Karışmalısın bana, çoğalmalıyım seninle.
Bu sözünü hiç unutmadım onun.

Geçmişi hiç ilgilendirmiyordu beni. Ki ben kendi geçmişimi unutmaya çalışıyorken.
Geçmişini özlediğini seziyor, hissediyordum ama, özlediği o geçmişte kendisinden başka kimse yoktu. Özlediği kendisiydi. Bir zamanlar kendisi olan kendisi.
Damarlarından akan tertemiz kana ne olmuşsa, ne karışmışsa; zehirlenmişti ve ona acı veriyordu. Bunu dışarı akıtmak istiyordu. Bense onun için bir diyaliz makinesi olmaya hazırdım.

Beni bana hatırlat, diyordu bir de.
Oysa bütün bunların çözümü kendisiydi. Bir açılabilseydi dili! Tam anlatmaya başlayacak, tam dili açılacakken, birden etrafını kalın taş duvarlarla örüyor, dipsiz kuyulara iniyor, derin ve sessiz boşluğuna geri dönüyordu.
Bu geri dönüşleri en çok da bana acı veriyordu. Çünkü o andan itibaren bana söylediği, benim için seçtiği kutsal sevgi sözleri bile silinip gidiyor, herkesten nefret eden birine dönüyordu.

Yazdıklarımdan, yazılarımdan, kendince tespit ettiği birikimlerimden yola çıkarak tanımak istemişti beni. Mahzun, utangaç ve saygıyla.
Birkaç kez kısa ama çok şey anlatan mesajlar yazdı bana. Bu bir arayıştı belki de. Ama diğer arayış ve arayanlardan çok farklı. Güzelliği ve dürüstlüğü kendi içinde saklı olan. İnceden inceye imdat sesi, imdat çığlıkları duyuluyordu kısa cümlelerinde.

Ya ben? Ya benim cümlelerim? Yazılarımdan çok şeyi gören, anlayan o, cümlelerimdeki bana ait olan imdat çığlıklarımı duyamamış mıydı? Ne farkımız vardı çığlıklardan yana?
Sonra bir mesaj daha aldım ondan. Daha cesaretli, daha istekli. Sesimi duymak istiyordu. Bunu ben de istiyordum. O, sesin kutsallığına ben de mucizeliğine inanıyordum.
Duydum sihirli sesini. Ankesörlü telefondan aradı beni. Ne cep telefonunun ne de sabit telefonunun numarası vardı bende. Ne düşünmüştü kendince bilemem, ama böylesi benim içinde bulunduğum koşullar için de iyiydi.

Sana kendi dilimizle konuşmalıyım, diyordu. Bilinen, bildiğimiz dillerden değil. İlk kez duyuyordum onun dilinden kulağıma akan sözcükleri. Bana imdat çığlıkları atan o, şimdi bana göre mucize, ona göre kutsal olan sevgi sözcükleriyle, beni koruyor, sarıp sarmalıyor, kendime getiriyordu.
Bunu hissettiğim anda korkmaya başladım. Sevebileceğim bir insandı o ama, imkansızlığımı da biliyordum.
Bir acı vardı ortada. Neydi, nasıldı, bulup çıkaramıyor, tarif edemiyordum. Bildiğim, bu acı ikimize de iyi gelmişti. Kusmaya hazırlanıyorduk.

Ben onu anlamak isterken, şimdi onun beni anlamasını ister olmuştum. Anlamak istemek sevmek istemenin bir başka yoluysa, demek ki beni sevmesini de istedim içten içe.
Bunu düşündüğüm anda korktum yeniden. Onun kalın taş duvarlarına benzer duvarlar ördüm etrafıma. Yıllardır içinde yaşadığım karanlığına, dipsizliğine, nemli kokusuna, kaburgalarıma ve göğsüme bastıran ağırlığına alıştığım karanlık kuyuma girdim yeniden.
Hacı hacıyı Mekke’de bulurmuş. Bana benzediği için mi evet demiştim buluşmamıza?
Ben ondan daha berbat durumdaymışım. Ben ondan daha beter, daha korkakmışım ki, gitmedim, gidemedim… O geldi mi buluşma yerine bilemiyorum. İçimden, umarım o da gitmemiştir, o da korkmuştur diye dileklerde bulundum.
Onun ankesörlü telefonuna ulaşmak zaten imkansızdı. Bense telefon numaramı iptal ettirdim.
Yok, yok! Yeni bir mesajını beklemiyorum, beklemiyorum, beklemiyorum!
Ama unutamıyorum işte; karışmalısın bana, çoğalmalıyım seninle, dediğini…

( Karışmalısın Bana başlıklı yazı HüseyinAkdemir tarafından 13.08.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu