Annelerimiz,
eş ve kızlarımız, kadınlarımıza ne çok haksızlık ettiğimizi belirtmek adına ne
kadar çok özür sözleri söylesek az söylemiş oluruz. Hele kırsal kesimde
çalışan; erken yaşlarda vücut ölçüleri değişip yaşlanan kadınlarımızın
haklarını nasıl ödeyebiliriz? Klasik deyişle, sırtından sopayı karnından sıpayı
eksik etmemeli anlayışını silebildik mi tin dünyamızdan? Eksik etek sözünü
çıkarabildik mi deyimlerimiz arasından…
Şu
konuda kendimizi avutabiliriz birazcık. Kadınlarımızın kıyafetleri, giyim ve
kuşamları hakkında eleştiri bağlamında köylerimizde sözler edilmedi. Yok,
fistanı darmış, başındaki yemeni ya da yazmadan saçlarını görünüp görünmediği
tartışmasını yapmadık köylerimizde.
Koşulların
zorlamasıyla köylerimizde kadınlar çalışma yaşamının tüm alanlarında erkeklerle
beraber oldu. Güneyin pamuk tarlalarında birlikte çalıştı kadın erkek, kız
kızan sıcak güneşin altında. Ya da çaylar birlikte toplandı Doğu Karadeniz
kıyılarında. Ve fındık bahçelerinde kadın erkek fındık topladı birlikte doğduğu
toprakların fersah fersah ötesinde.
Uzun
yaz günlerinde daha çok çalışıp üç-beş kuruş fazla gündelik almaktan öte bir
düşüncesi olmadı insanımızın. Ağır çalışma koşulları içinde çalışan insanların
kadınların şalvarına, başörtüsüne ilgilenecek zamanları bile yoktu. Amaç
çalışmak, işvereni mutlu etmek… Olumsuz koşullarda yıpranan elbette en çok
kadınlarımız, daha okul çağındaki kız çocuklarımız oldu geçen yıllar içinde.
Cumhuriyetle
birlikte okuma-yazma seferberliği başlamasına karşın maalesef cinsiyet ayrılığı
anlayışı bir türlü yıkılamadı güzel ülkemizde. Bazı bölgelerde kız çocukların
okula gitmesi hoş karşılanmadı. Yaşayarak gözlemledim bu savımın gerçekliğini.
Karadeniz Bölgemizin sahilden uzak iç kısımlarında cumhuriyetin 50. Yılını
kutladığımız yılda ve daha sonraki yıllarda bile kızlarımızı ilkokula almak bir
türlü olanaklı değildi.
80’lerde, Evrenli yıllarda 14-45 yaşları
arasında yurttaşlarımız zorunlu okuma-yazma kurslarına tabi tutturuldu. Hala
anımsarım İzmit-Kocaeli’nin bir merkez köyünde 20’ye yakın genç kadınlarımıza
okuma yazma kursu açtım. Utanarak ders yaptım genç kadınlar kursun ilk
günlerinde. 1930’lu yıllarda açılmış okul. Erkek çocuklar okullu olmuş,
kızlarımız olamamış ne hikmetse(!)
Ulusların
Ay’ı fethettiği ve daha sonraki on yıllar içinde bile kadınlarımız köylerimizde
eski çağlar usulü çalışmak zorunda kaldılar. Daha düne kadar, “hadi kızlar okula”
adlı çalışmalar yürütüldü ülkemizde.
İnsanımızın
özellikle kadınlarımızın olumsuz koşullarda yaşamasının önlenemez mi? Elbette
önlenir. Doğup büyüdüğüm köyümden, ilimden somut yaşanmışlıkları örnekleyerek
insanımızın, kadınlarımızın yaşamının nasıl olumlu yönde değişmeye başladığını
anlatacağım.
Yüksek
dağların yakınlarında yüksek rakımlı bir köyde doğdum. Köyümde 1930 yılında
okul açılmış. Komşu köylerimizde ve ilimizin köylerimde de aynı yıllarda
açılmış okullar. Artvin’den bahsetmek istiyorum. Zor doğa koşulları mı dersiniz
ne derseniz deyin? Halkımız Atatürk ilkelerini hızla benimsemiş. Okullu
olmanın, okumanın zor yaşam koşullarından kurtulmaya çare olarak görmüş. Ve
hızla içselleştirmiş okulculuk çalışmalarını. 40’lı, 50’li yıllarda kız-erkek
tüm çocuklar okullu olmuş.
60’lı
yıllarda ilkokul okudum. Sınıf arkadaşım kızların hemen hemen yarısı ilkokuldan
sonra öğrenimlerini devam ettirdi ve ekonomik bağımsızlıklarını sağlayacak görevlere
başladı. Bu arada ilkokulu bitiren bütün erkek çocuklar da ta 50’lerden itibaren
öğrenimlerine devam etmiş.
Daha sonraki yıllarda kızlarımız büyük ölçüde
öğrenimlerini sürdürdü. Baba ve koca eline bakmadan yaşama merhaba dediler. Erkek
arkadaşlar en azından ortaokul bitirip polis oldu. Şaka bir yana yaylalarımızda
çoban olmak için lise diploması sorulur oldu… Aynı hızla ilimizin tüm yerleşim
alanında okuma-yazma seferberliğinin sürdürüldüğünü de belirtmeliyim
40’lı,
50’li yıllarda Cilavuz (Susuz-Kars) Köy Enstitüsü’nde okuyup öğretmen ve sağlık
memuru olan büyüklerimiz vardı. Beşikdüzü Öğretmen Okulu mezunu öğretmen bir
abla anımsıyorum çocukluk yıllarımda.
Okuyup,
aydınlanmanın nurlu yolunu seçen insanımız, kızlarımız ekonomik bağımsızlık
elde edince karşı cinslerinin töhmeti altında yaşamaktan kurtuldu büyük oranda.
Uzun “sarı sıcak” yaz günlerinde hiçbir sosyal güvencesiz çalışma günleri
geride kaldı…
Tüm bu
anlattıklarımla şövenist bir amacım yok. Eğitim-öğretimin önemini anlatmayı amaçlıyorum;
kula kul olmaktan azat olmak için. Hakları ödenmez kadınlarımızın. Cennet
annelerin ayakları altındadır diyor kutsal metinler.
O
halde kızlarımızı daha çocuk yaşta evlendirmek… benzeri fikirlere yaşam hakkı
tanımamak. Yurdumuzun kuzey-güney, doğu-batı her yerinde, kızlarımızın,
kadınlarımızın okuma, aydınlanma ve ekonomik bağımsızlık sağlayacakları duruma
gelmelerini biraz da pozitif ayrımcılık yaparak önünü açmalıyız. İşte o zaman
fiziksel olarak erkeklerden güçsüz kadınlarımıza karşı insanı görevimizi yerine
getirmiş oluruz.
İbrahim
Yılmaz- Em. Öğretmen