Şiirin hikâyesi:
‘’Çünkü şiir yazmanın
insanı uçurumun kenarına sürükleyen bir yanı var.’’
Charles Bukowski.
Zaman bir öğreti,
sevgili
Mızrağın ucunda biriken
kanlı yaş değil mi
Hep içimizde saklı o
birikinti?
Mağlup olduğum
akşamların örtüsünü
Çektim üzerime, dememe
de bakma sen
Gün uyruklu bir düş’üm
altı üstü
Bir de gözlerimden
düşen yaş’a aldanma
Zikrettiğim mademki
coğrafyası
Yazılmamış şiirlerin
Ve bir ikindi vakti…
İçimde asılı hüzün
Tan yeri kan yeri;
Aşk’ın teli de yüreğin
bam teli:
Ah’ları muhafaza
ettiğim öteberi
Bir de savruk kelamın başörtüsü:
Hani; görünmesin diye
Varsa şiirin açıkta
kalan mahrem imi.
Sözcüklerimi çoğalttım
Derken ufaladım;
Sırtını sıvazladım alın
terimin:
Metazori bir öfkeyi de
kundakladı
İçimde konuşlu sevgi
Muhafaza ettiğim kadar
da s/akardım:
Ötelendiğim varsıl bir
hikmet
Ayarı kaçan yüreğin
utku
Sersem bir izlek adeta
Aşkın da matemi baştan
beri.
Yalnızlığımın başının
tacı:
Ne mi kaldı geride,
Diyenlerden olmadım ben
Neyle değil neyden
sürüklendiğim
Şiirlerin kuyruklu
hüzünlerinden
Ve şimdi bir uçurumun
kenarındayım:
Ablak yüzünde lanetin
Kıyama duran düşlerimi
saldım boşluğa:
Andım şairi;
Andım sitemi;
Ar bildim içimdeki iyi
niyeti.
Sonrası mı?
Sen sor ama
söylemeyeceğim:
Varsın ikaz edilsin
yüreğin ambarı
Varsın kovulsun yüreğin
nazı niyazı
Şimdimle örtüşen mazimi
kovamadım düşlerimden
Madem…
Gerisini rüyanda
göreceğini um
İsterken gözlerini yum
ve sapma rotandan
Aşkın ibrazı ne ki?
Severken yürekten,
Sivri dilli matemi
konuk etmişken gönül kuytuma
Elzem yüreğin yongası
Asla da salma kayıp bir
yıldızın peşi sıra.