1
Uygarlık tarihine baktığımızda insanoğlunun ilk olarak
köpeği evcilleştirdiğini görürüz. O gün bu gün en sadık dostlarımız olmuşlardır
köpekler. Ölen sahibinin mezarının başında onun dönmesini bekleyerek sadakat
örneği sergileyen ve buna benzer nice öyküler duymuşuzdur köpekler hakkında…
Bilim
insanları 12 000 yıl önce evcilleştirildiğini söylüyor köpeklerin. Mağaralarda,
ağaç kovuklarında yaşayan atalarımızı korumuş köpekler tarihin karanlık
çağlarında. Göçebe, yaşamı, tarım toplumu, feodal ilişkiler içinde yaşarken
köpekler hep yanı başımızda olmuş.
Orta
Asya bozkırlarında yaşayan atalarımızın kalabalık sürülerini korumuş köpekler.
Sadece Asya’da mı? Elbette hayır günümüzde bile hayvancılık yapılan kırsal
bölgelerimizde köpek köylümüzün en birincil muhafızıdır.
Elazığ ve Malatya illerimizde büyük can ve mal
kaybına neden olan depremi yaşadık kısa bir süre önce. Ulusça tanımsız acılara
sevk etti bizi bu doğa olayı. Depremde yaşanan kayıplar ne kadar üzücü ise
kurtarma ekiplerimizin övgüye değer düzeyde büyük bir seferberlikte başarılı
kurtarma çalışmaları hepimizi mutlu etti.
Hele
kurtarma çalışmalarında bir köpeğin enkazın altına sıkışmış depremzede
yurttaşımızın kameralarda ölümsüzleşen hali ne kadar övgüye değerdi… Anlatılamaz.
Hayvanın bir iş başarmanın mutluluğu kadar enkaz altındaki yurttaşımıza
bakarken gamlı hali sokak köpeklerine kıyan en kati yüreklilerimizi bile
sızlatacak düzeydeydi.
Köpekler
sadece keçi, koyun hatta büyük baş hayvanlarını korumuyor. Kentlerde
doğaya-toprağa, hayvanlara hasret kalan insanlık evlerinde köpek besleyerek köy
yaşamına özlemini gideriyor bir derece. Ve köpeklerin kurtarıcı olarak
yetiştirilmesi bu hayvanların insanlığa ne derece yaralı olduğunun bir takdire
şayan göstergesi…
Ve çocukluğum,
gençlik yıllarım köylerde geçti. Ailemizin en önemli geçim kaynağı
hayvancılıktı. Babam iflah olmaz bir koyun sevdalısıydı. Bazı yıllar 3
basamaklı sayılarla ifade edilecek çoklukta keçilerimiz de oldu. İki kez kısa
sürelerle keçi sürümüz şenlendirdi köy ve yayla evlerimizin yakınlarındaki
ağılları.
Beyaz
yünlü, yüzleri kara koyunlar, yüzleri mor koyunlar. Siyah yünlü, bazen de bütün
vücutları siyah sadece başları beyaz ne güzel koyunlarız vardı. Hele
koçlarımız… Koyun, keçi sürüleriniz varsa bu hayvanları özellikle geceleri
bekleyecek acar çoban köpeklerinizin olması illaki gerekir.
Çocukluğumda
ilk anımsadığım iri bir köpeğimiz vardı. Karabaş. Karabaşı severdik kardeşimle.
Burnuna dokunurduk. Kuyruğunu yakalardık. Bazen becerebildiğimiz kadarıyla
sırtına binmek isterdik. O güzel hayvan bizim kendisini rahatsız etmemizden hiç
rahatsız olmazdı. Derken yıllar geçti. Ortaokul yılları dâhil okullar tatil ben
çoban. Elimde bir değnek ve ekmek çıkını, önümde bir sürü… Ve bazı günlerde
köpeğimiz biricik arkadaşım olurdu dağların yamaçlarında.
Okullar
bitti. Çobanlık günlerim sona erdi. Babamın koyunculuk serüveni bitmedi. Köy
okulları nisan sonunda tatile girerdi öğretmenliğimin ilk yıllarında. Yine
böyle bir yılsonu öğrencilerin karnelerini verdim, ertesi gün memlekete
yollandım. İlçeme vardığımda akşama az bir süre kalmıştı. Mayıs tüm
güzelliğiyle kendini hissettiriyordu. Çayırlar yeşile kesmiş, meyve bahçeleri
renk renk çiçeklere bürünmüştü. 10 kilo metre yolum vardı baba evime varmak
için. 70’ler, araç yok henüz köylere. Tabana kuvvet yürüyeceğim. Elimde küçük
valizimle yürümeye başladım. Daha 20’li yaşlarda bir delikanlı… Anne-babamı
aylar sonra göreceğim.
Üç
haneden oluşan çayırların kenarındaki evimize yaklaştığımda gökyüzü köyü mavi
rengi solgun gümüş rengine dönüşmüş gün geceye evriliyordu. Koyunlar babamın çayırların ortasında yaptığı
ağıla girmişti. Ağılın yanından iri iki köpek havlayarak bana doğru koşmaya
başladı. Ani şaşkınlıktan sonra hemen az ilerimdeki armut ağacına tırmandım.
Yakınımda
ağaç olmazsa işim orantik deyişle haraptı. Köpeklere parçalanmadan
kurtulmuştum. Babamın kılavuzluğunda ağaçtan indim. Biri koyu siyah, diğeri boz
iki köpekti sürümüzün amansız bekçileri. Eve geçtik. Ertesi günü hayvanların
yalını (köpek yiyeceği) ben verdim. Elbette babam yanımdaydı. Tanıştım böylece acımasız dostlarımızla.
Anne-babanın
Hakk’ın rahmetine kavuşalı yıllar oldu. Koyun-keçi ve hele de ilkbaharlarda
kuzu seslerinin o tatlı tınısını unuttuk. Onlardan birkaç adet çan kaldı
yadigâr. Manda-sığır, tavuk-kaz beslemek mazi oldu. Kışları şehirde yazları
köye dönüyoruz. Kardeşimle iki aile, bir köpeğimiz var sadece. Tomas.
Tomas,
çoban köpeğinden küçük kahverengi tüylü sevimli mi sevimli bir can dosttur.
Kışları kardeşim bir tanıdığa bırakıyor. Köye dönünce evimizi şenlendiriyor
Tomas’ımız. Araba ile bir yere gittiğimizde annesinden ayrılan bir çocuk gibi
hüzünlenir. Eve döndüğümüzde daha arabadan inmemize müsaade etmez ön ayakları
üzerine kalkar bir insan gibi bizlere sarılır hasret giderir.
Elimde
şiir kitabı kırlara açıldığımda yegâne arkadaşım olur Tomas. Bazen sesli okurum
şiirleri. Bir insan gibi ara ara yüzüme bakarak dinler beni. Bir perşembe günü
anne-babamın mezarlarının başında Kur’an’ı Kerim okuyordum. Birisinin bana
dokunduğunu hissettim. Yana döndüğümde Tomas’la göz göze geldik. Başını
okşarken o anda kendimi biricik sadık dostumun yanında yalnız olmadığımı
hissettim…