Gözlerimi açmaya takatim yok. Göz kapaklarımı
zorlukla aralıyorum. Ne kadar çaba sarf ettim azıcık ışık görmek için… Sırt
üstü yatıyorum. Bir yataktayım. Üzerimdeki örtüyü, odanın tavanını karanlıklar
içinde hayal meyal seçiyorum. Güneşli bir gün ortasında güneş tutulması gibi
hal aldı odanın içi... Neredeyim ben? Karşımda annem ve babam ayakta
duruyorlar. Kaygılı, üzgün halleri yüzlerinden okunuyor. Benimle göz göze gelmekten çekinir halleri
var. Annem:
“Doktora
haber versek mi acaba?” Diyerek babama bakıyor. Karşımda sadece annem kaldı.
İçim yanıyor! Bir yudum suyu dünyalara değişmem. Konuşmak istiyorum. Boğazımdan
sadece anlamsız hırıltılar çıkıyor sessizce. Su içmeliyim. “Suuu suuu” diye
inlerken acaba sesimi duyurabildim mi? Ayrımında değilim.
Gözlerim
yine kapandı. Sesler duymaya başladım yanı başımda. Konuşulanları az da olsa
duyabildim.
“Doktor
bey, sayın hocam, elinizi öpeyim. Ne olur kızımın durumunu daha açık anlatın
bize… Kızım ne zaman iyileşecek. Sağlığına kavuşması için çok mu zaman gerek?”
Konuşan babamdı. Sorularına bir cevap alamadı. Yoksa doktorun konuştuklarını
ben mi duyamadım? Bir kötü rüyadan uyanır gibiyim. Yavaş yavaş yaşadığım
olayları anımsadım.
Tüfeği
göğsüme dayadım ve tetiği çektim. Ah diye bağırmış mıydım? Yoksa sesim hiç mi çıkmadı?
Gözlerimi açtığımda çevremi saranların
ağlama sesleri dayanılacak gibi değildi. Göğsümde yakıcı bir acı vardı. Ter
içindeydi vücudum. Göğsümden tüm vücuduma dayanılmaz acılar yayıldı. Demek ki,
ölmemişim. Oysa ölmek istedim. Yaşamak, bu dünya haram bana. Ölmek istiyorum.
Gözlerim açılmamak üzere kapansın. Tüm bünyemi saran acılara dayanılacak gibi
değil. Ruhum, kalbim paramparça. Karanlıklar içinde kaldım. Tükendi gücüm. Gözkapaklarım
bana isyan ediyor.
Halüsinasyon
mu görüyorum. Beynimden geçen olayların ne kadarı gerçek? Bilemiyorum. Bugüne
kadar yaşadıklarım siyah-beyaz eski bir sinema filmi gibi oynuyor kafamın
içinde. Güneşli bir gün; köydeki ilkokulumuzun bahçesinde kız arkadaşlarımla ip
atlıyoruz. Bazı erkek arkadaşlarımız izinsiz oyunumuza karışıyor. Birkaç kez
atlayıp kendi oyunlarına dönüyorlar.
Nisan ayı içindeyiz. Köyde meyve ağaçları renk renk çiçekler açmış. Çok
sevdiğim mor çiçekli şeftali ağaçları düğüne giden kızlar gibi.
Gözlerimi
araladım yeniden. Karanlıklar içinde yaşamak ne kadar zor. Ciğerlerim kavruluyor. Sesimi duyurmak
istiyorum. Bir yudum da olsa su içebilsem. Canım çekiliyor. Odanın ışığı
karardı yeniden. Gözlerim kapandı karanlıklara. Gerilere gittim yine. En tatlı
günlerimin geçtiği okul yılları bitmiş. Genç kız olmanın eşindeyim. Komşu
kızlarla yaylaya gidiyorum. Mola verdik
yol üzerindeki çeşme başında. Kana kana su içtim. Mevsim sonbahardı bu kez.
Rüzgâr biraz kuvvetli esiyordu. Kavak, kayın ve gürgen ağaçlarının çoğunlukla
olduğu ormandan geçiyorduk. Gazellenip yollara dökülen yapraklar havada
uçuşuyordu.
Gözlerimi
azıcık aralayabildim yeniden. Annem başucumda sessizce oturuyor. Aşırı kaygılı.
Benimle göz göze gelmekten çekiniyor. Biliyorum öleceğim. Değil kol ve
bacaklarımı hareket ettirmek, göz kapaklarıma bile hükmüm geçmiyor. Çok kan
kaybettim. Köyde ilk şoku atlattığımda göğsüm, sağ yanım kızıl kanlar
içindeydi.
Yaşamın
güzelliklerini tatmak yokmuş kaderimde… Henüz yirmi yaşında köyün en güzel
kızlarından birisiydim. Güzellik, pembe hayaller bitti artık. Bana güzel günler
görme şansı tanımadı büyüklerim. Anneme ve babama kırgınım öncelikle. Dedeme
hayır diyemediler… Dedemde bitmiş sözün sonu.
Yeniden
kapandı gözlerim. Hayal dünyasındayım.
Evimize uzak bir düğün var köyümüzde. Kızlı erkekli bir gurup toplandık
güle oynaya düğüne gidiyoruz. On altı-on yedi bahar görmüş bir goncayım kırmızı
yanaklı. İlkokul arkadaşım Oktay bize katıldı. Kendi bahçesinden kopardığı
kırmızı bir gül verdi bana. Kısa süre karşılıklı bakışmıştık. Dünyalar benim
olmuştu o anda. Uçacak gibiydim. Canlı cansız tüm varlıkları bir başka güzel
gözüktü gözüme. Neydi o gün… Düğünde ne çok eğlenmiştim. Yüzümde güller açmıştı.
Yayla
düzlüklerini anımsadım. Temmuz sonları. Köyde işler bitmiş. Çocuk-büyük, kadın-kız
yayladayız. Her yıl tekrarlanan yayla eğlenceleri için tüm köylü bir arada.
Kadınlar ayrı erkekler ayrı gruplar oluşturmuş. Davul-zurna eşliğinde halaylar
çekiliyor. Türküler söyleniyor. Biz genç kızlar erkek arkadaşlarımıza uzaktan
nazar ederek gönüllerini hoş tutuyoruz. Acılarım yine depreşti. Dayanılacak
gibi değil.
Ne
olurdu benim de görüşüme başvurulsaydı. Evlenmek büyüklerin dar dünyasına
sığmayacak kadar yaşamsal bir olay. İnsan yaşamında geri dönülmesi mümkün
olmayan en önemli yol ayrımı. Birlikte yıllarca ömür süreceğin sevmediğin bir
adamla nasıl yaşanır? O uğursuz gün dünyam karardı. En güzel hayallerim mayıs
yağmurlarıyla eriyen karlar gibi eridi yok oldu. Babam şöyle demişti:
“Kızım
seni orta mahalleden Naci ile evlendiriyoruz. Dün gece söz kestik…” Annem de yanı
başımızdaydı. Babamın sözlerini onaylıyordu…
Büyük
bir yıkımdı bu haber benim için. Kulaklarım uğuldadı. Gözlerim karardı. Misafir
odamızı bir koyu sis bürüdü. Oysa dışarda güneşli güzel bir gün başlıyordu.
Babam ha bire anlatıyordu:
“Kızım, damadımızın babası biliyorsun köyün en varsıl
insanı. Varlıklı bir dostumuz olacak… Allah’tan daha başka ne isteyebiriz…”
O
aileyi tanıyordum. Arazileri genişti. Köyün hayvanlarının çoğu onlarındı. Naci
benden yaşça çok büyüktü. Üstelik iki çocuklu dul bir adamdı. Eşi Nazlı ablayı
geçen yıl toprağa verdiler. Böyle bir evlenmeyi hayal bile edemezdim. Babam
sözlerine ara verip yüzüme baktığında yanaklarımdan inci gibi gözyaşlarımı
gördü. Konuşmasını kesip yanımdan ayrıldı. Annem de tıpkı babam gibi konuşmaya
başladı. İlk kez annemden nefret ettim. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Yanından
ayrıldım sessizce. Odada hıçkırıklarımın yankılanıyordu… Nihayet karar verdim.
Amcamların tüfeğini aldım bir gün sonra…
Gözlerimi
biraz aralayabildim yeniden. Annemin göz pınarlarından yaşlar akıyordu.
Ellerimi aldı avuçlarına. Dudaklarını kımıldatarak bir şeyler söylüyordu.
Sesini duymuyordum. Su dediğimi duymuş olmalı. Bardaktan su içecek takatim
yoktu. Pamukla dudaklarımı ıslattı. Azıcık kımıldamak istedim. Başaramadım.
Gözlerimin ışığı sönmeye başladı. Kendimi kaybettim.
Yine
karanlık. Yeniden hayaller… Köy okulunun öğretmen odasındayım. Bir elimle
yarama bastırıyorum. Bütün öğretmenler bana bakıyor. Yüzlerinde tanımsız hüzün
var. Okul müdürümüz konuşmaya başladı.
“Benim
güzel kızım, metin ol. Yakında iyileşeceksin. Baban haksızlık etti sana.
Yaşamının baharında bir goncayı zengin diye yaşlı ve dul bir adamla nasıl
evlendirmek ister… İsyanında sana hak veriyorum. Sen o kurşunu kendine değil
gönlü olmadan evlendirilmek istenen kızlarımızın kara yazgısına, çağdışı
görüşlere sıktın.” Diğer öğretmenler de köylerdeki gönülsüz evlendirmeleri
kınayan sözler ettiler… Okuldan çıktım. Sevinerek evin yolunu tuttum. Yaşamak
güzeldi. Yaramın yakında sağılacağına inanmaya başladım.
Eve
giderken köy bakkalının önünden geçiyorum. Nerede olduğumu unuttum. Bacaklarıma
kuvvet geldi yeniden. Köyün yaşlı adamları bakkal dükkanının önünde oturmuş
muhabbet ediyorlar. Yanlarına çağırıldım. Bakışları dostça değildi. Başlarını
sallayarak konuşmaya başladılar:
“Kızım
yaptığın hiç güzel değil. Şansın varmış. Yaşıyorsun... Büyüklerin o kararı
iyiliğin için almış. Seni alacak adam zengin bir aile babası. Sakın bir daha
öyle bir şey yapma. Kendi canına kıymak çok günahtır ayrıca…”
Bu
sözleri az önce duydum sanki. Tüm vücudum ter içinde kalmıştı. Acılarım azalır
gibi oldu. Gözlerimi yeniden açabildim azıcık. Annem ve babam yanı başımdaydı.
Onları hayal meyal tanıdım. Oda da kesif
bir sis vardı. Konuşmak istedim. Başaramadım. Gözlerimin ışığı söndü yavaş
yavaş. Karanlıkların içinde kaldım. Nefes alamıyorum… Annemin, “Kızım Dilek
gitme ne olur, bizi böyle boynu bükük bırakamazsın… “sözleri son duyduğum
sözler oldu.
Tüm
acılarım dindi. Başağa yeni durmuş yemyeşil buğday tarlalarının üzenden
uçuyorum. Az ileride bin bir renkte çeşitli çiçeklerle bezeli uçsuz bucaksız
çayırlar uzanıyor. Yavaş yavaş bulutlara doğru yükseliyorum…
İbrahim YILMAZ