içimde
kopan fırtınalardan
içindeki
denizden kaç dalga gelip geçti
bütün
cihetleri
her
defasında öyle savunmasız ki
sebebini
merak
ettin mi
sebebi
sendin
ey
yüreğimde ışıldayan parıltı
yüksek
dağların düze indiği yerde
seni
beklemiştim
sırtımda
alevden gömlek
ciğerlerim
yanıyordu hatta
halbuki
mevsim kıştı
aylardan
şubat
dışarıda
kar yağıyordu
üşüyordu
ellerim
oysa
kalbimdeki alemin
bütün
sırlarını ödünç vermiştim sana
masada
vazo
ve
solan gülün
öyküsünü
anlatıp durmuştum
gelmiş
geçmiş
ve
gelecek bütün zamanların tasavvurlarını
eskiyecek
ve
tükenecek her şeyi
ortada
sadece zaaflarımız
ve
de günahlarımız kalacak
her
şeyden münezzeh
salt
bir hayat kalacak ardımızda
demiştim
sana
bizi
yakınlaştıran
birbirimize
ısındıran
birlikte
yaşadıklarımızdı
anılarımızdı
yakınlık
içindeki uzaklık
uzaklık
içindeki yakınlığımızdı
aynı
kelimelerle konuşuyorduk
benzer
cümleler kuruyorduk
uzayıp
giden aynı bulvarda
aramızda
bir adımlık mesafe
yoktu
bile
birazda
üşüyerek
usumuzda
düşler
izliyorlardı
bizi pencerelerden
ve
de kar yağıyordu
dudaklarının
ucunda bir tebessüm sallanıyordu
uzaklara
dalıyordu gözlerin
üşüyordun
rengi
atmış siyah paltomu vermiştim sırtına
poyraz
esiyordu
dalgalı
bir deniz dökülüyordu saçlarından
her
şey senin mülkünde
her
şey senin hükmündeydi
çağrısına
bırakmıştım ruhumu
alev
alıp ateşle tutuşurken
gölgen
menzilime yaklaşmış
dudaklarımızdan
dökülen benzer cümlelerdi
hava
soğuktu
ya
şimdi
birbirimizin
sesini duysak da
artık
seslerimiz bize yabancı
kendi
sesimizin ücrasındayız
cansız
sönük
ve
yankısız
redfer