman olduğu yiğitliğini anlatır gibiydi. Saçlarını sağa sanki tutkalla yapıştırmış gibi, hiç yerinden oynamazdı. Çıkarken arkasından bakardım bir beden büyük ceketi bile sayılan kaburga kemiklerini saklayamıyordu. Sonra bana kaçamaklarla garip bakışlar atıyordu.

Ama az hareketlerinden işkillenmeye başlamıştım, yanılmamışım…

Kanı az bitlendi… önce İspanyol paçalar gitti, sonra beyaz çoraplar. Spor takılmaya başladı. Çıkışta taktığı kara “rayban” gözlükler, giydiği kara lastiklere isyanını bana anlatır gibiydi. Sonra yatık saçları kabardı, sarkık bıyıklar ortadan kalktı. Ezilen Anadolu’nun izlerini silmeye çalışıyordu.
Değişmeyen tek şey yarı açılı düğmelerin kapatamadığı kıllı göğsünün üstünde parıldayan kalın altın zincir boynuna vurulmuş mahkumiyetini bağırır gibiydi.

“ Ulan cahil! Sen dönüşümün zihinsel ilkel ürünüsün.”

Günah gecelerinde gözüme takılmaya başladı. İki masa ötemde “ Ulan bu bizim çaycı Mevlüt değil mi?” bakışlarıma, kaçamak gözleriyle bana diklenir gibiydi.
Ah mevlüt küçük yaşamların, küçük günahlardan bile arınmaya birikimi olmayan zavallı yiğitim. Canından can verdiğinde bu topraklara; “Vatan sağolsun!” diyecek kadar vakar ve onurlu yoldaşım, şeytanın attığı ufacık kırıntılarda ne çabuk kaybediyor kendisini.

Acımak mı…asla!

Şark kurnazlığını zeka sandı aptal! Kursağından çalarak şişirdiği ceplerini günah gecelerinde boşalttı cambazlara. Dizini kırıp oturmuş Hatçesinin ya da Ayşesinin dibindeki sabilerin rızkını hoyratça savurmaya başladı. İt’in eli, bol ekmek gördü ya…
Ahdettim!... Seni oturtacağım karşımdaki kazığa, dedim kendi kendime. Sana iyi bir ders vermek boynumun borcu oldu. Salak zokayı çok çabuk yuttu…

Cin olmadan şeytanlığa mı soyundun karşımda…
Tabiki soyup soğana çevirdim, hem de donuna kadar, öyle böyle değil kallavi birde senete boğdum ki artık nefes alamaz. Kalkamadı… hüngür hüngür ağladı adam oldum diye geçinen pislik, yalvarırcasına bir yol parası istedi, utanmazca.
“ Hadi canım… anca gidersin topukla!”

“Ah  Zeynep!... Her tarafım yaralı benim iyileşememki.”

“Şu aptal filozof “ Zaman; süreksiz anlar dizisidir.” demiş ya. İyiliği ya da kötülüğü yaratmak sürekliliği kanıtlamıyor mu. “An” yeni bir eyleme gebedir, doğurgandır. Öyle olmasaydı kurtuluş umudu vaat edemezdi bu hayat.”

“Bu eylemin çirkin çocuğu “Mevlüt”. Bundan eminim üzerinde yürüyeceği zamanda “kötülükler üretmeye devam edecek. Kime acımalı bilmem ki, ona mı ondan etkileneceklere mi? Sen rahat ol Zeynep. Buna izin vermeyeceğim…”

“ Ah sevgili Zeynep! Hep savurgandım değil mi ben, sen ise hep benim arkamı toplayandın. Yoruldun vazgeçtin toplamaktan ve ebedi huzuru seçtin.”
“Bak şimdi yaşamımın kendisini savuruyorum artık, ve ne kadar kolay harcıyorum tüm içimde biriktirdiklerimi. Na’solsa her şey “beleş” verilmemiş miydi. Beden sermayem tükensin, bitsin istiyorum. Biliyorum burda bile seni üzüyorum.”

“Zeynep sana itiraf etmeliyim, o geceki öfkem aslında birazda korkudan kaynaklanıyordu.  Garip bir şey oldu, sanki seni bana sormak isteyen biri gibi geldi…neyse baştan anlatayım.
Öğle paydosundan sonra iş yerine dönmüştüm, asansör bekliyordum. Sonra bir bayan kapıda belirdi, doğruca merdivenlere yöneldi. Yanımdan geçerken bana bakmadan “Asansör bozuk beyefendi” diye seslenişini duydum. Oysa  A 4 kağıdına yazılmış “arızalı” yazısı tam karşımda duruyordu, nasılda fark etmemişim. Hele benim gibi biri…içimde gizlenen tüm alt duygulara fırsat çıkmıştı, ilk defa beynimle alay ettiler. 
“ Hani sen dikkat dersleri almıştın…günde en az iki saat iskambille antreman yapmadan sahalara çıkmam diyordun…aynada psikoloji derslerini tekrarlıyordun…falan filan.” Beynim karşı çıktı.
“Hayır dedi bu yaşta yaşlanmakta nesi, içindeki ayrık duygular ilk tökezlemende sana düşman mı kesilecekti.” Beynime duygularımdan intikam almaya o an söz vermiştim.” 
Ben de merdivenlere yönelmiştim. Birkaç basamak çıktğımda önümdeki o bayan duraksadı, hafifçe sendeledi, sol eliyle duvara tutundu. Kendisini tutmak istedim, sağ eliyle “hayır” dercesine elimi itti. Üzerinde uzunca bol bir giysi vardı, gözlerindeki irice kara gözlükleri bana doğru dönünce gördüm. Orta yaşlılığın giysisini seçmişti, oysa elleri dikkatimi çekmişti bakımlı ve oldukça genç birinin tenine sahipti. Gizlediği gözlerinden içimin derinliklerine baktığını hissettim, görmediğim gözlerden sanki biraz ürkmüştüm.
“ Yakınlarda birini mi kaybettiniz?” Vay düzenbaz, sana mı ulaşmak istiyordu.
“ Hayır!”dedim sertçe.
“ Öyleyse bana yine yalan söylediler.” İkinci kez mi beni gaflette yakalamıştı, bu farklı bir şeydi. Sanki şeytanın ta kendisini etrafımda hissediyordum. 
“Ah! Gümüş yüzlüm, altın saçlım, mücevher gözlüm.” Sana ulaşmak isteyen bir hilebaz mıydı, ben buna izin verir miyim… 

“Hadi ben sonra yine gelirim. Eyvallah!”



Boksör pek ortalıkta gözükmüyordu, bir gece özellikle onu beklemişti. Arka koltuğa oturduğunda aynada göz göze geldiler. Belli ki bir sıkıntısı vardı.
“ Eve mi?”
“ Önce İskitler’deki camiiye uğrayacağız bu gün onun sırası, sonra da eve.”
Birkaç kez daha gözleri kesişti aynada.
“ Söyle dedi kumarbaz sıkıntın ne?”
“ Şu Yozgatlı dedi, senedi Jantilere vermişsin şişeye oturtmuşlar adamı, kolu kanadı da kırık…yani yanlış anlama bir hafta süre vermişler bitireceklermiş işini, geldi bana ağladı. Bi konuşsan diyorum Jantilerle.”
“ Karanlık her zaman bir ışık barındırır, çünkü karanlık ışıktan zuhur etmiştir tıpkı şimdi sendeki gibi.”
“ Anlamadım.”
“ Boş ver…”
“ Yardım etmeyecek misin garibana, hem çoluk çocuğu da perişan.”
Uzun uzun gözlerinin içine baktı baktı boksörün.
“ Tasalanma… şehir fazla geldi ona. Ya köyüne dönecek ya köyüne dönecek! Senette yasak şehrin belgesi olarak kalacak, az çeksin dürzü…annadın Boksi.”
Rahatlamıştı…
“ Çakozladım usta, haklısın az çeksin tabi şerefsiz.”
“ Usta geçen gün bir şey duydum, mekanlar çalkalanıyordu. İstanbul’dan profesyoneller gelmiş senin için, herifleri fena madara etmişsin “ “Yanık”ta yaktı, “kılıç”ta kesti diyorlar.”
“ Var mı öyle yedim ayağı biz Angara bebesiyiz… Anadın mı.”
“ Heriflerin kemiğini sıyırdı, diyorlar.”
“ Hoş geldin safa geldin Boksör…”
“Anlamadım!”
“ Boş ver.”
“ Namın ta İstanbul’a yürümüş.”
“Simitçinin bileği sargıdaydı, sen yapmışsın.”
“ Yok be Kumarbaz az şöyle tuttum işte, şakalaşırken.”
“ Parmakları mengene gibi diyor, bileğini çatlatmışsın.”
“ Evelallah öyledir.”

Tam tamlar çalıyordu gecenin kötü ruhları, savaş dansına çıkmış apaçilerin sevinç çığlıkları bir ölümü, bir yok oluşu müjdeler gibiydi. Dumanlar nefret yüklüydü mekandan mekana mesajlarında, çiseleyen ılık yağmurlar, zamanı kara soğukların başlangıcına terk etmişti…

“ Kumarbaz yenildi!...” “ Uzun’un işini bitirdi yeni yetme biri!”

 “Kumarbaz yenildi!...”  “Fena çizdiler karizmasını.”
 
“Kumarbaz yenildi!...” “ Efsane sona erdi.”

Elini çenesine dayamış, düşünüyordu. Gözleri dalmış işyerinden arkadaşı Şengül’e bakıyordu.
“ Ne bakıyorsun bana garip garip.” dedi Şengül hanım.
“ O elindeki su faturası mı?”
“ Evet, yatırmaya gideceğim şimdi.”
“ Ne kadar?”
“ Otuz beş de sanane bundan.” Bir elindeki faturaya, bir de Mehmet’in gözlerindeki anlama baktı. Ne demek istediğini anlamıştı.
“ Sermayen yine kalmadı mı?”
“ Iııh, bu gün yok.”
“ Bak yarın son gün, yoksa cezaya girer, zaten son param.”
“ Tamam anlaştık.”
“ Yarı yarıya tamam mı?”
“ Eyvallah fifti fifti.”
Buruşuk bir ellilik uzattı…
“ Bozdur, üstünü getir ha… ekmek param yok.”
Küçük kaybedişlerin büyük isyanını görme isteği bütün düşüncesini kaplamıştı “ ne ekmek parası” dedi kendi kendine, hırs uğruna yedin ya.

Karşısında oturan yeni yetmeye “ ölüm” gibi baktı, zangır zangır titriyordu. Ne halt etmişti de yok edicinin karşısına dikilmişti. Bunu şimdi anlıyordu, kurban pazarına sürüldüğünü. Kumarbaz bir kez daha baktı hayat dolu gözlere “ Bir affedici bekliyordu kurbanı son bıçağı çalmadan boynuna” Kumarbaz bunu okuyordu, tıfıl pişmandı, yeni düşüyordu buralara. Sonra simitçiyi düşündü, iki simit ve taksi parası ilk defa cebinden çıkacaktı. Kendisine ihanet edecek miydi…”evet” diye düşündü.

 “Acaba, dedi nasıl bir sevinç çığlığı atacak? Şu velet.”
Son kez tek kart istedi. Bakmadı bile karta, “kare as”ı yakaladığını çok iyi biliyordu. Bir bardak su istedi. Bir kez daha baktı ölüm gibi yüzüne, erimiş tükenmişti karşısındaki. 
“ Hey çocuk!” dedi elindeki kartları masadakilere karıştırırken.

“Yokum!”

Sessizce yerinden kalktı. Mekana adeta şok bombası düşmüştü, herkes birbirine bakınıyordu, anlamsızca ama bu nasıl olurdu, olsa bile kumarbazın “son”u böyle olmamalıydı, ihtişamlı bir masada can vermeliydi, en azından bunu haketmişti.

Arkasından davullar hazırlanmış “tam tam”lar çalmaya başlamıştı. Apaçiler dans ediyordu…

“Kumarbaz yenildi!” 

Kimse inanamadı tekrar tekrar sordular. “evet”dediler.

“ Kumarbaz yenildi!”

Ertesi gün bir başka yüzü görmek istiyordu, acaba ne diyecekti geçmişte epeyce “hasılat yarısı”
Bırakmıştı ona.
“Hadi ver bakalım bizim payı,” dedi Şengül hanım emindi.
“ Yok senin ellilik gitti.” Duyduğuna inanamadı.
“ gerçekten mi?”
“ Evet”
“ Tüh, senin Allah cezanı versin. Ben de yeni üst baş alacağım, diye seviniyordum.”
“ Vermiş ya daha fazlası mı var, varsa onu da versin.”
Keşke öyle cevap vermeseydim diye düşündü. Şengül’e kızmaya hakkı yoktu, İçten dost ve samimi idi. Çok yükünü çekmişti, sabahları aç gelmesin diye Memleketi Balıkesir’den gönderilen “kelle peyniri”nden payını ayırır, çok sevdiği acikosunu hiç eksik etmezdi.
“ Bitti mi len?” diye sorar ertesi yeni yapılmışını getirirdi.

Bu yolda yürümek ne zor…
Ah, dedi gerçekliğin ölçüsü. Kolay olsan herkes kendi yaşamını ölçerdi. Mekan olmasa zamanı ölçmek mümkün müydü? Aldığım her yol, arşınladığım kaldırımlar olmasa bu zamanı yaşar mıydım. Kaldırımlar siz suçlusunuz.

Geceyi düşündü yine masalara çıkacak mıydı, zaten sermayede yoktu. Yoksa utanmalı mıydı kendinden, harama batıp tutsaydı parasının hesabını yapacak bir muhasebecisi olurdu. Ayakları onu askerlikten arkadaşı banka müdürüne götürdü.
“ Bana biraz para lazım,”dedi. Arkadaşının ıkınıp sıkınmasını okudu anlaşılan onda kredisi yoktu.
“ Ya biliyorsun maaşında icra var senin, nasıl olacak bilemiyorum.”
“ Yok dedi öyle istemiyorum, ufak bi şey.”
“ ha…anladım sermaye yani ne kadar?”
“ Bi yüzlük yeter.”
Elini cebine attı, gıcır gıcır yüzlüğü uzattı, sonra hemen az geri çekti.
“ Yüzde elli tamam mı?” Ulan dedi kendi kendine bunların hepsi tefeci.
“Anlaştık.”

 Vay sahtekar bankacı, tek yönlü kötülüğümde o da yerini aldı. Bu dostluğa hatır mı biçilirdi. Hazırlık okulunda terleri birbirine karışmıştı. “Ter kardeşi” olmuşlardı, eh dedi alacağın olsun.

Gece uzun ben nasılsa eğlendim. Bankacıyla simitçi düşünsün… Yeni yetmeyi istemişti, önce bir dolu parayı üst üste dizdi “ Kumarbaz çok fena intikam alacak,” dediler. Aynı sahne, aynı senaryo tekrar oynandı. Şimdi rahatladın mı bankacı, uçtu senin mangırlar çok beklersin.

“ Kumarbaz bitik.”
“Yeni yetme yine fena salladı.”
“ Kumarbazda karizma falan kalmadı.”

Davullar zaten hazırdı, ortalık eğlence yeri… simitçi bile mızmızlandı, “ Ama dedi abi…olmuyor”.
Hangi takside olduğunu bile fark etmemişti, iki kere sorulduğunda fark etmişti, boksör değildi. Halbuki fırsat ayağına gelmişti, niye kaçırmıştı ki bunu.
“ Ulan dedi on yıldır aboneyim, her gün gönüllü haracımı veriyorum sana, iki gün yük çok mu geldi. Ulan simitçi.”

Üçüncü gün kumbarada biriktirdiği bozuklukları çıkardı, tümletti “ Eh, dedi bi yirmilik çıktı, iş görür.”
Masaya yine çaylağı da istedi. Kazandıkça kazanıyordu. Küçümseyen gözler yeniden hayranlığa döndü. Bir bardak su istedi, masadan kaçan kaçana…çaylağı bırakmamıştı. İntikam vakti geldi dedi. “Ama kendimden.”

Masanın hepsine bir kılıç tamam mı…
“ Tamam abi nasıl istersen.” Çaylağın kart söylemesine izin vermedi, kupa papazı senin tamam mı?”
Kartı kesti “ Dağıt” dedi ganyotocuya. İlk kart çaylağa idi.
Açıldı “ kupa papazı”. Kendinden de intikamını almıştı.
Yine davullar çaldı arkasından, “ Selası verilsin Kumarbazın” buyruldu…
Mekandan mekana selası verildi.

“ Kumarbaz öldü…” “ Kumarbaz öldü…” “ Kumarbaz öldü…”

Billy’i gördü, sokak lambasının direğine bir ayağını dayamış ıslıkla hüzünlü bir ezgi çalıyordu…
Arkasından kendisine seslenildiğini duydu, çaylaktı.
“ Abi dedi müsaade var mı?” gözlerine baktı, buralarda kalırsa gelecekteki acınası hallerini gördü.
“ Kaybol çocuk, dedi. Bu alem “yamyam” dolu.”

Gözleri simitçiyi aradı, ortalıkta yoktu. “ Anlaşılan tüydü, dedi”. Boksör taksisine yaslanmış, ona bakıyordu.
“ Dünkü bebe, selanı okutmuş senin bak duyuyor musun?”
“ Cenazeni kaldırmaya geldim, götüreyim sevabına…” Hava oldukça serindi ceketinin yakalarını kaldırdı, göğsünü kapattı, boksöre baktı.
“ Hadi ordan zibidi, sen kimsin ki bana iyilik yapacaksın.”
“ Kuyruğunu dik tutma, fena çizdiler seni aslanım.”
“ Hey Boksi! Taksimetreni aç, ta cehennemin dibine kadar git. Ödeyeceğim paranı “söz.” ”
“ Lan geri zekalı etraf ucube dolu, ham yaparlar seni gel götüreyim, diyorum.”
“ İstemez Billy var.”
“ Ruh hastası psikopat ney lan bili mili… yürü git lan “canlı cenaze” ”
Karanlığa doğru yola koyuldu, arkasından boksörün “ yine de severim seni” seslenişini belli belirsiz duydu. Islıkla çalınan hüzünlü bir türkü açtı dudaklarından…

İçimdeki dertlenmeleri gecenin zifiri karanlığında saklasam, usul usul adımlarımla sohbete başlasam bu şehirle yeniden tanısam yeniden okusak öykülerimizi birbirimize… “O benden şikayetçi, ben ondan.” Opera kavşağına geldiğini ferketti, sol tarafta Gençlik Parkı!nın kenarından uzanan yola baktı, sonra sağındaki İtfaiye Meydanına doğru çevirdi gözlerini “Hangisinden gitmeli” vazgeçti adımlarını Ulus’a doğru çevirdi artık bir kez daha yüzleşme vakti.
Ulus Meydanı’na gelmişti, Atatürk heykelinin silüeti görünüyordu, arkasında çarsı da olsa “Anafartalar”. Utandı, soğuk gecede yüzünü sıcak basmıştı, gençliğe hitabesini gençliğinde ezbere bilirdi.

“ Muhtaç olduğun kudret! Damarlarındaki asil kanda mevcuttur…”

Önünde uzanan Çankırı caddesi’ne doğru baktı, ortalık biraz karışıktı. Ağır adımlarla ilerlemeye başladı, çevreye bakmak istemiyordu, başı eğik önüne bakıyordu. Havada bir şey hissetti, bir bira şişesi tam önüne düşmüş paramparça olmuştu, kırılan cam parçacıklarından biri pantolonunun üzerinden hafifçe bacağına saplanmıştı. Soluna doğru baktı, kimse kendisiyle ilgilenmiyordu bile, neon ışıklarının önünde birkaç kişi bir kadına eziyet ediyordu. İçindeki komutan “ Hadi aslanım saldır!” diyordu. Ve saldırdı…
Işıklar mı hızlı dönüyordu, yoksa yıldızlar mı kayıyordu. Aralarında kalmıştı, her taraftan bedenine darbeler iniyordu, arada bir karşılık vermeyi düşündü, sonra vazgeçti bu onları daha çok kızdırabilirdi. Parıltılı bir demir parçasını boşluğundan yemek istemiyordu. Nasıl olsa yorulurlar dedi kapandı…
Kendini Roma Hamamı kalıntılarını çeviren taş duvarın dibinde buldu, üzerine baktı ceketi yoktu, gömleği de paramparça olmuştu. Başı dönüyordu, Billy’nin geldiğini gördü…alaycı bir tavırla yüzüne bakıyordu.
“ Hey! Billy, dedi. Yetimhanede çocukluğumun hayali kahramanı, büyürken içimde büyüttüğüm cesaretim “ Senin de canın Cehennem’e”.” Elini dudağına attı ilk kafayı yediğinde patlamıştı, burnu da sızlıyordu. Üzerindeki parçalanmış gömleği de kana bulanmıştı. Kalkmaya çalıştığında sırt üstü düştü,  YIBA çarşısı karşısında duruyordu  ama alev alev yanıyordu… Yanık ceset kokuları etrafa yayılıyordu.
Yetimhaneden arkadaşı Nuri’nin, duvara yapışmış cesedini görüyordu. On beşinde ilk onunla birlikte kumara başlamıştı, bahçe duvarını atlarlar karanlıkta kaderlerini aramaya çıkarlardı.
“ Oğlum dedi Nuri senden de bendende adam olmaz, gel gidelim gece meslek kurslarına, hiç olmazsa bir an önce işe gireriz üniversite bizim neyimize...”
İçindeki okuma sevgisi teklifini defalarca reddettirmişti. Kırk ikisi çocuk, Kırk dokuz can arasına katılmaktan son anda kurtulmuştu. 78’ in Mayıs’ıydı fakir umutların bahçelerinde filizlenen çiçeklerini yaktılar cayır cayır, onların bir “anma” günleri bile olmadı… “ Mekanları cennet olsun.”
“ Korkuyorum gardaş, diyordu Nuri. Bizi öldürecekler, gölgeler dolaşıyor etrafımızda.”
“ Ocak’tan yardım alırız kaygılanma sen.”
“ Yok gardaş, dedi bunlar “parkalı” değil, düzgün giyimli hayalet gölgeler.”

Son kez gazete küpürlerin de gördü onu, yanık bir kimlik parçası koyulmuştu.
“ Ah Başbağlar! Ah Madımak! Hep aynı eller yaktı, cayır cayır.” Hep yandım hep yıkıldım, Nobel ödüllü küfürlü geçmişim, altı yedi eylül kadar bile olamadım. 

“Meğer ben ne kadar zalimmişim…”

Gölgelerin kendisine yaklaştığını gördü, anlaşılan ikinci raunt başlayacaktı, duvara yaslanıp cenin pozisyonu aldı böylece darbelerden daha az etkilenirim diye düşündü.
“ Al, dedi bir ses elini yüzünü sil.” Kagıt mendil uzatıyordu, ona baktı kavganın öznesiydi. Yüzünü sildi, mendil de beyaz yer kalmadı, ikinci uzatılanı da aldı gözlerinin çevresini temizlemeye çalıştı.
“ Neden karıştın ki, bu benim her geceki kaderim.” Gömleğini düzeltirken ayağa kaldırmaya çalıştı, “Hayret dedi adamın ağzında alkol kokusu da yok, bu vakitte işi ne ki.” Ayağa kalkmıştı sırtını duvarların üzerindeki demirlere yaslayarak kendine gelmeye çalışıyordu.
“ Sol yanım sol yanım çok fena.”
Gömleğini tekrar sıyırdı kadın, dikkatlice baktı.
“Kaburga kemiğinin incinmiş herhalde meraklanma bıçak yarası yok.”
“ Adın ne senin?”
“ Çilli derler o kadar bil yeter. Ya senin…”
“ Bana da arada sırada “uzun” derler fazlası var ama sen boşver, karanlık orası.”
“İyi ya işte… beni de senin karanlığına süpürsene.”
“ Birazdan güneş doğacak, seni bırakmazlar bana.”
“ Olsun, biraz soluklanmış olurum.”
“ Ya şehir uyandığında…”
“ Gerçeğin neresindeyim bilmiyorum ama günahlarımdan da arınmak istiyorum. Ben kendime yıllardır soruyorum, “Bu karanlıkta hangi kapıyı çalmalı?”. Haklısın ucubeler eteklerimden çekiştirirken bunu nasıl yapabilirim. Neyse… fazla oyalanma Şalvarlılar fark ederse bu kez kurtulamazsın.”
Yalpalayarak yürümeye başlamıştı, epeyce aralanmıştı. Arkasından Çilli’nin bakışlarını hissediyordu, az sonra da sesi ulaştı.
“ Hey Uzun! Mendilini düşürmüşsün.” Başını bile çeviremedi.
“ Sonra alırım.” Çilli mendile baktı tertemiz ve kokuluydu, anlaşılan sevdiğinin hediyesi diye düşündü. Yine arkasından seslendi
“ Hey Uzun!.
“ Söyle.”
“ Sen iyi adamsın.”

Mahalle camisi uzaktan görünüyordu, ışıkları yanıktı. Anlaşılan az sonra sabah ezanını okuyacaktı İmam, müezzini yoktu. Rahatlama hissetti, bu sefer duvarından atlamayacaktı şadırvana yöneldi, Musluktan akan suyu her yüzüne çarptığında oluktan akan suların ışıltılarında kırmızılıkları gördü, hala her yeri kanıyordu. Dirseğini kaburgasının sol tarafına bastırarak üzerini düzeltmeye çalışıyordu.

Hemen yanı başından gelen bir homurtu duydu, başını çevirdiğinde “sakallı amca” kendisine yan gözüyle bakarak abdest alıyordu. Amentüsü yükselerek homurtusuna eşlik ediyordu. Belli ki kendisini çoktan yargılamış, kararını bildiriyordu. Ceketini omzuna atarken kalın kaşların altında kendisine bakan göz beyazlarının parlayan azgın bakışları farketti, yaşlı biri olmadığını anladı. Yanına kadar sokulmuştu, homurtu alenen tehdide dönüşmüştü.
“ Ulan pislik beynamaz kutsalımızı ne kirletiyorsun?” Şadırvanın seramiklerinden tutunarak ayağa kalkmıştı, ölüm bakışına bu kez yüzünün kanlı yaraları da eşlik ediyordu. Sakallı ürkmüştü, geriye doğru çekildi. Kumarbazın kolunu kaldıracak hali yoktu ama blöfünü karşıdaki yemişti.
“ Sen kendine bak mendebur, her gün beş vakit evinden buraya gelip hem sıçıp hem de bedava suyu kullanıyorsun. Bir kere de evinde yap hazırlığını. Bedavacı…” Sakallı merdivenlerin başında durdu, bir kez daha baktı yüzüne.
“ Pisliksin sen.”
 İçindeki komutan yine “ Hadi aslanım saldır.”diyordu. Yok dedi emre karşı geliyorum, saldırırsam “ musalla taşına” koyarlar beni. İmam da tabutumun başına geçer, basar tekmeyi… 
“Gömün bu şerefsizi”.
Sakallı caminin kapısından girerken bir kez daha baktı, anlaşılan ya imamdan ya imandan cesaret almıştı ağzının dolusu bağırdı.
“ Pislik!..”

“Meğer ben ne çok kirlenmişim.”

“ Ulan dedi “para getiren yatır” efsanesinin kahramanıyım ben.” Avlunun boş yerini göstererek. “Bilseniz aha şuraya türbemi dikersiniz. Adını da koyayım isterseniz “Kumarbaz Baba” türbesi.”  İsim çok hoşuna gitmişti içini bir kıkırdama kapladı, gülerken çok canı yanıyordu ama engelleyemiyordu. Avlu kapısından çıkarken cami kapısına doğru tekrar bağırdı.

“ Melamiyim ben!” “ Ne Tanrı’yı ne de iyilikleri mekana sıkıştırmam.” “ Tanrı’yı mekanlar da aramak içindeki imanı putlaştırmak değil mi?”  “Şeytan’ı taşla kovacağına inanan zavallı din hilebazları.”

Evine iyice yaklaşmıştı, ezan sesleri de duyulmaya başlamıştı. Gözleri kapısında yatan sokak köpeği “ Dostum” un kendisine doğru koştuğunu görünce biraz daha rahatladı.
“ Üzgünüm dostum dedi bu gün simit yok.”
Dostum acınaklı sesler çıkarıyordu anlaşılan kendisinin acı çektiğini anlamıştı kaldırıma oturdu, Dostum başını dizlerinin üstüne koydu, Dostum’ un ağladığını gördü. Kendisini tutamadı gözyaşları birbirine karıştı, sarılarak ağlıyorlardı.

Sabah hastanenin aciline gitti, kaburgasında iki kırık vardı, baş, yüz ve yanak içine on sekiz dikiş atıldı. Hafifte beyin sarsıntısı geçirmişti o gece müşahede de kaldı. On beş gün rapor verildi. 

Gerekmedikçe evden dışarıya çıkmadı. Yaşamı yeniden sorgulamaya başladı, içinde yaşadığı toplumdan nefret mi ediyordu yoksa seviyor muydu… karar veremiyordu. Zaman zaman aynaya bakıyor, şeytanca eylemler planlıyordu beyninden. Uzun süredir günlük tutuyordu, bir de iyilik ve kötülüğün ajandasını yazıyordu. Kötülük ajandasının tamamladığı sayfalarını bir önceki sayfaya tamamen yapıştırıyordu ve bir not düşüyordu arkasına “ Tanrı okuyacak”.
İyilik ajandası birkaç defteri doldurmuştu, iyilik meleğinin elleri taşıyabilecek miydi… tek tek sayfalarına baktı.  Sonra arkasındaki boş sayfaları yırttı, sadece boş bir sayfa bıraktı.
“Ey! Bilim insanları, iyilik adına ölüm kusan arayışlarınız ve ben “ Tanrı bize zekayı günah işlememiz için mi verdi?” 
“Şeytan olmasaydı insanlar Tanrıya inanır mıydı, yasak elma konulmasaydı oraya “tutum”u nasıl geliştirecektik.”
“Ey düşünmeyi zorunlu kılan Tanrım, ışığın olmasaydı ben bunu anlayamazdım.”
Yaraları iyileştikçe yüzleştiği gerçeği içini kanatıyordu. Zeynep’e yazdığı satırlarda buluyordu huzuru.

“ Sevgili Zeynep,
Seni daha fazla üzmeye hakkım olmadığını düşünüyorum, “huzur”unda huzursuzluk olmak istemiyorum. Sana yazdığım mektupların birikti, onları yollayacak kadar bile cesaretim kalmadı. Yolun sonuna geldiğimi hissediyorum. Düşüncelerimi ne beynim ne de ayaklarım taşıyamıyor. Kendi kendimin sniperı (keskin nişancı) olmanın vakti geldi. Ne olur beni affet!”
Mehmetin

Kendisine şanına yakışır bir “son” senaryosu hazırlıyordu, “son oyun”unu kaybetmeyi o kadar çok istiyordu. Her şeyden kurtulacaktı.  Senaryosunun sonunu tamamladı,  artık uygulama vakti…

Ertesi gün kuşluk vakti kapısı çalındı. Okuduğu kitaptan bakışlarını araladı, “ kim ki acaba?”diye düşündü. Kapıya yöneldi, “Boksör olmalı belki de Çilli’dir.” Kapı ikinci kez çaldığında açtı.

Düşüncelerinde iyiliği sağlamlaştıranlar, kötülüğe gidebilecek duygularını öldürmedikçe şeytanın tuzağına düşerler.

Karşısında bir kadın duruyordu, üzerindeki kıyafet yine dikkatini çekmişti.
“ Öyle sanıyorum hatırladınız beni?”derken sol eliyle sağ elindeki eldiveni çıkarıyordu, elini uzattı, yüzünde hala kara gözlükleri takılıydı.

“ Yakınlarda birini mi kaybettiniz?” sorusunu unutabilir miydi, hatırlamıştı. Asıl anlam veremediği burada ne işi vardı. İzin isteme gereği bile duymadı kapı aralığından içeriye girmişti bile. Etrafı inceliyordu. Mehmet’te odanın ortasında kalakalmıştı.
“ Tüm bu kitapları okudunuz mu kuzum?” derken kitapları inceliyordu, sanki eve defalarca gelmiş gibi rahat hareket ediyordu.
“Evet!”…
Masaya yöneldi Zeynep’e yazılmış mektupları gördü. Mehmet öfkelenmişti.
“ Dokunma onlara…” Ellerini iyilik ve kötülük ajandalarına yöneltmişti, Mehmet yine öfkeyle bağırdı.
“ Onlara da!…” Kadın bir anda tüm dikkatini karşısındakine verdi.
“ Seni Zeynep’e götürme mi ister misin?”, “Ya da senin geleceğine astral bir seyahate ne dersin?”
“Senin ne olduğunu anlamadığımı mı zannediyorsun, daha o ilk karşılamamızda anlamıştım senin ne mal olduğunu pis sürtük.”diye aklından geçirdi.
“ Bak kuzum buraya kartımı bırakıyorum, akşama bekliyorum.”derken kapıya yöneldi tam çıkacakken geriye döndü.
“ Ha… buranın enerjisi çok kötü.”
Seninde canın cehenneme dercesine arkasından kapıyı çarptı. Masadaki kartı alıp bakmadan yırtmak istedi, aynaya takıldı gözleri kendisine bakıyordu, gözünde hangi anlamın yüklü olduğunu anlamak istiyordu.  “ Hey Billy gel! Yeni bir karar verme zamanı.” , “ Ah, dedi öyle ya onu da cehennemin dibine postalamıştım.”

O akşam medyuma gitti. Kendisini bekliyordu, Re tahtasın da  karşısına oturttu, gözlüklerini çıkardığında, profesyonelliğin ötesinde şeytani parıltıları gördü, bunu bekliyordu. Yaralı izler taşıyan yüzü “ölüm bakışı”nı daha bir belirgin hale getirmişti. “Korku” bile korkmuştu ondan yanına hiç uğramıyordu.
“ Evet dedi bende seni arıyordum, lanet şeytan.”

Akşamlara gidiş çoğaldı, son şakrasından içeriye sızmaya çalışan medyumla zihninin karanlık kapıları arkasında oyun oynuyordu. Alay ediyordu onunla her zaman küfürlü düşüncelerini ona yöneltiyordu.

Mekanlar birbirine bangır bangır bağırmıştı “ Çakalların hükmü “Kurt” dönünceye kadar”dı. Kumarbaz fena döndü, farelerle artık oyun oynamıyor, “direk boğuyor. Ne aslan kaldı karşısında kaplan hepsini yok etmişti. Bir ara çaylağı sormuştu. O günden sonra gören olmdı dediler, yüzü ilk defa gülümsemişti “ Aferim akıllı çocuk.”
Masallar üretiyorlardı, efsaneler ayyuka çıktı. Şampiyon, Jantilerle İstanbul’da, İzmir’de, Antalya’da….

Bir gün boksöre haber saldı. “ Onunla işim var, gelsin.” Gelmek istememişti, zoraki getirildi. 
“ Baksi,bu  gece aynı vakitte beni alacaksın eskisi gibi.”

Aynı geldi Boksör, arka sağ kotuğa oturdu, elindeki çantayı ön sağ koltuğa bıraktı. Boksör dikiz aynasından yara izlerinin daha da korkunçlaştırdığı yüzüne bakıyordu.
“ Niye, dedi intikamını almıyorsun şalvarlılardan, her türlü güce eriştin?
“ Ben geçmişten intikam almam, geleceğimden alırım.”
“ Boş ver sen onu Boksi, Çilli’yi tanıyorsun… çaktırmadan dışarı çıkart ve bu çantayı ona ver, kağıtta yazılı adrese postala onu, korkmasın. Jantiler buharlaştıracak onu. Uzun’un selamı var de o anlar, sen de emaneti varmış de onu al.”
“ İyi de bu kadar merasime ne gerek varki gitsin Jantiler çöksün Şalvarlılara, el pençe divan durup Çilli’yi verirler zaten.” Çilli ile yüzleşecek gücü var mıydıki…
“ Karıştırma orasını bak bu zarfta senin.”
“ İstemem,” dedi sertçe Boksi.
“ Neden?”
“ Sen Şeytansın!..ben haram para yemem.”
“Henüz o kadar değil ama haklısın az kaldı. Yağmurlu geceyi hatırlıyor musun?”
“ Evet.”
“ İşte o gece benim işimi bitirecektin.”
“ Tezgah kurmamış mıydın?”
“ Yok be Boksi, “blöf”tü.”

Boksör mendille dönmüştü, Kumarbaz mendilin bir ucuna altın rengi simle “deniz yıldızı” işlendiğini gördü,bir deniz yıldızı daha denizine kavuşmuş kurtulmuştu.. İyilikler ajandasının bıraktığı son sayfasını da tamamlamış oldu.

Medyuma gidip gelmeleri de çoğalmıştı, uzaklardan gelen Billy’inin sesini duyuyordu. Yapma uzak ondan… Jantilerde sıkça uyarıyrlardı.
“ Şampiyon başına iş alacaksın. O, uluslarası  “Seçilmişler Gurubu”nun en alttaki ayak takımı… uzak dur ondan.  “Tehlike”
“Ah dedi şeytanı yakalamışken bırakır mıyım hiç?”

“Son Oyun”

Medyum onu çağırıyordu. “ Gel,dedi seni birileri ile tanıştıracağım, masa hazır.”  Geniş bir salona girdi, büyükçe bir masanın her iki yanınında üçer kişi oturuyordu, yüzlerine şöyle bir baktı. 
“ Eyvah! dedi Şeytanın ordusu.”  Medyumun kendine baktığını hissetti.
“ Arkadaşlar tanıştırayım, “Mehmet”. “ Mario tarafından onaylandı.”
“Billy, dedi nerdesin yardımına ihtiyacım var.” Billy büyük bir meydanın tam ortasındaydı, ayakta duruyordu.
“ Hey dostum dedi korkma.”
“Ama bunlar yedi kişi ben dört kişilik masadan fazlasına oturmadım ki.”
“Arkama geç seyret şimdi,  sakin ol, ellerin titremesin kalp atışlarını değiştirme, nefeslerin ölüm kokusunu almaya çalış hepsini sindiği yerde görürsün.”
Ortalık toz duman oldu, silahlar ardı adına ateşlendi. Billy meydanın ortasında kaskatı kesilmiş heykel gibi duruyordu, yanına gitti. Çevresinde yedi ceset yatıyordu, gözlerine baktı ince bir yaş süzülüyordu. 

“Yirmi bir oldu.”dedi.

Celse başlamıştı medyum masadakilerin düşünceleriyle kontakt kurmuştu. Kumarbaza beynine saldırıyordu.
“ Bırak kendini Allah’ın cezası sana Zeynep’i getireceğim.”
“ Şeytanın soyu sürtük, dedi yedi bana az gelir, daha psişiklerin yok muydu.” Kumarbaz masadaki bütün beyinleri tek tek ele geçiriyordu, beyinlerinin içine kusuyordu. Medyum geriye doğru kaykıldı, kumarbaza baktı, göz bebekleri büyümüştü.
“ Bu gece bu masadan sağ çıkamayacaksın.” Medyum içindeki “om”larını ortaya koydu, bir ritm tuttumuştu. Tam tamlar kötü ruhları çağırıyordu. Kumarbaz öfkelendi.
“Yapma…yapma,dedi. Masa dışından yardım alırsan yardım aldıkların seni kendilerinin esiri haline getirir.”
“ Yapma yalvarıyorum yapmaaa! Tamam dedi “yenildim” kabul ediyorum.”
Medyum daha da öfkelendi artık ne bedeninde nede beyninde kendisi yoktu. “Hey! Bak sana Zeynep’i getirdim.”
“ Hayır,dedi  Zeynep değil bu…”
Tüm elemantelleri salamanduraları  ateş, hava, toprak, su gnomeslerini çağırdı. Aptal filozofların modernizma adına uyarladıkları da doldurdu odayı.

“ Hey Billy!” diye arkasından seslendi biri.

Sokak karanlıktı, üstelikte inceden yağmur yağıyordu, cılız lambanın tam altında yakalanmıştı. Seslenişin tanıdık olduğunu biliyordu. Ama nefret ve ölüm yüklüydü. Aklından tüm ihtimalleri geçirdi, sağ eliyle sokak lambasını, sol eliyle de yere yatrken dönerek karanlığın içinden gelen kötülüğü yok edebilirdi. Ama vakti var mıydı…
Tek el silah sesi duyuldu. Cılız bedeninin iki kürek kemiği arasından sanki bir mitralyöz mermisi girmişti. Koca yüreğini parçaladı, göğsünden çıkarken kaburgalarının çatırtısını hissetti. Sağına dönük yüz üztü su birikintisine kapaklandı. Sağ gözü suyun içinde kaldı, sol gözünün kirpiklerine sıçrayan çamur kırıntılarından arınmak istercesine kirpiklerini oynatıyordu. Karın boşluğuna atılan son tekmeyi hissetmedi…ölmüştü. 

Kumarbaz masadan kalktı, “ Billy,” yardım et. Kendinde değildi, sendeleyerek trabzanlara tutunarak merdivenleri inmeye çalışıyordu,  dışarıya çıkıp nefes almak istiyordu. 
“Zeynep’e gitmeliyim, Zeynep’e gitmeliyim…” Evine nasıl geldiğinin farkında değildi, Zeynep’e yazdığı birikmiş mektupları topladı. Kendi sonunu yazdığı senaryaya ilişyi gözü, son sayfayı okumaya çalışıyordu. “Ama, dedi ben böyle yazmadım ki sonunu.”
 Mezarlığa gelmişti duvardan atladı “ ölüler ayağa kalkmış bir “diri”ye ağlıyorlardı. Asuman’a baktı arkasını dönüktü keman çalıyordu.

“ Kemanımla sana bir ses verebilseydi eğer.”

Zeynep’in mezarına geldiğinde ağlıyordu. “ Zeynep sana mektuplarını getirdim.”diyebildi.
“Beni affet…beni affet…”
“O, dedi o şeytanın soyu…”
“Beni kendine…”
“Aşık ettirdi...”

Tüm şehir sustu… Kumarbazın karanlıkta “ölüm şarkısını” dinliyorlardı.
( Son Oyun başlıklı yazı Erlik Aldacı tarafından 27.11.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.