15 yaşlarında idi henüz.
1965 yılı temmuz ayı. Ortaokulu bitirmiş; Malatya Bölge Ziraat Okulunun açtığı
yatılı sınavlarına katılmak üzere uğurluyorlardı delikanlıyı. Tren hareketinde
geride kalanların el sallayışlarında; sanki bir daha göremeyecek gibi baktı
yaşlı gözlerle.
Bir güne yakın yolculuk sonrası; nihayet
Malatya garına ulaşmıştı puslu bir günün akşamüzeri. Giydirdikleri beyaz
gömleği nerede ise siyah renge dönüşmüş, adımı yere bastığı halde hala trende
gidiyor gibiydi. Etrafına merak, endişe ve korku ile bakarken yanında birden
mavi üniforması ile yakışıklı bir adam yaklaştı o insanı rahatlatan sıcacık
gülüşüyle. Açtı kollarını “ -Gel bakalım delikanlı” diyerek kucakladı, öptü . O yüzbaşı, delikanlının küçükken amca yerine “ Apça !
“ dediği; babası ile kuzen olan
Nihat’tı. Onun sarılışı, sıcaklığı karşısında güvende hissetti kendini
bilmediği diyarda. Ve kısa bir taksi yolculuğundan sonra; eve vardıklarında
güzeller güzeli, sıcacık sevgisi
yüzündeki tebessümlere vurmuş eşi
açtı kapıyı. Bir anne şefkatiyle sarıldığı delikanlıyı içeri alıp;
yedirip içiren ve daha önceden hazırladığı yatağa götürüp; üstünü örten, saçını
okşayan kadın ise yengesi Sevim Hanım’dı.
Hala trende gidiyordu sanki yatakta. Kendini
gerilerde ta çocukluğunda gördü birden. Pilot teğmendi amcası; hep onun yolunu
gözlerdi yaz tatillerinde. Düğün bayram eder; şenlenirdi çocuk yüreği. “ Apça “
derdi, onun çantasından oyuncaklar çıkarıp vermesini, yine o çantadaki
meyveleri arakladığını, şapkasını takıp pozlar verdiğini mahalledeki çocuklara
hava attığını hatırladı birden. Uçak kazası geçirdiği, hastanede yattığı haberinde
büyüklerinin nasıl koşuşturduklarını ve onun için ellerini açıp çocuk yüreği
ile dua ettiğini düşündü sanki dün gibi. O Sındırgı’da tedavi ve müşahade altında iken;
hemşire olan hayatının kadını ile tanışmış ve aralarında doğan sevdayı
evlenmeye kadar taşıdıkları haberi de hala çınlıyordu kulaklarında. Gökhan ve
Hakan adında iki evlatları vardı. İşte; o delikanlı şimdi nice hatıraları
yaşayacağı ailenin yanında idi. Ve bu duygularla uykuya dalıp gitmişti bile.
O üzerindeki, yolculuk boyunca siyaha dönen
tek beyaz gömleği yıkanmış ve baş ucuna konulmuştu. Bu ince düşünceli yengenin
ilk jesti idi. Sonra elbette ki üzerine başına aldıkları onca cici giysiler
hafızandaydı. Ertesi gün 2 sün sürecek sınavlar başlayacaktı. Matematikten bir
konuya takıldı. Elinde kitabı ve kaynak yoktu. Amcası sıkıntılı halini fark
etmiş ve gece 22.30 civarında bütün işyerlerinin kapalı olduğunu bile bile
sokağa fırlamıştı bile. Elinde o elzem olan kitabı görünce çok şaşırmıştı. Sevilen
biri oluşu ve üniformasını kullanarak bir kitapçı dükkânını açtırmıştı. İşte o
konudan 3 soru çıkacaktı imtihanda. İmtihanı kazanmasına vesile olacaktı.
1980 kişi girdi iki gün
sürecek oturumlara. Ve o onca kişi içinde 4.
olarak sınavı kazanmıştı. Yenge ve amcanın o anki hallerini asla unutamadı.
Sınavlara bizzat taksi ile götürüp getirmesine kayıt zamanı okula teslim edişi,
velisi oluşu ve evci çıkmasını sağlaması dün gibi hafızanda, gözlerini
buğulandırmaktaydı.
Amcası bir gün onu karşısına
alıp :” - Biz yoklukla büyüdük, anne baba yok, ama hep mücadele ettik. Madden
tek destekçim Babandı. Bütün yıl boyu o meşhur kavanoza her gün para atar,
biriktirir ve yaz tatilinde geldiğimde hepsini bana verirdi. Hakkı çok bende.
Sen bize emanetsin. İyi çalış, göreyim seni .” dedi. Bu ahde vefalı meftunu
olduğu adam ve eşi; Murat’ın her şeyinde hep oldular. İnsan olmayı, merhametli,
sevgi dolu olmayı, Atatürkçülüğü, bu millet ve vatan sevgisini aşıladılar.
Oralar da hiç garip hissetmedi kendini; çünkü sıcacık bir yuvaya sahipti. Var
gücüyle çalıştı ve hep okul birincisi veya ikincisi oldu.
Okula dönüşlerinde; harçlık verirdi amcası.
Ama bunu nedense hep yengesi oda da yokken yapardı. Bir gün ona madeni paralardan
üç beş tane harçlık verirken; odaya girdi yengesi ve sordu :” - Nihat sen ne
yapıyorsun hayatım ?” . “ - Çocuğa harçlık veriyorum ya canım !” “- O ne öyle
utanmıyormusun? Koskaca adama madeni bozuk paralar vermeye. Çabuk kağıt para
ver!” diye sitem ve emrederken; amcası “ - Ama hayatım ben bir memur adamım; o
kadar param yok ki !” “ –Vardır. Vardır !” diye diretince; amcası arkasını
dönüp cüzdanını çıkardı ve kağıt 5 lira
uzattı. Ve eğildi kulağına “ - Ulan sakın hepsini harcama, üstünü getirirsin !“
demez mi. Bu espriye hala katıla katıla
gülmeye devam eder Murat.
Yengesi bambaşka
biriydi. Gelen misafirlerinin yanına çıkarmakta sakınca görmezdi hiç. Gelin
olma kavramı onda yoktu. Bir anne şefkati vardı . Bir gün gelen misafirlerine
çikolata ile yanında küçücük bardaklar da bir şey ikram ediyordu. Ona çikolatalardan
istediği kadar yiyebileceğini ama o şişedekine dokunmamasını tembih etmesine rağmen; merakına , tadı ve kokusunun
cazibesi de eklenince şişede kalanı bitirmişti bile. Meğer içtiği likörmüş. Sadece
odanın döndüğünü ve yengesinin onu kucaklayıp yatağa attığını hatırlıyordu
uyandığında. Ve bu olaya birde tuvalette sigara içmeleri eklenince; harika insanla hep sır kaldı aralarında. O da
çok iyi biliyordu ki amcası duysa kemiklerini kırardı.
O yaşlarda
yaşadıklarınız unutulmaz, öğretilenler rehberiniz olur. İşte bu iki müstesna
insanla ilgili anlattığı ve bir yığın anılarında hep iç geçirip durur. Sevgiler
özlemlerde daha da büyür. İşte o büyük sevgi yangınındaydı. Maalesef hayat
gailesi, kimsenin bilemediği taşınan yükler o kadar isteseniz de sizi vuslattan
geri koyar. Gerçi hiçbir mazeretin geçerliliği böyle bir vefa ve minnette
olmamalıydı.
Eski Malatya denilen
bir nahiyedeydi okul. Tamamen erkek öğrencilerden müteşekkil, 300 kişilik bir
mevcutlu ve yatılılıydı öğretim ve eğitimi. Kayıt işlemlerine müteakip yerleşti
yatakhanede ki koğuşuna. Alt bir ranzayı seçmişti. Altlı üstlü 18 ranza ve 36
kişi. Kiminin horlaması, kiminin ağlama seslerinde uykuya dalmıştı, öylesine
yorgun ve uykusuzdu. Bambaşka bir yerde, onca kalabalıkta bir başınaydı. Çaresi
yok alışacaktı.
Okulun futbol sahasını
görünce sevindi, depreşti futbol tutkusu yine ve kendini hiç tanımadığı sahada
futbol oynayan gençlerin arasında buldu birden. Ayağında Çarşamba usülu sivri
burun iskarpinleri vardı. Top vardı ya gerisini hiç önemsemedi. Dikkatleri
üzerine çekmeyi başarmıştı yaptığı hareketler, sürat ve çalımlarıyla. İyi bir
futbol zekası ve kıvraklığını pazarlıyordu adeta. Sahadaki biri meğer futboldan
sorumlu hocalarıymış. Kendini daha ilk günden okul takımının aday kadrosunda
bulmuştu bile. İlerleyen zamanda takımın değişmez sağaçığıydı. Muhteşem asistleri, golleriyle başarmıştı ön plana
çıkmayı. Çok keyif dolu heyecanlı maçlarda başarısıyla mutluluklar yaşadı.
Daha ilk seneden sınıf ve okul
birinciliği ünvanı onu bütün hocaların tanımasına vesile olmuştu. Gurbet içinde
bir sızı da olsa; amca ve yengesinin çok yakın ilgi ve sevgileri onu ayakta
tutuyor ve alışıyordu gün geçtikçe.