Karşılaşmaları yağmurlu bir ilkbahar günüydü. Giray pencerenin önünde oturmuş yağan yağmuru seyrediyordu. Evlerinin önünden geçen yol işlekti. Acı bir fren sesinden sonra yuvarlanan bir aracın sesine fırlayarak hızla evden çıkmıştı. Evin bahçe yolunu nasıl geçtiğini bile hatırlamıyordu.


Önüne çıkan bir hayvana çarpmamak için frene basan ve kayarak takla atmış aracı görmüştü. Aceleyle trafiği ve ambulansı aramıştı cep telefonundan. İran plakalı araçta bir adam ve bir kadın vardı kanlar içinde görebildiği... Daha sonra görebilmişti, kaza yapan aracın kırık camları arasından çıkarılırken akanlar içinde görmüştü onun ay gibi parlak yüzünü… Genç kız yaralı ve baygındı. Apar topar hastaneye taşımaya yardım etmişti yağan yağmura aldırmadan… Görgü şahitliği için ifadesini almışlardı o telaşeli halin içinde…


Giray’ın yüreği henüz çağla tadındaydı. Iğdır’ın çiçeklenmiş erik ağaçları baharın muştundaydı. Bulutlar gözyaşını tutamazken neşe içindeydi gök, yer, dik ve beyaz başlı Ağrı Dağı… Sevgi sarmıştı etrafını, sevdaya, dostluğa ve umuda böylesine bulaşmışken… İnsanlık dolu sevdası hüzne fırsat vermemişti genç kızın kurtuluşu için dua edip ağladığı ve ardından dinlenmek üzere ayrıldığı gece... Oysa yüreği bembeyazdı Ağrının karlı başı gibi... Yaprağın yeşili ve akşam güneşiyle birlikte farklı bir duygu akardı içine…

En yakınlarından biriymiş gibi başından ayrılmamıştı adını bile bilemediği genç kızın, saçlarına Ağrı’nın şafak rüzgarları ve teninde aklını başından alan bir çiçek kokusu dolarken… Bir başına odasında otururken, hafıza kayıtlarındaki resimlerini karıştırırken hala çıvgın bahar rüzgarları esiyordu yüreğinde...

Bütün müdahalelere rağmen genç kızın annesi ve babası kurtarılamamıştı. İki gün sonra dönebilmişti genç kız ise, komadan… Sarılı ve ağrılar içinde gözlerini açtığında yanı başında yabancı birilerini görmüştü. Giray onun kalkma çabasına mani olmuştu.
“Ne oldu bana? Neredeyim ben? Ana ve babamlar nerede?”
Zaman durmuştu sanki o an…Giray nasıl bir cevap vereceğini bilemedi. Kız onun suskunluğu içinde hafızasını yoklamaya çalıştı, gözyaşları içinde “Öldüler mi yoksa!” ağlamaya başladı. Giray onu teskin için elinden tuttu, gözyaşlarını silmeye çalıştı. Kızın “Siz kimsiniz?” sorusuna belli belirsiz “Ben Giray” diyebilmişti. Giray genç kızı susturup teskin edemeyince, yardımına hemşireler yetişmişti. Bir sakinleştiriciden sonra sakinleşebilmişti. ve o sakinleşebildikten sonra ancak kısaca olanları anlatmıştı.

Giray her şeyi bir yana bırakmış, bu yabancı aile için elinden geleni çok fazlasıyla yerine getirmişti. Emniyet kaza yapanların yakınlarına haber vermiş olmalıydı ki, bir gün sonra yaşı yetmişlerde olan kızın dedesi gelmişti. Yaşlı adam oğlunun ve gelininin cenazelerini Tebriz’e götürürken torununu kısa bir süreliğine de olsa yalnız bırakmaması için Giray’a bırakmak zorunda kalmıştı. Giray’ın ve ailesinin ısrarlı yardımlarını da kabul etmek zorunda kalmıştı. Günlerce onların konuğu oldu. Torunu Aysuda’nın iyileşinceye kadar bekledi.

Mehdi Bey, Aysuda ile Giray Iğdır’ın trafiğe kapalı “Sevgi Yolu”nda yan yana yürüdüler, semaver demletip çay içtiler. Ve derken bir anda bu kadar olayın içinde bulan Giray için bu ayrılık çok zor oldu. Aysuda’yı da bir türlü unutamadı.

Ah sevgilim, yüreğim makaslanır her bakışında
Gönlümde yıldız olup kayarsın her yalvarışımda

Tüm açlığımı bastıran bir dilim peynir gibisin
Takılıp, takılıp durursun şu gönlümün çatalına...

Evveli emirden beridir sen benim alın yazımsın
Seni sevmek, seninle birlikte yaşamak adına

O günden sonra Aysuda rüyalarından hiç eksik olmadı. Aysuda: “Ne olur bir daha arama… Arama beni bu diyarlarda… Arama beni sevdaların buruk anılarında… Okuduğun kitaplarda geçmez benim adım… Bir akşamüstü caddede yürürken, ansızın rastlayamazsın bana… Oturduğun semte bile uğramışlığım yoktur. Gözün kapalı yürüdüğün sokaklardan geçmedim bile… Gördüklerini görmedim. Duyduklarını duymadım… Ve ben, Iğdır’ın bir ucundan bağırırken karmaşanın ortasına doğru, sesim, yankısı gibi yabancıydı bana…”

Adını, gözlerinin rengini yazmaz olur kalemim,
Kokunu duyarsa sevdam, belki umursar eminim

Konu olur hikaye ve şiirlerime her hayalin …
O bilmezliğinden değil, yorgunluğundandır eminim …

Aysuda’nın rüzgarlarıydı onu bileyen, ağlatan ve avuçlarına buruk hüzünler bırakan. Ve giderken çocuksu sevinçlerini de alıp götüren… Itır kokan rüzgarlar, saçlarını okşardı hep… Yakasından girip, koynundaki baharlarda uykuya dalardı… Ağrı Dağının doruklarından koparak gelen rüzgarlar, oturduğun evin camlarına vururdu… Ve bir kez bile olsun, Aysuda’nın ansızın nedensizce dönüp ardına bile bakmadığına hayıflanıp durdu. Ayrılırken Aysuda gözyaşlarını göstermemek için dönüp bakmadığını bilemedi...

Sen, sen ol gecede güneşi, suda ateşi arama
İmkansız bir hevesti benimkisi kendini sınama

Yaşanmış bütün ayaküstü aşklarımızın arasında,
Yırtılmış sayfalarda karakalem sevdamı arama.

Günler yıllara döndüğünde Giray’ında içinde filizlenen her yaprak, dirilen her fidan, yeşeren bir kara sevda oluvermişti sanki Aysuda… Güneş bir daha dönmeyecekmiş gibi, Ağrı Dağı’nın boynuna sarılıp veda ederken... Uzaklara, uzak dağlara takılıp kalırdı kalbi… Sevinçleri vurulmuş yaralı ceylanlar gibiydi… Bir odada işkence görürken yüreği, yürüyordu gece, yürüyordu kara bulutlar üstüne üstüne…

Gözyaşım akar da içime… Bir türlü anlatamam ki…
Anlatamam ki ben sevdamı, kurda kuşa hasretimi…

Kabullenerek çaresizliğimi, o anda susarım
Sevinçlerim tek tek terk eder sessizce gönül evimi…

Giray annesine “Anne ben gidiyorum, beni aramayın” derken, kandının “Nereye oğlum?” sorusuna cevap bile vermeden Iğdır’dan ayrılıvermişti. Tebriz’de otobüsten indiğinde hiçbir yeri bilmiyordu. Günlerce Tebriz sokaklarında Aysuda’yı aradı. Ne Aysuda’ya ne onu bir tanıyana denk geldi. Yüreğiyle hayalleri arasında günlerce hatta aylarca çırpınıp durdu.

“Hani, elin ayağın bağlanır ya gülüm. Yapayalnız kalırsın gecenin ortasında. Her şey gömülüverir soğuk bir odanın ıssızlığına. Her şey o an uzaktır ellerine. Özlemler sarar kalbini… Dilinin ucuna gelir. Anlatamazsın… İsimsiz hasretler derinlerinde saklıdır kalbinin… Bir gecekondu penceresinde açan menekşede şekillenir… Ve ya bir daha dönmeyecek olanın ardından sallanan mendillerin neminde gizlenir. Bir de yitik sevda sözlerinde yankılanır, o isimsiz hasretler...”

Aradan geçen zamanı nerdeyse hatırlamıyordu. Bildi bileli saat taşımazdı. Takvimse aklına hiç gelmezdi… Bir akşamın alacakaranlığında Tebriz’in o karmakarışık trafiği arasında caddeyi karşıdan karşıya geçerken kendine bir şeyin çarptığını ve düştüğünü zor hatırlıyordu. Tüm ümitlerini yitirdiği, aramaları boşa çıktığı bir günde, hastanede gözlerini açtığında Aysuda’yı başucunda görmüş ve gözelerine inanamamıştı. Onu görünce sanki bütün acılarını unutmuştu. Giray “Ne oldu bana?” derken, “Az da seni kaybediyorduk,” diyordu gözyaşları içinde Aysuda onun ellerinden tutarken…

“Ne arıyordun Tebriz’in sokaklarında?”
Dilinin ucuna gelip, gelip gitti de “Seni” diyemedi… “Gezmeye gelmiştim” diyebildi. Kapıda onları seyreden dede Mehdi Bey kararını orada o anda vermişti. Mehdi Bey, Giray’ı kaybettiği oğlunun yerine koydu ve torunu Aysuda’yla evlendirdi.

Aysuda Giray’ın kollarında Tebriz’in İl Gölü kenarında yürürken gözleriyle oğlu Şemsi’yi izliyordu… Daha bir sıkı sarıldı Giray’ın beline.

Km-170706


Not :
Iğdır ilimiz doğunun harika bir şehri... Doğuyu gezip de Iğdır`ı görmeyen doğuyu gezdim demesin... Iğdır`a giden ise "Sevgi Yolu"nda mutlaka yürüsün ve Ağrı`ya karşı semaverden çayını içsin... Tavsiye olunur.

Tebriz ise İran`ın en güzide şehirlerinden biridir...
( Sevgi Yolu başlıklı yazı KOCAMANOĞLU tarafından 11.02.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.