BOON
NİYE HERİFLENMİYON?
-Yiğitlik
gücüyün yettiği herkesi dövmek, ona eziyet etmek demek değildir. Yiğitliğin
şanında güçsüze yardım vardır. Korumak ve sahiplenmek vardır. Bazen güç ve
cesaretin durduğu durumlar vardır. Bunu iyi düşünmek gerekir.
-Türkiye’nin her köyünde yaşamış öyle nüktedan kişiler var ki saymakla
bitiremezsiniz. Zaten bu bizim mayamızda vardır. Şu yaşıma kadar bunların
çoğunun yaşamına şahit olmuşumdur.
-İbili Emmi’nin öz geçmişiyle başlayıp üç dört
kadar öykü tefrikasını yazdığım da kısmet olur okursanız onun Nasrettin
Hoca’dan kalır bir yanı olmadığını göreceksiniz.
-Asıl adı İbrahim olmasına rağmen
lakapçı köylüleri ona kısaca İbili adıyla hitap eder olmuşlardır.
-Babası
İbiş oğullardan Ali Osman’dır. Katıldığı Osmanlı-Rus harbinde en son
köylülerince Bakü’de görülmüş, ondan sonra da kendisinden bir daha haber
alınamamıştır.
-Genç yaşta dul kalan Emine oğlu
İbrahime hem analık, hem babalık yaparak kol kanat germiş, akrabalarının
desteğiyle onu büyütmüştür.
-İbili askerden geldikten sonra
babadan kalma tarlalarına çocuğu olamayan amcası Hacı Nuru’nun ölmesiyle payına
düşen tarlalarının da ilave edilmesiyle bunları ekip-biçmek suretiyle geçimini
temin eder olmuştur.
- Efendi, kendi halinde, konu komşusuyla
döğüşü, çekişi olmayan az konuşup çok dinleyen bir yapıya sahipti. Hayatta tek
sıkıntı çektiği sinüzit hastalığından dolayı burun deliklerinin yeterli nefes
alıp vermemesinden dolayı genizden konuşması idi. Bir de içimine hiç ara
vermediği sigara onun bu rahatsızlığının tetikleyicisi idi.
-Konuşmakta zorlansa da ne dediği zor
anlaşılsa da lafını sözünü dinletir, dinlenir, yerine göre lafını cuk oturtmasını
bilirdi.
-Anasını bir baba gibi bildiğinden onu daim
sever, sayar, bir dediğini iki etmez, onun sözünden “el ne derse desin”
çıkmazdı.
-Havaların ısınmasıyla köylüler elde tırpan
yavaş yavaş sıcaklar çökmeden serinlikte tarlalarını biçmeye gidiyorlardı.
İbilinin tarlası da yol kenarında olduğu için haliyle yolun dar olmasından
dolayı bu gidiş gelişlerde köylülerce ekinleri çiğneniyordu.
-İbili çalışmayı pek sevmesede
anasının ısrarlarıyla sabahtan evden çıkıyor yol kenarındaki ekinleri ağırdan
ağırdan tırpanla biçiyordu. İşlerin aksak gittiğini fark eden anası gelinine
“hadi kızım Sariye; sende kocanla tarlaya gitde hem ona can şenliği ol yalnızlık
çekmesin, hem de işleneni yığın yap emi kızım…” diye tenbihledi.
-Mustafa Çavuş’un Halil fakir
bir babanın dört oğlundan birisiydi. İri kıyım, babayiğit mi babayiğit bir
yapıya sahipti. “yiğit soya çeker” derler ya o da öyle biriydi. Her fakir köylü
genç gibi bazen kerpiç kesme, ırgat durma, bağ belleme, amelelik gibi işlerde
çalışarak geçimini temin ediyordu. “Öyle boş atıp boş laf ebeliği yapanlardan”
değildi. Fakirdi ama her şeyin fakiri olunmaz ya, fakirse de gönüllerin
zenginiydi..
-O yıl köy muhtarı onu ve bir
arkadaşını belirli bir ücret karşılığı parası ‘köy boccasın’dan karşılanmak
üzere ‘kır bekçisi’ yapmıştı.
-Tarlaları altlarına verilen
atlarla bazen ayrı ayrı bazen de beraber arkadaşıyla geziyorlar, otlamak için
giren hayvanları tespit edip önlerine kattıkları gibi sahibine ceza yazdırmak
amacıyla muhtarın kapısına getiriyorlardı.
- Halil o gün yalnız olarak kır bekçiliği
yapıyordu. Ulu Yol denen mevkide bir karı koca ve ekinlerin içinde otlayan bir
eşek gözüne ilişince atına bir kamçı vurarak hızla o tarafa doğru yöneldi.
-İbili sanki çok tırpan sallamış gibi arada sırada bir
sigara molası veriyor, o dinlenirken hanımı da biçtiği sap destelerini toplayarak
yığın yapıyor, bazen de ekinlerin içinde yayılan boz eşeklerini getirip
tarlanın işlenen kısmına bırakıyordu.
-Bu durum birkaç sefer tekrar
edince hanımı Sarriye; “İrbaam eşşaan zikkesini getirseydin şuraya çakar
hayvan da elin ekinine yayılmaya gitmezdi…”
-İbili'nin sigara molası bittikten sonra karı
koca tekrar çalışmaya başladıklarında başıboş eşek tekrar komşu ekine girmiş
karnını doyuruyordu. Aradan bir müddet geçtikten sonra kır bekçisi Halil eşeğin
yuları bir elinde diğerinde de atın yularını tutarak çalışanların yanına gelince
önce selam verip “kolay gelsin” komşular dediğinde sesin geldiği yöne başlarını
çeviren bizimkiler önce suçluluklarından dolayı utansalar da selamı alıp
‘sağ ol’ demeyi ihmal etmediler.
-Aslında İbili ile Halil iyi bir
arkadaş idiler. Bu yüzden İbili eşeğin ekinde yayılmasını (otlamasını) pek
nazarı itibara almamış olsa da bunun tersi Halil ne de olsa parayla tutulmuş
bir kır bekçisiydi, onun için önce görev gelirdi. Biraz düşünen Halil “Ula
İbili; eşşaan elin ekininde yayılmasın, sonra bana laf-söz gelir, onu ya bir
yere bağla, ya da hanımın yularından tutsun, sen ekinini tırpanla” dedi.
-Eşeğini bağlayacak zikke veya
bir ağaç olmadığına göre demek akşama kadar hanımı Sariye onun yularını elinde
tutacaktı öylemi. Bunları düşününce içinden Halil’e kızdıkça kızdı. "Demek bunca
yıllık severek kaçırdığı hanımı eşeği ayakta tutacak o da tırpan sallayacaktı öylemi." Bu ve buna benzer düşünceler beyninde dank ettikçe birden kan beynine fırladı. Tırpanı kendisine siper ederek kendisinden umulmayacak derecede heriflenip “Ula dürzü Halil; git işine, patladın
mı, şurada aşama ne galdı ki” derken birden eli tütün tabakasına gitti. İbili durdukça
içerliyor, içerledikçe de Halil’in üstüne üstüne gidiyor, önce hakaretlere
varan sözleri sonradan farkında olmadan küfre dönüşüyordu.
- Halil görmüş-geçirmiş
birisiydi. Hanımının yanında erkeğine el kaldırmak, onu bir vuruşta yere sermek
o erkeğin “bir ömür boyu hanımının yanında küçük düşmesi” demekti. Bunları
bilen Halil ‘estağfurullah-tövbe’ getirip duyduğu küfürleri içine atarak hiçbir
şey olmamış gibi hızla oradan uzaklaştı.
-Ertesi günü İbili hanımı
Sariye'siz tarlaya ekin biçmeye geldi. Bir iki tırpan sallamıştı ki aniden
omzuna değen birkaç deynek darbesiyle kendisini yüzükoyun yerde buldu.
- Halil o gece sabaha kadar
öfkeden bir dirhem uyku uyumamış, sinirinden yastığı yumruklamıştı.
“Sabah
ola hayır ola, ula dürzü ben seni bir yerde yalnız düşürüp bu ettikleriyin
ahını senden çıkartmazmıyım” diye diri sabahı diri etmiş, aradığı fırsat da hemen
ertesi günü eline geçmişti.
“Neydi lan dünkü havan, haydi o gün yanında
hanımın vardı ses etmedim, gel bakalım bugün neyine güvenecasen…” biraz
soluklandıktan sonra,
“Boon niye heriflenmiyon dürzü…”
-Pabucun pahalıya patlayacağını anlayan İbili
işi alttan alma yoluna giderek “Ula gardaşlık otur hele şuraya”. Cebinden çıkardığı tabakayı ortaya atarken “işte ben de ona güvenip sana gafa duddum ya”
sigaradan bir nefes çektikten sonra “amma dünaan ben işi biraz ileri
götürdüm ellaam, gusura galma gardaşlık…”
Olanlara
ikisi birden kahkahalarla görüştüler.
Çünkü
“arkadaşın kılıcı arkadaşı kesmez, onun vurduğu yerden gül bitermiş” derler
atalarımız….