İnsanoğlunun
hemfikir olduğu gerçeklerden biri de ölümdür, aklı başında kimse ölümü inkar
edemez. “Her nefs ölümü tadacaktır “ ama yine de çoğunluk ölümü istemez. İstesekte istemesekte ölüm bir gün
gelip bizi bulacaktır, emaneti alıp gidecektir.
Kimi trafik kazasında, kimi yangında, kimi (silahlı bir) kavgada, kimi selde,
kimi ameliyat masasında, kimi de ölüm döşeğinde
hayatını kaybedecektir.
Günlerce, hatta
haftalarca ölüm döşeğinde yattıktan sonra
ahirete gidenler vardır. Sahi, ölüm döşeğindeki bir insan neler düşünür,
neler hisseder? “Ölüm döşeğindekiler ne düşünürlerse düşünsünler, bana ne !”
deme lüksümüz olduğunu zannetmiyorum, ölüm bir gün gelip mutlaka kapımızı çalacaktır.
Rabbim ölümün de hayırlısını versin.
İnsanoğlu ölmek istemez, bu yüzden galiba yerinden
kalkamadığı halde yattığı döşeği, ölüm
döşeği olarak görmek istemez. Yaşamaktan
ümidini kesmemişse eğer, bir gün tedavi olup kaldığı yerden hayata devam
edeceğini düşünür. Farklı bir ilaç, farklı bir tedavi, farklı bir doktor
sayesinde iyileşeciğine inanır. Belki yarım kalan işlerin plan projeleriyle
zihnini yorar. İyileşeceğini hayal edenleri yadırgadığım düşünülmesin, en
güçlü enerji kaynağı belki de hayaldir. İnsan hayalleriyle yaşar; hayalin
bittiği yerde yaşamak işkence gibidir.
Yaşamaktan
ümidini kesmiş insanların haleti ruhiyesini belirleyen iki önemli faktör
vardır; geçmişi ve inancı.
İyi bir geçmişe
sahip olanın yani ömür boyu İslama göre:
doğruluktan, dürüstlükten, haktan, iyilikten, güzellikten, adaletten,
samimiyetten ayrılmamış kişinin içi huzurlu olur. Hayatındaki onca güzel hatıraların verdiği mutluluk ona yeter
de artarda. Yetiştirmiş olduğu hayırlı
evlat(lar), geride bırakmış olduğu hayırlı eserler ona manevi güç verir. Belki de en önemlisi yaptığı onca iyilik ve
yardımlardan dolayı aldığı hayır dualarını
pozitif enerji olarak hissedebilir.
Koca bir ömrü İslama
göre hep kötülük yapmakla geçirmiş biri eğer yaşamaktan ümidini kesmisse, haleti
ruhiyesi katran gibi kara ve zakkum gibi acı olmalıdır. Yerinden kalkıp en ufak bir hatayı bile
düzeltmeye mecali yoktur ama vicdan radyoaktif madde misali negatif enerji
dalgalarını vücudunun en ücra köşelerine kadar yayar. Koca ömür ihmal edilmiş
olan vicdan, sanki intikam almaktadır. Vicdan
sızısını veya pişmanlık duygusunu
iliklerine kadar hisseder.
Kimbilir belki de inleye inleye ölmenin sebebi vicdan sızılarındandır.
Meselenin itikata
bakan yönüne gelince; İslami iman ve itikada (ve hayırlı bir geçmişe) sahip olan zaten manevi olarak
güçlüdür. Her şeye daha dayanıklıdır veya sabırlıdır. Ölüm ve ötesine
hazırlıklıysa eğer huzursuz olması için
bir sebep yoktur. Ölümün bir bitmek değil, sadece mekan değiştirmek olduğunu
bilir. Vefat, fani olan dünya hayatından sonsuz olan ahiret hayatına göçmektir.
Mevlana’nın anlayışıyla, sevgiliye kavuşmaktır
yani ölüm bir vuslattır. O kadar dünya telaşından kurtulup sonsuz saadeti
yaşamanın bir başlangıcıdır. Güçlü bir iman, sağlam bir itikad ve bol salih
amel sahibi olan biri, ahiret yurdunda
kendisini ziyaretler ve ziyafetlerin beklediğini bilir. Geride kalan
sevdikleri elbet bir gün çıkıp geleceklerdir, kimse bu dünyada
ebedi kalıcı değildir.
İtikadi olmayan
birinin ölüm döşeğindeki haleti ruhiyesi
hakkında fikir yürütmek benim için
zor. Her halükarda, nasıl yaşamışsa
yaşasın, ahiret inancı olmayan biri galiba ölmek istemez diye düşünüyorum. İnançsıza
göre, en kötü hayat bile yılana, çayana,
haşarata yem olmaktan daha iyidir galiba. Berbat halde yaşamak bile toprak olup bitmekten, hiç olmaktan daha
iyi olmalıdır inançsıza göre. Diğer
taraftan, hiç bir inancı olmasa bile mutlaka ahiret hayatını duymuştur. Kesin, ahirete inanan birileri ile yolu
kesişmiştir. İnançsızın bir kerede olsa:
“ya doğruysa?” tereddütü kendisini perişan etmeye yeter de artar da.
Ölüm döşeğindeki
haleti ruhiyemiz, nasıl bir hayat yaşadığımızla alakalıdır. Yazıyıbir hadisi
şerifle noktalayalım: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle
dirilirsiniz!..”
Abdullah
Konuksever