BEN KİMİM

 

Buyurun burası dedi masa başındaki memur gülümseyerek odaya yeni giren adama. Adam çekingen bir şekilde yaklaştı ama arada bir mesafe koydu ve eline şapkasını alıp durumunu izaha başladı.

-Efendi oğlum benim bir yurt dışı işim var da sabıka kaydı istediler, aslında çok belge istediler de bunu buradan çıkaracakmışız işte.

Memur önünde duran karışık kâğıtların arasından seçerek hazır bir dilekçe çıkardı, bir yandan da karşısında hürmetle bekleyen adama 'kimliğin üstünde mi amca, ver ben doldurayım buradaki bilgileri' dedi. Adam hemen bir telaşla arayış içine girdi, ceketinin sol cebinde bulmuştu da aradığını o kadar deste edilmiş kâğıtların arasından çıkardı. Yine hürmetini bozmadan ve karşısındakini rahatsız etmeden uzattı bir yandan da ''hay Allah razı olsun senden evladım, bizim oğlan Fransa'da da illa gel diyor, bir turist vizası alıp gidip geleyim diyorum işte, o bana davetiye gönderdi' diye ekledi. Sözü bitmeden de memur doldurmuştu belgeyi bile, imzalanacak yeri gösterip imza da attırdı. Sonra biraz sanki ağır işitiyormuş gibi sesini yükselterek 'Amca öğleden sonra gel dilekçeni yine buradan al, sen şimdi git diğer belgelerini al' dedi.

Adam yine saygısında kusur işlemeden açık kapıdan çıkıp diğer belgeler için yolu tuttu. Bir yandan da etrafını yokluyor, aldığı kimliği yine o desteli cebine koyuyordu. Torunu Ahmet Akif'i çok özlemişti de. Üç yaşına girmişti ve görmeyeli bir seneden bir kaç ay fazla olmuştu. Oğlu genellikle yıllık geliyordu fakat bir daire almış borçlarını ödemek için bu yazın gelememişti. Onun yerine babasını oraya davet etmişti. Hey gidi Safiye Hatun keşke sende yanımda olsaydın birlikte giderdik, ben şimdi gelinin yanına nasıl sığarım diye hayıflandı. Gözlerinden bir damla yaş geldiğini adliyenin basamaklarından inerken hissetti. Safiye rahmetli eşi idi, yol arkadaşı, Cancağızı her şeyi idi. Az ilerde duran banka kendini zor attı. Nefesi de daralıyordu, birçok hastalık demişti doktor ama 'kulak asma' demişti doktora 'yaşımız çok bizim oğlum, bundan sonra bizim şifamız kara toprakta olur' bunları da hatırladı oracıkta. Daralmasını  üzülmesine bağlıyordu, adını taşıyan torununa duyduğu özlemine bir de. Biraz oturdu oracıkta, nüfus uzak değildi zaten diğer belgeler de nüfus müdürlüğünden alacaktı, orada bir de tanıdığı vardı ki bu onu aslında çok rahatlatıyordu. Oldum olası sevmiyordu devlet dairelerini, oranın nemli kâğıt kokan koridorlarını, yerine göre tersleyen memurlarını ki bu yüzden 65 yaş üstü maaş için gittiği parayı almamıştı. Aslında burada biraz da kendini suçluyordu, memur sadece amca tarla tapan var mı diye sormasından ve ses tonundan bir daha gitmemişti. Yaşlılar aksi oluyor diye düşündü bir an, babasını hatırladı yaşlı adam kalkıp nüfus müdürlüğüne doğru giderken. 'Babam da aksi idi' diye düşündü önce, sonra hafiften gülümsedi bir yaşanmışlığı saklar gibi dudakları. Kendisini tutmaya çalıştı çevredekiler ne der diye düşündü ve fakat gevrek gevrek gülmekten de kendisini alamadı, hatta kendisini sarsmış olacak ki 'abdest gitti' diye mırıldandı.

Yaklaşık 25 dakikalık mesafede olan müdürlüğün önüne geldiğinde hayalleri kenara bırakması gerektiğini düşünerek hızlı adımlarla merdivenleri tırmandı. Mesai bitmeden kâğıtları alması gerekiyordu, sonrasında da bunların tercümesi yapılacaktı. Aslında en kolayı olarak onu görüyordu, bir öğretmen vardı tanıdığı tercüme işleri yapan, daha önceden çocuklarının işlerini de ona yaptırmıştı zaten. Çocukları derken kızı da Fransa'nın başka kentinde idi, gitmişken ikisi ile de görüşüp iki ay kadar kalıp geri dönerim diye geçiriyordu kafasında. 'Allah ömür verirse tabi' diye mırıldandı odaların önündekiler duyacak şekilde. Ama yaşlı olduğu için kimse de çok takmamıştı bu söylemi.

Bekleme bankının üstüne oturdu gözü ile de bir yandan tanıdığı memuru arıyordu. Biraz bekledikten sonra müdürün odasından bir deste belge ile çıktığını fark edip elindeki bastonla dikkat çekmek için işaret etti. Dikkati nihayetinde çekmişti de, genç memur bankosunun önünde bekleyenlere kâğıtlarını verip yaşlıya doğru yürüdü, bir yandan da 'Ahmet Emmi hoş geldin, safa getirdin, hayır mı bir emrin mi var buyur’ dedi. Yaşlı adam yine kimliğini ve yurtdışından gelen belgeyi uzatıp, ‘işaretli belgeleri istediler bizden evladım' dedi. Cevap hiç beklemeksizin geldi genç memurdan;

-O kolay Ahmet amca, hemen hazırlarım, sen otur hele ben sana çay söyleyeyim. Hiç durmaksızın devam etti memur, amcanın hayır anlamına gelen işaretine rağmen ‘öğlen bir işin yoksa bekle de eve gidelim. Yeğenin de özledi seni valla, gelip gitmiyorsun dert yanıyor zaten. Dur haber vereyim de hazırlasın bir şeyler öğlen için' sözü bitmeden bu sefer de yaşlı adam olmaz işim var diye işaretlerle başlamıştı bile. Öyle de olsa ikna olmaya elverişli idi, genç memur damatları oluyordu, kardeşinin kızı ile evliydi. Aslında Tülay'ı da özlemişti, ısrarlar devam edince 'tamam' dedi kafası ile.

Sonra genç memur ve yaşlı adam öğle arası başladığında evin yolunu tutmuşlardı ki yaşlı adam elim boş gitmeyeyim diye düşündü. Yanında yeğeni varken de gidemezdi ya markete, izin isteyip bir bakkala girdi yaşlı adam, peşinden de genç memur biliyormuşçasına atladı içeri, ekmek almak istedi 'yok olmaz evde var sen iki çikolata al Ahmet emmi yeğenlerine o yeter bize' dedi memur. Anadolu insanının o meşhur teklifleri yaşandı bir zaman bakkalda neyse ki çıkıp eve varmışlardı bile, küçük bir kız karşıladı kapı aralığında hafif çekingen bakışlı, Sarı saçlı, beyaz tenli, büyük ve ela gözlü bir kız çocuğu. 'Dede geldi Beyza bak' dedi hemen arkasında bekleyen annesi. Güzel bir karşılama yaptılar yaşlı amcaya sırası ile elini öptüler genç memur başta olmak üzere, Beyza da öptü tabi çikolatayı da kaptı. Hemen ardından ellerini yıkayıp sofraya geçtiler, sevdiği yemekleri yapmıştı yeğeni, o kadar kısa sürede bu kadar yemek nasıl yapıldı diye düşündü Ahmet Amca, 'ellerine sağlık çok maharetli bizim kız' dedi yine içinden.

Yemekler yendi, içeri geçildi, Beyza'nın çekingenliği de asgari dereceye inmişti artık, kapı aralığından içeride oturan yaşlı amcayı süzüyordu da. El etti bir daha küçük kıza Ahmet Emmi 'gel bakalım bembeyaz Beyza’m, al şunu koy cebine' dedi uzatarak hatırı sayılır bir parayı, Beyza alıp uzaklaştı oradan, doğru mutfağa gitmiş kahve yapan annesine parasını gösteriyordu. Annesi Tülay geri odaya geldi 'amca senin harçlığın var mı da sen bize para veriyorsun' diye çıkıştı incitmeden ama. Amca 'var'  dedi ve gülümsedi.

Abdest almaya kalkmak üzere iken kahvelerde geldi odaya içtiler, hasbıhal yaptılar. Köyden, annelerden, babalardan durumlardan konuştular mesai başlamasına gelinceye kadar. Tekrar çıktıklarında namazlarını bile kılmışlardı. Damat Ahmet amcayı çok seviyordu.  Düğün öncesinde işleri bozulma aşamasına geldiği zaman evin büyüğü olarak elini masaya vurup yeniden tesis eden kişi idi o. Zira damat iki yıl kadar nişanlı kalmış düğün için hazırlıklar yapıldığı sırada annesini ve peşinden de ablasını kaybetmiş düğün gecikmişti. Çeşitli dedikodular çıkmış tüm bu yaşananları bertaraf eden ses Ahmet amcanın 'de get ulan, ben bu kızı verdim bir kere, bozmak töremize yakışmaz, bize yakışmaz, beni eziyorsan daha evin git orada otur' sözü canlandı genç memurun kafasında.

Gelene kadar da yine bazı konularda konuştular genç adamla. Suriye meselesi, Rusya'nın Türkiye'ye karşı takındığı olumsuz durumlar, Arap baharı olarak bilinen isyanlar. Damadın iş yerinin önüne kadar bir çok konu konuşuldu. Helallik istenip ayrıldılar sonra da, akşam için kal dese de yaşlı amca kalmayacağı yönünde birçok bahane uydurdu ayaküstü.

Adliyenin önüne nasıl geldiğini hiç hatırlamayacaktı bile, içeriden belgeyi yine aynı intizam içinde alıp çıktı, tuşlu telefonu ile tercüman öğretmeni aradı fakat çalsa da açılmadı. Çay ocağının önüne oturup çay içti ve beklemeye başladı. Telefon ile nasıl olsa geri döner diye emin bir şekilde bekliyordu.

Sonra oradan ayrıldı ayakkabıcılar arastasında yakın dostu Halim Usta'nın dükkânına gitmek için ara sokaklara daldı. Halim tertibi idi Konya'da birlikte askerlik yapmışlar acı tatlı paylaşımlarda bulunmuşlardı. İkindi namazını da arasta içindeki camide kılarım diye düşündü. Arastaya varmadan bir kaç mağazaya girip alacağı öteberinin fiyatlarını sordu, geri dönüp giderken de alışveriş yapacak en uygun yerden alacaktı. Bu onun övünerek anlattığı bir hasleti idi. 

Arastaya girdiğinde ikindi namazı da hayli yaklaşmıştı. Yalnız hangi arada olduğunu hatırlayamadı dükkânın, yaşlılığına bağladı. Az ilerde duran simitçiye sorayım diye geçirdi kafasından. Yaklaşıp sorsa da kimse bilemedi Halim Ustayı, ‘Ya hu bu adam uçmadı ya, burada ayakkabı tamiri yapıyordu. Hangi ara olduğunu unuttum ben sadece’ diye de kimisine çıkışıyordu. En son birine daha sordu sormasına ama aldığı cevap daha çok yıkmıştı adamı, allak bullak etmişti kafasını. Kendisini bile sorgular hale gelmişti de. Çünkü o kişi gedik dişi ile ve hafif dalgaya alarak amcaya Halim Usta’nın dört beş sene önce vefat ettiğini söylemesi tamamen feleğini şaşırtmıştı.

Kendini kimsesiz hissetti biraz, üşüdüğünü de. Neden sonra bilinmez dükkânların çoğunun da kapalı olduğunu fark etti. Açık olanlar da sadece temizlik falan yapıyorlardı. Peki, kendisi kimdi. Bu soğuk havada kısa kollu gömlekle burada ne işi vardı. Oysa emindi sabah ceket üzerinde çıkmıştı, hatta belgelerini sol cebine koymuştu. Acaba Ahmet’in evinde abdest almak için çıkarınca geri giymedi mi? Yok yok giydiğine emindi de. Bari ikindi namazını kılayım diye camiye tam girdiğinde genç bir adamı yanına gelirken gördü. Genç adam heyecanlı ve de kaybını bulmuş bir eda ile ‘Ahmet Amca sen neredesin ya? Yusuf ile iki gündür seni arıyoruz? Elini öptüğüm’ deyip cami de bir yere oturdular. Yaşlı adam tuhaf tuhaf bakınıyordu. Kafasında bir sürü soru vardı. Ağzından sadece şu kilemler dökülüyordu. ‘Ben bugün nüfusa ve adliyeye gittim’ bunu o kadar sık sık tekrarlıyordu ki, çevresine biriken cemaati bile fark etmedi. Genç adam biriken cemaate sadece ‘Alzheimer –Alzaymır-’ diyebildi.

Her ne zaman kaybolsa kesin bu camiye geldiğini bildikleri için akrabası olan genç adamı oğlu buraya bırakmış, kendisi de Terminal, hastane ve karakol arasında mekik dokumuştu. Babasının arkadaşı rahmetli Halim Usta'nın Fransa'da duran oğluna bile ulaşmıştı bu kısa zamanda. Halim Usta babasının her şeyi konuştuğu, deyim yerinde ise can dostu bir insandı. O kadar iyiydiler ki torununa Ahmet ismini koymalarını o istemişti. İlk çocukları Ahmet vefat edince de ikinci bir çocuk olunca da onun adını da Ahmet Akif koymuşlardı. Üç yaşlarında tatlı bir çocuktu Ahmet Akif.  Bunun yanı sıra da kendi torununa da Halim ismini koydurmuştu. Halim Usta'nın tek bir arzusu vardı o da Fransa'ya gitmekti. Bu hevesle yaşıyordu deyim yerinde ise. 

-          Oğlum sanırım beni soydular, ara sokaklardan ağrı geldim. Ceketim sırtımda idi. Telefon, kimlik, belgeler hepsi onun cebinde idi. Adliyeye ve nüfusa gittim sabah, bazı belgeler çıkarmıştım hiç birisi yok maalesef diyebildi. Yardım ister bir bakışı vardı etraftan. Boş ve büyük gözlerle süzüyordu etrafını. Oğlu gayet müşfik bir şekilde ‘tamam babam hepsi evde şimdi, eve gidelim hadi’ bu konuşmayı diğer genç adamın bağırtısı bozacaktı ‘iyi de bugün Pazar, her yer kapalı Ahmet amca’ öyle yılışık bir şekilde söyledi ki, orada ki herkesin tepkisini çekmişti.

İhtiyar ne kadar süre gözlerinin kapandığını bilmeden uykusundan uyandı. Güzel bir yatakta yatmaktaydı. Bu sırada gözlerinin açıldığını söyleyen 18 yaşlarında ki torunu tamamen uyanmasını sağlamıştı. Bir gün önceden hiçbir bilgiye sahip değildi. Geçmiş zaman sanki kopuk bir film gibi kalacaktı hayatında. Ayağa kalktı, beyaz sakallarını sıvazlayıp aynaya baktı ‘iyi de ben kimim’ diye hayıflandı.


LEVENT SARI

( Ben Kimim başlıklı yazı Levent SARI tarafından 27.12.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.