Kırklanmış bir acının hasreti mi
yoksa neşeye yoksa açıların girizgâhında saklı bir dem mi dertlendiğimden çok
öte?
İnhisarında şehir ışıklarının
Kayan yıldızlardan nemalandığım
Manidar bir gece
Matemin esintisi değil sadece
Poyrazın üşüten cüssesi ve üşüyen.
Sancılı mı sahi doğa?
Ne gam ne gam yalnızlığım!
Yankesici bir iklim de değil işin
doğrusu
Sağım solum aşk ve kar ve nazenin
Dokunuşları gök kubbenin
Patavatsız değildi hem şehir
öncesinde
Payladığı kadar yalnızlığı
Payidar kılınası elem.
Hınca hınç yer gök
Paye verense aşkın cübbesi
Sırdaş ve nazenin kar taneleri…
Kayıp bir rota
Kaygan bir zemin
Kardığımız nice düşünce
Zanlar değil uçuşan
Asla değil asla
Zamlı tarifesi yokuşun
Dik ve dik başlı
Kaydığımız ne ki
Sürerken izini karın
Kalaylanmış nice bakır tepsi
Kalaylanmış sözcükler
Kayık misali sallandığımız
Her yanımız adeta İstanbul’un dar
yokuşu.
Mizanseni eksik değil gülüşün
Çığlığı gecenin ve zemherinin
Dokunuşu ve dokusu.
Zehir gibi soğuk.
Zanlı tarifesi kaybolmuşluğun
Kaykıldığımız var yok
Büyümediğimiz kadar çocukluğun
O hoş kokusu ve buğrası
Esvabımız ince ve uçuşan
Edepli insanlar olmadık mı işin
doğrusu?
Kalifiye sözcükler
Kalender meşrebi aşkın
Yalnızlığın kisvesi ve bulut kümesi
Maviden billur gözleri gök kubbenin
Şimdilerde pembe ve beyaz mizacı ve
mintanı şehrin
Kar yağdıkça kardığımız yer gök
Kaybolduğumuz da değil hani
Kaynakçamız aşk ve tortusu
Sevmelerin en güzeli
Aşk dolu nakkaş ve derviş
Var olmanın güzelliğinden ötesi
Yok asla yok:
Yok olduğumuz ne ki
Kabul görmenin de ertesinde
Varsa yoksa yağan rahmeti evrenin
Yoksun kılınan değil
Yokluğu seren bir günden sonrası
Elbet umuda dair çıkar da hayatın
tadı…