Bazıları kaybetmek için gelirler dünyaya. Sanırım bu cümleyi bir filmde duymuştum. Ama şu an hangi filmde duyduğumu hatırlamıyorum. Bu cümleden ziyadesiyle etkilendiğimi söyleyebilirim. Çünkü bu söz beni anlatıyor diye düşünmüştüm. Ama şimdi aynı fikirde değilim. Aslında aynı fikirde olmak için hayatımda yeterli donanıma sahibim. Buna rağmen böyle düşünmek istemiyorum. Kişisel gelişim uzmanları ne derler biliyorum; ‘’ Hayatınızdaki negatiflikleri kendinizden uzaklaştırmaya çalışın.’’ Peki, ya hayatımın tamamı koskocaman bir negatiften ibaretse o zaman ne yapmam gerekecek? Ölmem mi? Negatif düşünceler bunlar biliyorum. Ama benim hayatım güllük gülistanlık değil maselef. Bu sebepten biraz karamsarlıktan bahsetsem sanırım haksız sayılmam.
 
Çağımızda mutlu insan bulmak oldukça zor bunu biliyorum. Yani nerede ve ne durumda olursanız olun bir şekilde sıkıntılarınız olabiliyor. Ne de olsa insan ihtiyaçları sonsuz. Ben karamsar bir insan olduğumu söyleyebilirim. Şimdi polyannacılık oynamayacağım ya da mahsuscuktan mutluymuş gibi yapmayacağım. Ama şunu söyleyebilirim; insan neye ya da kime göre mutlu ve huzurludur? Bu bir baz alma meselesi.  Mutluluğunuzu ve huzurunuzu ölçerken neyi ya da kimi baz alacaksınız? Burada şükretmek ve tevekkül etmek giriyor işin içine. Irak’ta, Filistin’de ya da Afganistan’da savaşın ortasında parasız pulsuz insanlardan iyi durumdayız çok şükür. Bir işimiz var, bir evimiz var, bir arabamız var. Canımızın istediğini yiyip, canımızın istediğini giyebiliyoruz. Canımız istediğinde seyahat edebiliyoruz. Parmaklıklar ardında filan değiliz yani özgürüz. Peki, o zaman sorun ne? Sorun daha fazlasını ve daha iyisini istememiz mi? Sahip olduklarımızla mutlu mu olacağız yoksa sahip olamadıklarımızın hayaliyle dertlenecek miyiz? Elbette hemen hemen herkesin bu soruya vereceği cevap sahip olduklarımızla mutlu olacağızdır. Ama işte gerçek hayat öyle olmuyor. İnsan neye sahip olursa olsun muhakkak bir sorun, bir dert, bir sıkıntı çıkabiliyor karşısına. Mesela bir sıkıntımız olduğunu düşünelim. Basit bir örnek verelim bu konuyla ilgili. Bir adam varsayalım. Bu adamın işi olmasın mesela. Bu işsiz adam işi olmadığı için sıkıntı içindedir. Bu adama bir iş vererek onu dünyanın en mutlu adamı yapabilirsiniz. Ama bu mutluluk ne kadar sürer? Elbette ki birkaç ay ve en fazla bir sene. Sonra bu adam kendisine yeni sıkıntılar edinecektir. Mesela evlenmek isteyecektir bu adam. Bizler bir iyilik daha yapıp bu adamı evlendirelim. Bu adamı mutlu edebildik mi? Hiç sanmıyorum. Sırada bir otomobil sahibi olmak var. Bu adam otomobil aldığında çocuk isteyecek, çocuğu olduğunda ev almak isteyecek ve evi olduğunda ise başka bir şey. Bir zamanlar işsiz olan bu adamın şimdi bir işi, bir eşi, bir arabası, bir çocuğu ve bir evi var. Peki, bu adam mutlu ya da huzurlu mu? Elbette ki hayır. Peki neden? Soruyu daha faydalı bir hale getirmek gerekirse bu adam nasıl mutlu ve huzurlu olur? Yoksa bu insanın düşünce yapısıyla alakalı bir sorun mu? Konumuzdan koptum sanırım.
 
Yazının başında bahsettiğim ve beni etkileyen o cümleye dönmek istiyorum; Bazıları kaybetmek için gelirler dünyaya. Aslında hemen hemen her insan bu cümleyi kendine yakın hisseder. Çünkü hemen hemen her insan kendini dünyanın en şansız insanı zanneder. Çünkü insan hafızasını iyi şeylerden çok kötü şeyler işgal eder. Biz insanlar mutluluklarımızı ve mutlu olduğumuz anlarımızı değil, üzüntülerimizi ve üzüntülü olduğumuz anlarımızı hatırlarız. Yani hafızamız bizim aleyhimize çalışır. Peki neden? Hafızamızı kendi lehimize çeviremez miyiz? Elbette ki bu mümkündür.
 
            Tüm edebi eserlerde, tiyatro eserlerinde ve sinema filmlerinde mutsuzluk ile karamsarlık övülerek en tepelere konulmuştur.  Tüm başarılı insanların karamsar ve mutsuz kişilikler olduğu sanrısı beyinlerimize yerleştirilmiştir. Halbuki bunun gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Asıl uyuşmazlık buradan kaynaklanıyor sanırım.
 
            Bizler etrafımızda mutlu ve huzurlu insan görmeye tahammül edemeyiz yukarıda bahsettiğim durumdan ötürü. Kendimiz mutlu ve huzurlu olamadığımız gibi bir şekilde mutlu ve huzurlu olabilmeyi başarmış insanlarında bu hallerini bozmak isteriz. Ne gamsız adamsın yahu deriz mesela ya da senden adam olmaz hiçbir şeyi kafana takmıyorsun deriz. Çünkü bizce başarılı insan, davası olan insan sıkıntı içinde olan insandır. Halbuki başarı denilen şey mutsuzluk ve huzursuzluğa karşı konularak kazanılır. Şu bir gerçek ki insanın gündelik yaşantısını sürdürebilmesi için sahip olduğu bir enerji miktarı vardır. Siz buna ister biyolojik enerji deyin, isterseniz ruhsal enerji. Bu enerjiyi yaşamak için üretir ve kullanırız. Bu enerji miktarına 100 birim diyelim. Bu 100 birim enerjiyi nasıl kullanıyoruz? Önemli olan soru budur? Eğer mutsuzsak bu enerjinin 30 birimi mutsuzluğa gider. Aynı zamanda huzursuzsak bu enerjinin 30 birimi huzursuzluğa harcanır. Depresyonda olduğumuzu, ruhsal problemlerimiz ve takıntılarımız varsa bu enerjinin 30 birimi de bunlara gitsin etti mi size 90 birim. 100 birimlik enerjiden geriye kaldı 10 birim. Peki, bu 10 birimi nerede kullanacağız? İşimizde kullansak kesinlikle başarılı olamayız. Ailemize harcasak oldukça yetersiz. Sonuç ise yorgun ve mutsuz insanlar.
 
            İnsan zihnini temizlemeyi becerebilmeli, yeniden başlamayı becerebilmeli. Uzun lafın kısası sorunsuz yaşamayı becerebilmeli. Günümüzde enerjimizi harcadığımız en büyük şey diğer insanların hakkımızda ne düşündüğüdür. Bende dahil olmak üzere bir çok insan buna kafa yorarız. Acaba işyerindeki şu kişi benim hakkımda ne düşünüyor? Acaba okulda öğretmenim benim hakkımda ne düşünüyor? Acaba komşum benim hakkımda ne düşünüyor? Bunu kafamıza takarak diğer insanların hakkımızda düşündüklerini değiştirebilir miyiz? Elbette ki hayır. Peki, neden enerjimizi bu konuda harcıyoruz. Bırakın insanlar sizin hakkınızda ne düşünürse düşünsünler. Nasıl olsa bir şekilde bu düşünceler size aksedecek. İyi işler yapmak varken neden insanların hakkımızda iyi düşünüp düşünmediğini merak ediyoruz ki? Bizler iyi işler yaparsak zaten insanlar hakkımızda iyi şeyler konuşacaklardır. Aslında kendi kısır döngümüzü kendimiz oluşturuyoruz.
 
            Malum ülkemiz sınavlar cenneti. Aynı durum sınava girecek öğrenciler içinde geçerli. Özellikle üniversite sınavına girecek öğrencilerden bahsetmek istiyorum, çünkü zamanında aynısını bende yaptım. Üniversite sınavına girecek olan tüm öğrenciler doğru, yanlış ve net hesabı yaparlar; Şu kadar netim olursa şu kadar puan alırım, şu kadar doğrum olursa şu kadar net gelir. Bu hesaplamaya kafa yormaya ne gerek var Allah aşkına? Bunun yerine ders çalışmak, derslere kafa yormak daha faydalı değil mi? Bu hesaplamalar yüzünden ders çalışamayan arkadaşlarım vardı zamanında. Bu hesaplamaları zaten ÖSYM yapıyor. Neden bir de öğrenci yapsın ki?
 
            Çağımızda en büyük sorunlardan birisi de kuşkusuz zihin kirliliği. Zihinlerimiz ziyadesiyle dolu ve ziyadesiyle kirli. Bizi aslında hiç ilgilendirmeyen konuları düşünüyoruz sık sık. Bizi hiçte ilgilendirmeyen konulara kafa yoruyoruz. Bence bu sistemli yapılıyor. Ana haber bültenleri ve gazeteler zihinlerimizi kirletmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Sanki her şeyi bilmemiz gerekiyormuş gibi bir hava estirilmeye çalışılıyor. Hâlbuki yalnızca işimize yarayan şeyleri bilsek yeterli değil mi? Mesela günümüzde insan; futboldan, basketboldan, voleyboldan, tenisten, atletizmden, at yarışlarından, otomobillerden, siyasetten, yasalardan, hukuk kurallarından, siyasi parti tüzüklerinden, internetten, bilgisayardan, bilgisayar modellerinden, kasaplıktan, polislikten, manavlıktan, jeolojiden, meteorolojiden, psikolojiden, filolojiden, kriminolojiden, arkeolojiden, terminolojiden, tarihten, coğrafyadan, kimyadan, edebiyattan, tiyatrodan, sinemadan, müzikten, teknolojiden, cep telefonlarından anlamalı. Sadece aklıma gelenleri yazdım. Daha bu liste uzadıkça uzar. Sizce bir insanın tüm bu konularda uzmanlaşması, hatta tüm bu konularda düşünmesi mümkün müdür? Elbette ki değildir. İşte huzursuzluğumuzun ve mutsuzluğumun nedeni bu zihin kirliliği. Her şey hakkında fikirlerimiz var ve her şey hakkında bir şeyler yapmak istiyoruz. Ama hiçbir şey yapamıyoruz. Çünkü enerjimizi tüm bu konuların hepsine harcıyoruz ve enerjimiz tüm bunların hepsini aynı anda yapmaya yeterli değil. Bir konu seçip o konu üzerinde yoğunlaşsak emin olun ki başarılı olacağız. Öncelikle zihnini temizleyebilmeli insan.
 
            İnsan ben ne istiyorum? Sorusunun cevabını verebilmeli. Ben şunu istiyorum diyebilmeli. Ama daha ne istediğimizi, ne kadar istediğimizi bile bilmiyoruz. Yalnızca istiyoruz o kadar. Bu yüzden ruhlarımız aç, bu yüzden bedenlerimiz aç. Bu yüzden mutsuz ve huzursuzuz. İşin kötü tarafı mutsuz ve huzursuz olmayı bir marifet sayıyoruz. Belki de bilinçli olarak böyle hissetmemiz sağlanıyor. Aslında mutsuz ve huzursuz olmak zor bir iştir. Ama hepimiz bu konuda başarılıyız. Uzun lafın kısası bazılarımız bu dünyaya başarısız olarak gönderilmedi. Hepimiz başarmak için buradayız. ( ben dahil.)
 
İnsan mutsuz ve huzursuz olduğu ölçüde başarılı olmaz, mutlu ve huzurlu olduğu ölçüde başarılı olur.
 

( Ben Dahil başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 5.12.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu