Lüzum üzerine, esir düştüğüme biat
Bir kehanet dillendiriyorum:
Zamanın miadına inat
Aşkın epriyen rahlesinde
Buz tutmuş ön sözünde şehrin
Balyalarca aşkı kıyıyorum hiç uğruna
Şahikası olduğum yüreğin de firarını
Kutluyorum.
Doğum lekesi şiirin
Çok şirin bir hale
İçimdeki bayat aryaların efsane
dokusunda
Ben efsuni bir gölge
Kaptı kaçtı hangi aşksa
Çekilsin çok çok öteye
Ve umut deryalarında
Ve yosun tutmuş özlemlerin
Adam boyu yalnızlığına şerh düşüyorum
Şiir dilinde bir aşkın da inkılâbı
Belki de makûs talihin
Göreceli ihaneti
Surların dibinde sırlar saklı madem
Ak düşse de saçlara
Neye istinaden bunca vazgeçiş?
Köhne bir lahit
İçimdeki duvarda kurşunlar vızıldıyor
Cebi delik bir şiirin imgeleri
Kırıştırıyor
Rahmetin enginliğine müptela
Sır tutmuş aynaların
Ser veren yüzünde
Muhabbet tellağı adeta
O ürkünç gölgeler
Dibinde dehlizin
Firar etmiş bir bomba
İçimde suskunluğa boğulan
Çocuk kadar sıdkı sıyrılmış hangi
şiirse.
Şehirde voltalar atan güpegündüz
Bir aşkı sonlandıran
Oysaki gecenin lanetine bürünmüş ortalık
Ve kaos süregelen
Hulasası devingen suretlerin
Yanlı yansız onca vazgeçiş
Tetikleyen hazanı
Oysaki kışın tam da orta yeri
Ne baharın neşesi kaldı içimde
Ne yazın esen gürleyen meltemi.
Firar etse de hüzün
Baş tacı bildiğim günbegün
Seyrine doyamadığım
Sefil gönlümün sükûnunu dillendiren
Bir niyazda saklı içimin dilekleri
Ben ki şerh düştüm ömrün arka
bahçesine
Dumura uğrayan kaygılarımla uğurla
beni
Unutsan bile canından önemli mi,
azizim?
Ben ki şevk ile ölmeyi çoktan talep
ettim
Rabbimin indinde bir kuru heceyim
Takriben okumadığım hayallerin
Son perdesine tanıklık eden
Bir garip serçeyim
Aksarken ayaklarım
İçimdeki mayın tarlasında
Şehit düştü benim rüyalarım
Kenetlendiğim kadarım
Belki de kardığım şunca düşte
El pençe divan
Ben yorgun ve meftun aşkın
şeceresine…