ARALANAN KAPI

Tecrübeli bir avukattı Erdoğan Bey. Uzun yıllar savcılık yapmış, daha sonra istifa ederek avukatlığa başlamıştı.  Meslektaşları arasında saygın bir yeri vardı. İş yükü hayli kabarık olduğundan çok fazla yazıhanede durmaz, genelde iş saatlerini ya adliyede yada keşiflerde geçirirdi.

Takvimler  1975 yılı haziran ayının ilk günlerini gösterirken, kâtipsiz kalan Erdoğan Bey, yazıhanesinde oturuyordu. Son kâtibi olan Ali, bir hafta önce işten ayrılmıştı. O yıllarda avukatlar, kâtip adaylarını genelde ortaokul ve lise öğrencilerden seçerlerdi. Çünkü onlar fazla ücret talep etmezlerdi. Gerçi kâtiplerin de işi kolaydı. Sabah büro temizliği yapılır, ondan sonra telefonlara bakılır, gelen gidenler not alınırdı. Bazen de adliyeye evrak yetiştirmek için zamanla yarışılırdı.

Erdoğan Bey, bir haftadır silinmeyen masanın üzerine baktı ve toz ile kaplıydı. ‘Ali beni sil’ yazdı tozun üstüne. Sonra gülümsedi. Artık, Ali yoktu. Bir kâtip bulmalıyım dedi içinden. O sırada çaycını geçtiğini gördü ve sesini yükselterek “oğlum bana bir çay gönder” dedi. Bir süre sonra kapı çalınınca “geeel” dedi çaycı zannederek.  Bir dosya üzerinde çalışmaya başlamıştı. Kafasını kaldırmadan “şöyle bırakıver yavrum” dedi. Ama çay falan koyan yoktu. Başını doğrultup, kapıya doğru gözlerini çevirdi. Oniki-onüç yaşlarında bir çocuk vardı karşısında.

-Buyur evladım. Ne istedin?

Çocuk heyecanlıydı. Yamalı pantolonunun paçaları zil çalar gibi titriyordu. Heyecandan dili tutulmuştu sanki. Erdoğan Bey yineledi:

-Ne var evladım, Ne istiyorsun? Haydi söyle. Korkma, çekinme. Aaaa dur bakim sen kâtiplik için mi geldin yoksa? diye seslendi çocuğa. Dostlarına kâtip ihtiyacını söylemişti. Çocuğu onlardan birisi göndermiş olabilirdi. Daha çocuğun cevabını beklemeden “adın ne bakim” diye sordu. Çocuk:

-Doğan, dedi biraz sert, telaşlı ve titrek bir tavırla.

-Güzel, bak oğlum, benim daha önceki kâtibim çok temizdi.  -Yerdeki cilalı siyah karoları göstererek- öyle paspas yapardı ki;  saçlarını bile tarayabilirdin, ayna gibi parlardı. Çok atikti, fırla demeden adliyeyi bulurdu. Sen de yapabilir misin?

Doğan’ın oraya geliş amacı çok farklı bir sebepti aslında ama aynı zamanda da işsizdi. Hatta epeyce bir süre iş aramış ama bulamamıştı. Ama bu kez farklı bir durumla karşılaşmıştı. Kendisine iş teklif ediliyordu. Annesine ve kendisine bakabilmesi için bir işe ihtiyacı vardı. O heyecanla geliş sebebini bile unuttu.

          -Olur, yaparım ama kaç para vereceksiniz, dedi.  Erdoğan Bey, bu cevaptan sonra Doğan’ı tepeden tırnağa iyice bir süzdü. Bu güne kadar insanlar hakkında hiç yanılmamıştı. Çakmak, çakmak gözleriyle cin gibi bakan bir çocuk vardı karşısında. Üstü başı pek uygun değildi ama pekâlâ bu işi yapabilirdi.

-Sana haftada 50 lira veririm.Yeni üst baş da alırım.Peki, senin okul durumun nedir.

-Ben okumuyorum. 

-Neden? Kaç kardeşsiniz. Baban ne iş yapıyor. Soruları arka arkaya geldi. Doğan:

- Annemle, ben varım. Annem yatalak hasta. Başka kimsemiz yok.

Babası dilinin ucuna geldi. Ama nedense babası hakkında bir şey söylemedi. Belki de söylemek istemedi. Aylardır arayıp ta bulamadığı iş ayaklarına gelmişti. Haftalık 50 lira onun için iyi bir kazanç sayılırdı.

Erdoğan Bey, hala ürkekliğini üzerinden atamamış görünen Doğan’ın cevaplarını önce hazmetti, sonra O’na inandı. Yalan söyleyecek bir çocuğa benzemiyordu. Acıma hissi kapladı yüreğini, sert görünüşünün altında sıcacık bir kalp taşıyordu.

-Peki Doğan. Hadi sen elini yüzünü iyice bir temizle. Sana bir şeyler alalım ve hemen işe başla. Oldu mu? Anlaştık mı?

  Doğan, başını şöyle yana doğru hafif çevirerek, olur işaretini verdi ve Çarşının tuvaletine doğru yürüdü. Elini, yüzünü yıkayıp, büroya geri döndü ve hazır olduğunu söyledi beden diliyle. Erdoğan Bey, Doğan’ı önce bir mağazaya götürdü. Oradan yeni pantolon ve gömlek alındıktan sonra, sonra arabaya binerek eve gittiler. O zamanlar için lüks sayılabilecek bir sitede oturuyordu Erdoğan Bey. Zili çaldı. Kapıyı eşi Sema Hanım açtı.

 -Misafirimiz var hanım. Bak bu yiğidin adı Doğan, yarı yarıya adaşız yani.

 -Hoş geldin yavrum, diyerek yanaklarından öptü Doğan’ı Sema Hanım. Erdoğan Bey, kanepeyi göstererek ”oğlum sen şuraya bir otur hele, Benim yengen ile bir işim var. Hemen geliyorum” diyerek eşini mutfağa doğru yönlendirdi. Erdoğan Bey, eşinin Doğan ile ilgili sorularını kısa kısa yanıtlayıp, ondan Doğan’ı banyoda yıkamasını rica etti. Sema hanım Doğan’ı öperken onun biraz koktuğunu hatırladı hemen. Ve şimdiye kadar ne yaptıysa hep eşin arkasında olmuştu. İtaatkâr bir eşti. “Tamam” diyerek mutfaktan ayrılırken “sende meyve suyu ve yanında bir şeyler hazırla” diye eşine seslendi.

Doğan oturduğu yerden gözleriyle evi inceliyordu. O’na göre eşyalar çok pahalı olmalıydı. Derken Sema Hanım odaya girdi ve yüzündeki gülümsemeyle “hadi yavrum, termosifonu yaktım, seni bir banyo yaptırayım” dedi. Doğan:

-Olmaz, vallahi olmaz. Ben evde yıkanırım, diyerek hemen itiraz etti. Ama Sema Hanım, ısrar ederek: “Yavrum, hasta annen seni yıkayamaz, sırtın falan iyice kirlenmiştir, itiraz istemem banyoya gireceksin. Utanma oğlum, ben senin annen sayılırım. Hem külotunu çıkartmayacaksın zaten, sonra adaşın ikimize de kızar. Haydi, şuraya geç ve soyun” dedi. 

Yüzü kıpkırmızı olmuştu Doğan’ın. Altında külotu yoktu. Bu yüzden kaçmak istercesine kapıya doğru fırladı ama Sema Hanım’dan kurtulamadı. Onun yakınında olan Sema Hanım, yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle Doğan’ı kolundan tutup, yakalamıştı. “Yok” dedi,”benden öyle kolay kolay kurtulamazsın. Hem niye bu kadar itiraz ediyorsun, temizlik güzel bir şey oğlum.” Bu sırada kapıyı kilitleyerek bundan kaçış olmayacağını kesinleştirdi adeta. Çaresiz kalan Doğan: “Abla benim külotum yok” dedi. Önce kahkahayla gülmek istedi Sema Hanım, sonra birden acıma hissiyle yüzünü hüzün kapladı. “Vah yavrum” diyerek çocuklarının odasının yolunu tuttu. Bir yandan da eşine söyleniyordu. “Allah Allah madem üst baş aldın, keşke iç çamaşırı da alaydın ya! Bey. “ Sonra elinde bir atlet ve iki külotla geri döndü ve külotu birisini uzatarak ” Hadi yavrum gir banyoya, giy külotu ve sonra bana seslen!”dedi.

Erdoğan Bey, Doğan’ın kaçma teşebbüsünde mutfaktan ayrılmış sonra tekrar dönmüştü. Eşine karışmadı. Doğan, banyodan çıkınca Erdoğan Bey’in kendisi için hazırladığı pasta ve kurabiyeleri yedi ve portakal suyunu içti. Sonra büroya döndüler ve hemen temizliğe başladı. Masayı yerleri ve camları pırıl pırıl yaptı. Erdoğan Bey:

  -Evet, yanılmamışım, dedi ve Doğan’ı yanına çağırdı

 -Al oğlum şu 75 lirayı bu ilk haftalığın, peşin veriyorum. Annen için de bir şeyler yaparız. Elindeki anahtarı uzatarak “ Bu büronun anahtarı. Sabah sen açarsın büroyu. Yarın erken gel ha!”

Doğan, çok şaşırdı. Erdoğan Bey’de, eşi de çok iyi insanlardı. Haftalık 50 liraya anlaştığı halde ona 75 lira verilmişti. Birden o büroya ilk geliş sebebini hatırladı. Öldü dediği babasını hapse attıran ve yıllarca hapiste yattıktan sonra orada ölmesine sebep olan adamdı Savcı Erdoğan Bey. O’nu öldürmeyi planlamıştı. İlk önce keşif yapacak, söylemek istediklerini söyleyip kaçacak, birkaç gün sonrada onu öldürecekti. Babasının ölümünden onu sorumlu tutuyordu. Birde anasına bakamadığı için vicdan azabı çekiyordu. Üstelik işte bulamamıştı. En azından intikam alarak annesinin gönlünü alabilirdi. Gerisi  “Allah Kerim” diyordu. Planı da kendisi gibi çocukça idi ve annesinin hiçbir şeyden haberi yoktu. Ama şimdi. Şimdi durum çok farklıydı. Bir yol ayrımına girmişti. Bir yanda annesine bakabilecek ve geçimlerini sağlayacak bir iş vardı. Erdoğan Bey’de annesinin ihtiyaçlarını karşılayacağını söylemişti. Diğer yanda ise babası. Belki çok masum biri değildi ama onun babasıydı. Ama artık ölü bir baba. O’na Fatiha’dan başka bir yardımı olamazdı ki.

Önce; “Neye niyet, neye kısmet” diye düşündü ve kendi kendine güldü. Sonra, içinden“ yeni işin hayırlı olsun Doğan” diyerek hızlı adımlarla evinin yolunu tuttu.  Bugün hayatına yeni bir kapı aralanmıştı. Bu müjdeyi annesine biran önce vermeliydi.

( Aralanan Kapı başlıklı yazı HasanYAYLACI tarafından 10.02.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.