12 Eylül’de yirmi yaşlarımda, gençliğim ve istikbalimin başlangıç noktası… Kırk yıl geçti,  günümüzde o günleri bilmeyen kırklı, hatta kırk yedili yaşlarda bir nesil yaşıyor. O günleri onlara anlatsak masal gibi geliyor. İnanmıyorlar da… Vatanın her köşesi o kadar çok değişti, erekler o kadar çok büyüdü, zenginlik o derece arttı ki… Buna şaşmamak gerekiyor.

O günlerde, tüp, ekmek, sana yağ, su kuyrukları… Gecenin üçünde başlayan hastane kuyrukları, ilaç alma kuyrukları, ilaç bulamama dertleri… Yağmur yağdığında yollarda çamur ile mücadele… İnsanı bıktıran elektrik ve su kesintileri… Uçağa binmek pahalı olduğu için hayal, telefon sahibi olmak ayrıcalık, televizyon, buzdolabı, çamaşır makinası almak bir düştü… Özel okullarda okumak, özel çocuk olmaktan geçiyordu. Fakirin çocuğunun üniversite okuması neredeyse mucize idi. Evlenecek kız için başlık parası istenirdi. Şehirleşme o kadar az ve köy hayatı hakimdi. Kömürle yanan sobalar, kışın insanı zehirleyen dumanlarını acımasızca sergilerdi. O görüntüde adeta, insan insanı göremeyecek kadar kirlilik had safhadaydı. Kış geldi mi soğuklar nerdeyse -30 ve üzerinde seyrederdi. Kar yağdı mı sokalardan 15 gün etkisi geçmezdi. Enflasyon ve hayat pahalılığı üst düzeydeydi. Kimse döviz neymiş, borsa neymiş bilmezdi. Sınırlarda kaçakçılık hakimdi ve lüks malları insanlar böyle temin ederdi. Yurt dışından gelen kişiler ayrıcaklıklı insanlar olurdu. Hacca ve ümreye gitmek, yurt dışında gezmek öylesi kolay değildi. 

Her sokakta insanlar zarar görmesin, sağ ve sol düşünceli militanlar çarpışmasın diye ikişerli jandarma ve ellerinde makineli tüfekle gezerdi. Her gün gazeteler onlarca ölen militan gençlerin isimlerini yazardı. Mitingler alışılagelmişti. Söylemler, bize ait olmayan yabancı kültürleri dillendirirdi. Okullarda okumak mümkün değildi, polis ve öğretmen sağ ve sol diye ayrışmıştı. Bir kişi yaşadığı sokaktan başka sokağa gitmek için vize almak zorundaydı. O sokağın militanları bu vizeye sahip olmazsan sokağına kimseyi sokmazdı. Hatta silahını çeker de üzerine ateş ederdi. Hayat durma noktasında idi. Her altı ayda hükümet değişiyor, milletvekilleri alınıp satılıyor, bankerler milletin parasın toplayıp yurt dışına kaçıyor, bankaların içini siyasiler boşaltıyordu. Hak arıyordu insanlar, yaşam ve nefes almak istiyorlardı, öylesine bıkmıştı ki herkes, nasıl olursa olsun bu düzen sona ersin istiyor ve bunun için dua ediyorlardı.

İşin en garibi, sıkıyönetimde tek sorumlu komutanlar bu anarşiye dur diyemezken, nasıl olduysa yine onlar darbe yapıyorlar ve anarşi birdenbire duruyordu. Bu nasıl olduyu düşünecek bir halk yoktu. Çünkü, yaşam normale dönmüştü. Hatta darbecilere karşı sevgi bile besliyorlardı. Onların isimleri ilçe, sokak, park adı oluyordu. O darbeciler, kendi yerlerini sağlamlaştırmak için rastgele yargılayıp masumları idam ediyorlar ve işkenceler yapıyorlardı. Oysa onları buraya taşıyan bu militanların yaptıklarıydı. O yıllarda kaç aile dağıldı, kaç umut tükendi… Bunların acısını yaşayanlar biliyordu yalnızca. Esas sorumlu militanlar ise yurt dışına kaçıyordu. Sonradan gördük ki onlar yurda tekrar dönmüş ve çok keyifle yaşayanlardan birileri olmuştular.

Darbeciler, insanı daha da yalnızlığa iten, esir eden ve çözümsüz bir anayasa hazırladı. Herkes içeriğini bile okumadan bunu onayladı. Yalnız onların desteklediği parti sınıfta kalmıştı. O kadar az oy aldı ki… Bu anayasa ile darbeci ve arkasından onu destekleyenler yıllarca bu millete eziyet ettiler… Kızların başörtüsü ile uğraştılar, üniversitede okuyamadılar… Baş örtülü çalışanlar istifa etmek zorunda kaldılar! Ekonomi IMF’ye teslim oldu. Enflasyon hızla artıkça fakiri fakir yapmıştı. Memleketi soyan soyanaydı.

İkibinlerin başında sanki 12 Eylül sonrası hortlamış gibiydi. Bu sefer militanlar değil siyasilerdi başrol oyuncuları. 12 Eylül darbecilerinin yaptığı anayasa yirmi yıl sonra iflas etmişti… Ancak değişmeyen bir şey vardı darbeci zihniyet… Bizi sömüren güçler, kendi neferlerini yetiştiriyor ve memleketin istek ve yönüne göre bize karşı güçlendirip tekrar bize sunuyordu… En son FETÖ başrol oynadı… Başarılı da olamadı, çok şükür… 

Bu zihniyet her an hortlayabilir, aman dikkat… 12 Eylül ve öncesini unutmamak gerekiyor. Biz dilimizi, imanımızı, kültürümüzü ve kardeşliğimizi korudukça, bu konuda duyarlı oldukça da bu darbeler asla gündeme gelmeyecektir. Hatta Biz güçlü ülke olarak dünyada saygın yerimizi alacağız inşallah. 

Artık gençler yabancı ülkede yaşamak için çok can atmıyorlar… Artık göze batan bir tekelleşmiş devlet güçlülüğü kalmadı dünyada. Biz bu yaşanılan acınası deneyimimizi unutmadıkça, nesillere anlattıkça… Asla da o günlere dönmeyiz de inşallah.

12 eylül darbecileri sorgulandı ve hesap soruldu çok şükür. Ancak çoğu öldüler ve bu sorgunun sonucunu kimse göremedi. Sesiz sedasız bu sorgu sonlandı. Unutuldu da… Ben ve benim gibiler asla unutmadı, çocuklarımıza anlattığımız için de o günlerin ne olduğunu biliyorlar. Rahmetli Kemal Sunal filmleri hala oynuyor ve o günleri yaşatıyor. 12 Eylül nedir ve nasıl bir oyundur, okullarda okutulabilir. Ders alsın isterim gençliğimiz…

Allah o günleri asla bize ve bizden sonraki gelen nesillere yaşatmasın inşallah. 12 Eylül’ü acıyla ve ibretle yad ediyorum. 

Saffet Kuramaz
( 12 Eylül başlıklı yazı safdeha tarafından 11.09.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.