1
Dünyanın her tarafında galiba dilenciler var ama bizimkiler kadar dilenciliği profesyonel yapan yoktur galiba.
Dilencilerin metotlarını
tek tek sayacak değilim ama bu yıl ilk kez İstanbulda insanlığımdan utandığım
bir dilenme şekliyle karşılaştım.
Sirkeciden
Eminönü karşısındaki Yeni Camii meydanına doğru gidiyorduk. Serin bir ikindi
vaktiydi, tam yürüyüş havasıydı. Tamir
ve tadilatlardan dolayı kaldırım daralmış, insanlar adeta omuz omuza yürüyordu. O kalabalıkta, yol kenarında
10 ila 15 yaş arası iki çocuk gördüm. Ya Suriyeli ya da Roman, ayırt edemedim. KFC
restoranının kutu, köpük tabak, poşet ve benzeri ambalajları arasından kızarmış
patates, tavuk kanadı ve benzeri çöpe atılmış ürünler arasından yiyebilecekleri
bir şeyler arıyorlardı. O çocukların yanından saatte kesin binlerce insan gelip
geçiyordu. Ben geçerken kimse çıkarıp beş kuruş vermedi. Gördüğüme inanamadığım
için bende kalabalığın akışında bir şey vermeden geçip gittim ama sonra
insanlığımdan utandım. İstanbul gibi milyonlarca insanın, hemde çok sayıda çok
zenginin yaşadığı bir yerde, iki küçük çocuk sokak kedilerinin bile tenezzül
edip yemeyeceği gıdalardan yiyecek bir şeyler arıyordu.
Bir daha
karşılaşırsam mutlaka yardım etmeye karar verdim.
İki gün sonra
yine ikindi vakti serinliğinde Eminönü su kenarında oturup deniz keyfi
yaptık. Oturucak yer yoktu, en az 10
dakika beklemen gerekiyordu. Bir kaç kişi kalkınca hemen oturup İstanbuldaki
son akşamı deniz kenarına oturup adeta İstanbulu dinledik. Korona tedirginliği
olmasına rağmen, denizin hışırtısını dinlemek, kokusu teneffüs etmek yine de
çok güzeldi. Hava kararmaya başlayınca, Sirkeciye
doğru yola çıktık, yol yine çok kalabalıktı. Çok geçmeden iki gün önceki
tabloyla karşılaştık, yine 10 ila 15 yaş arası iki çocuk oturmuş KFC
restoranına ait çöpler arasında yiyecek bir şeyler arıyorlardı. Aradığım fırsat
önüme gelmişti. Bu sefer biri kız biri de oğlan çocuğuydu. Dikkatimi çekti ama
jeton düşmedi, çocuklar sadece atık yiyeceklere dokanıyorlardı, alıp
yemiyorlardı.
“Çocuklar, bunlar
yenmez! Şu parayı alın, karnınızı güzelce doyurun!”dedim.
Kız, oğlana baktı
sanki: “sen muhatap ol!” dercesine. Oğlan, aşağıdan baktı ama hiç istifini
bozmadı. Öyle bir bakış baktı ki, irkildim. Sanki “sana ne ne
yediğimizden!”dercesine o kadar kibirli, kinli ve umursamaz bir şekilde baktı.
‘Oğlum, al sana şu parayı!”dememe rağmen halen önündeki atık gıdaları mıncıklıyordu. Parayı üzerine
bırakıp yoluma devam ettim ama oğlanın tavırlarından rahatsız olmuştum.
Bir iki dakika
yürüdükten sonra Sirkeci parkı karşısındaki lambalarda bekliyorduk. Yanıma
birisi yaklaştı: “beyfendi, galiba olayı anlamadın sen”dedi ve devam etti. “az
önceki çocuklar, bak karşıdaki KFC’den atıkları, çöpleri getirip kalabalık yol
kenarına oturuyorlar. Yiyecek bir şey arıyormuş gibi yapıyorlar. Akşama kadar
senin gibi bir kaç kişi para verse, bu çocuklar köşeyi döner!”deyip gitti.
Tekrar
insanlığımdan utandım, 10 veya 15 yaşındaki çocuklar bile insanların iyi
niyetini, şefkat ve merhametini sonuna kadar hemde kibirlene kiberlene istismar
edebiliyorlardı. Durdukça içime battı,
başta kendime kızdım. Dilenme
tezgahı olduğunu anlamalıydım . Kimse beş kuruş vermeden geçip giderken neden
zorla şerefsizlere para verdiğime kızdım. Sanki elalemin en yufka yüreklisi ben
miydim!
Sonra çevredekilere
kızdım, bir kişi dahi o anda beni uyarabilirdi. Uyardı diye kimse onu tutup
bıçaklamazdı herhalde. Neticede biri geçte de olsa uyardı. Ben şahsen, Kabe’de dilenciye
para vermemesi için bir Pakistanlıyı uyardım. Galiba tam Kabe’nin karşısında
ikindi vaktini bekliyorduk. 20 veya 30 yaşlarında bir kadın yanında küçük bir
çocukla geldi. Olabildiğince yapmacık bir sesle yani kendini acındırır bir
tarzda: ‘ya hacii!”diyerek dilenmeye başladı. Oradaki hacılar ise kadına adeta
para yağdırmaya başladılar. Kadın paraları toplamakta zorlanıyordu. Kendisini
uyardığım Pakistanlı, engel olmaya çalıştığım için ilk önce çok şaşırdı ama gözlemlemeyi tercih
etti. Az sonra bana dönüp haklı olduğumu söyledi. Kadın ihtiyaca binaen değil,
ticarete binaen dileniyordu. Dilencilerden açılmışken; eskiden Kabe çıkışında
sırayla Afrikalı veya Hintli dilenciler
otururlardı. Bunlar, dilendirilmek için özel doğranmış insanlardı. Kiminin eli,
kiminin kolu, kiminin ayağı kiminin ise bacağı kesikti. Kolu kanadı kesik
misali dilencilere çok kişi para verirdi. Hiç bir zaman vermedim, çünkü bunlara
yardım etmek başka insanların da doğranmasına çanak tutmaktı.
Bir gün Kabe
çıkışı, iki sufi Türk genci doğranmış dilencilere para verdiler. Vermemeleri için uyardım ama kibar bir
şekilde azarlandım. Yaptıklarının neden
yanlış olduğunu arkalarından haykırdım ama onlar yürüyüp gittiler. Ertesi günü
tavaf esnasında genç sufilerle karşılaştım, medeni bir şekilde konuşup
helalleştik.
İstanbula dönelim
artık, en çok devlete kızdım.
İstanbul’un en
kalabalık yerlerinde seyyar olarak dilenenleri yakalamak elbette mümkün değil
ama bir köşeye oturup insanların iyi niyetlerini sonuna kadar istismar edenler,
tezgah kurup saatlerce oturmaktalar.
Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi, o yaştaki hiç bir çocuk kendiliğinden
dilenmez. Bu çocukları dilendiren birileri var. Bu çocukları korumak devletin
önemli görevlerinden biridir. Diğer taraftan, daha o küçük yaşta insanların
duygularını sömürmeyi meslek haline getirmiş olanlar, büyüyünce neler yapmaz,
neler! Günlük haberlere çıkan suç makineleri, araştırılsa belki de daha
küçük yaşta dilendirimiş kişilerdir.
Daha 10 veya 15
yaşında kendisine para veren birine bile kinle, nefretle, kibirle bakabilen
birinin ileride neler yapabileceğini siz düşünün. Bu çocukların gerek bu günlerde çektiği
ızdıraba gerekse ileride insanlara yapacağı kötülüğe, çektireceği acı ve
ızdıraba bu şerri görmezden gelen bütün
yetkililer ortaktır.Yetkililere bakan yönüyle, kötülüğü görmezden gelmenin, gereğini yapmamanın
bedeli mahşerde çok ağır olacaktır.
Abdullah Konuksever