Düşler…
Takriben bir ömrün yansımasıydı
En çok da tüten bacası vapurun
İsli İstanbul’un yalnızlığına
Peşkeş çektiği martılardan da yoktu
farkı mevsimin:
Kirli sokakların künyesi
Kini isyankâr iblisin
En çok da sevgi iken güftesi
meleklerin
Bir de melek mizaçların.
Yakındığı neydi sahi?
Geceden sabaha uzanan her şiir
mademki
Yükümlülüğü idi saltanatını sürdüğü:
Rüyaların doğasında mevcuttu aslında
şair.
Şair yeleği diktiği
Kalemin kırık ucuyla
Sığamadığı yerin göğün tasası da
düşmüşken
En çok düşmüşken rüzgârın
Pençemi görüntüyü ihlal eden
Bir ışık mıydı yoksa nüvesi?
Susan titrinde mi saklıydı ezelden?
Bestesi olmayan haşmetli acıların
Bitimsiz sızısı
Bitimsiz efkârı.
Yan çizen mevsimden kalan geride
Güleç bir gökyüzü sadece
Temennisi
Üstelik yazılmayan yüzlerce sayfa
Şiar edindiği gizem ve yalnızlık
nazarında
Doğan güneşini taşlayan
Şaklaban gölgeler
İblisi gömen cehennemin dibine…
O ıssızlık ki
Rabbin sunumunda
Aşka icabet eden bir karınca edasıyla
Nasıl da duyuyordu ayak sesini
Yaratan
Güneşin batışı bile aşktı
Doğmasa da gözlerinde
Özlemi sonsuzlukta saklı bir vaveyla
Sunumu kaderin
Nasıl ki boyunu açmıştı sefil şairin
Kimliğine bir dokunan
En çok da ruhu okunan
Yazmaya durduğu her dize
Diz dize durduğu umudun
Bazen kopan ucuna
Yetişmek adına.
Mezarını yok sayan binlerce hurafe
Gerçek neydi sahi?
Gizemin çekili perdesinde
Görünenden çok ama çok öte
Durmaksa sözünde
En çok da mutluluğun şiarı
Kalemle helalleştiği
Bir dokun şaire
Bin dize işit ehlince
Aşkı ve mevsimi muhatap alan
Bir sure kadar titizlikle yaşadığı
hayatın
Sunumu.
Sürümü özlemin
Sürgün edilen ruhun da ifratı olsa
bile
Firar eden her sözcük
Kayıp da düşen bir yıldız gibi
Kendi kuyruğunu kesen
Mehtaba sevdalı bir hüsranla tanışık
Kibirsiz bir yüreği de sunarken altın
tepside
Sömürülen hayattan da ne kaldıysa
geriye
Şiir olmaya adaydı her acı
Açısı olmayan bir pencereye kona kuş
gibi
Kanatlarına diktiği her sözcük
Kanmaya dünden müsait
Kanatan gölgelerden en uzağa kaçmak
adına
Sokulduğu bir dünya ki
Şiir dilinde konuşup
Şiir gibi yaşarken hayatı…