Bibliyoterapi, kitap yoluyla iyileşme
sanatıdır. Bu sanat, bireyin, yaşamakta
olduğu sorunun yalnızca kendi başına gelmiş bir sorun olmadığı, birçok kişinin
de benzer sıkıntıları yaşamakta olduğu gerçeğini görebilmesini sağlar. Yaşanan
sorunların yalnızca tek bir çözümünün olmadığı, bireyin yaratıcı gücünü devreye
sokarak çok çeşitli çözüm yollarına ulaşabileceğini görebilmesine yardımcı
olur. Kişiler, kazandıkları perspektiflerle sorunların çözümüne yaklaşırken,
aynı zamanda sorunları ile ilgili yalnız olmadıklarını fark ederler. Böylece,
içsel rahatlama ve huzur da yaşanmaktadır. Birey bir kitabı eline alıp okumaya
başladığında bulunduğu ortamdan soyutlanır. O, artık başka bir dünyanın
sokaklarında gezmekte yahut yeni insanlarla tanışmaktadır. Ruhu, şifa aramaya
çıkmıştır sayfalar arasında. Bu terapi sürecinde birey, bedeninde var olan
ağrıların, ruhunu kemiren sancılı düşüncelerin, aklını yorduğu karmaşaların
gürültüsüne kulaklarını tıkar. Her sayfada bu gürültüler, sözcük sayısına
oranla azalır ve tükenir. Belki bir yolculuk esnasında yahut görünmez
zincirlerle bağlı kaldığı yatağında, okuyan insan ruhu farklı bir dünyanın
havasını solumaz mı? Zihni o dünyaya yoğunlaştıkça şifa bulan, şifa buldukça
daha fazla kitabı susamışçasına okuyan bir insan doğmaz mı küllerinden?
İnsanların uzaya gittiği
bir çağda yaşıyoruz lakin kütüphaneye götüremiyoruz ayaklarımızı. Günümüz
insanı elinin altında bulunan kitaplara ulaşmak istemiyor. Oysa yasak olsaydı,
bize okumamamız gerektiği söylenilseydi durum tam tersi olurdu öyle değil mi?
Çeşitli konularda yazılmış, okumaya ömrün yetmemesinden korkulan bir dünya
kitap var iken neden yüz çevirir nankör insanoğlu. Madem ki medeniyet çağı bu
çağ o halde asırlar önce yaşamış insanlar nasıl tutundular kitapların,
sözcüklerin dallarına. Yunan Tarihçi Diodorus (1933)’un anılarından bilindiği üzere Eski Yunanlar bir kütüphanenin girişinde,
kapının üzerine ‘İnsanın
Ruhunun İyileştiği Yer’ yazarak edebiyatın akıl ve ruh sağlığı açısından
ne kadar önemli olduğunu göstermişlerdir. Eski
Yunan’da kütüphaneler okuma, düşünme, iyi vakit geçirme ve dinlenme yeri olarak
tasarlanmıştır. Bunların yanında dünyanın bilinen ilk hastaneleri olan
Asklepion’larda da kütüphaneler bulunmaktadır. Dünyanın ilk psikiyatri
hastanesi olarak da tarihe geçen Bergama Asklepeion’u da bir kütüphaneye
sahiptir. Bibliyoterapi çalışmalarının ilk kez 1930’lu yıllarda
kütüphanecilerin, insanların üzerinde iyileştirici etkileri olan kitapları
bulma ve listeleme çabalarıyla başladığı bilinmektedir. Bu çalışmalarda, eğer
bir öykü, insanların düşüncelerini, duygularını, davranışlarını değiştirmede
etkili olabiliyorsa, bu öykü, potansiyel olarak iyileştirici (terapötik) bir
güce sahip kabul ediliyordu.
Kitaplara harcadığı paraya yanıp, falcıya
verdiğini hak bulan bir topluluğa bu sanatı anlatabilmek ne kadar başarılı
sonuçlanır fikrim yok. Tek bildiğim, dört duvarın arasında hapsolduğunuzu
hissettiğinizde birkaç sayfa okuyarak temiz hava alabileceğiniz bir diyara gidebilirsiniz. Ayaklarınızın sizi nereye götürdüğünün bir
önemi yok, kısa da olsa bir yolculuk esnasında bir kitap ile farklı bir ülkenin
bambaşka bir şehrine kavuşabilirsiniz. Dertleşecek kimseniz yok ise sizinle
aynı problemi yaşamış insanları tanıyıp, onların yaşamlarından kendi yaşamınıza
fayda sağlayabilirsiniz herhangi bir sayfada. Umudunuzun tükendiği yerde bir
karakter ile tanışıp, yeniden yaşama sarılabilirsiniz. Yattığınız yatakta
yaralarınızın iyileşmesini sabırla beklerken, yaralarınıza sözcüklerle pansuman
yapabilirsiniz. Yaşadığı dünyayla yetinemeyenleredir sözüm, sayısız dünya
keşfedebilirsiniz… Kendinizi kitaplarda bulun, bulun ki koca bir alem sizin
gönlünüzle buluşsun.
Büşranur
ERAYABAKAN