Yüreğimin Hira’sına çekiliyorum. Gönlüm bir nebze  yorgun ve sancılı. Gözlerim bir daha açılmaya yeminli, bu kadar erken gördüğü sahte ve kişiliksiz vasıflardan ötürü. Pencere pervazlarında gül yetiştiren bir kadının sitemkâr satırlarında çatılmış kaşlarla dolanırsınız bilirim. Lakin, çaresizim bayım. Ben bu yüzyıla ayak uyduramıyorum. Yaşadığı yüzyılla anlaşamayan bir karakterim bu hikayede. İnsanlar soluğumu esirgiyorlar benden. Sonra, bende etiyle, kemiğiyle yaşadığı çağdan nefret eden Zarifoğlu misali uzaklaşıyorum her birinden. Kendi iç huzurunu önce  kendi içinde inşa etmesi gereken her canlı gibi yüreğimin Hira’sına sığınıyorum. 
    Sahte tebessümleriniz, bir sinekten daha fazla mide bulandıran yalakalıklarınız. Gönül yıkan değilmişsiniz gibi arsızca muhabbet beklemeleriniz. Kan kusturup, merhametten nutuk atanlarınız. Dara düşmese alnı secde görmeyenin, cennet ile avunanı. Sırtımıza bıçağı dokuz santim saplayıp, altı santim geri çekeniniz. Çelme takıp, düşünce ağlayanınız. Nankörlüğün alasını yapıp, pişkin pişkin helallik isteyeniniz. “Geber” deyip, ciğerine basanınız. Sınanmadığı acı üzerine, fetva vereniniz. Yürümediği çakıllı yolların var olmayan virajlarında ki ustalıklarını anlatanlarınız. Okuyanı, yazanı, çizeni hor gören kör cahiliniz.  Esasında sizin et yığını bedeninizin altındaki gerçekliğiniz, vicdanınız değil çöp, göremezsiniz. Çünkü herkesin kendine uygun haklı sebepleri vardır, gönül yıkmak için öyle değil mi? 
    İnsanlığın var olduğu vakitten bugüne takvim yaprağından düşen her yaprak birileri için yanlış tarihti. Belki de yaşanılan her asır, kalbi olana dar geldi. Bir kalbiniz hala var mı? Bu yüzyıl’a yalnızca ben mi sığamıyor, taşıyorum. Zarafetin, anlayışın, ince düşünülmüş davranışların, saygının ve sevginin değer gördüğü herhangi bir yüzyılda yaşamayı özlüyorum. Hiç bilmediğim, görmediğim diyarlarda, balkonundan sarmaşık güller sarkan insanları arıyor yüreğim. Bir gönül dostum, yüreğime merhem olacak cümleyi bağışlamıştı bana. “ Gönlünü, zihnini taşımaktan yorulduğun vakit kendine kulak ver. İnsanlar seni her zaman dinleyip, hiç bir zaman duymayacaklar. Sen, seni duy. Gördüğün her çatlağa çiçek ekemezsin, çatlak topraktan değilse. Sana, senden başka şifa olmaz.” Merhemim oldu bu cümle. İnsanların kırıp döktüklerini toplamaya çalışmıyorum artık. Her söyledikleri söze gönlümü incitmiyorum. Belki birazda teslimiyettendir suskunluğum. Çünkü anladım ki, yaratıcının yapılan haksızlıklara müdahale etmesi çok uzun sürmüyor. Onun haydut insanoğluna verdiği cevaplar bir tokattan daha sert ve adil. Suskunluğun kalesine, yüreğimin Hira'sına sığınıyorum... 




Büşranur ERAYABAKAN

( Suskunluğumun Kalesi başlıklı yazı Mor Yakamoz tarafından 17.08.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.