Âmiri, elindeki bir tomar sarı zarfı uzattı.-Hayırdır? Çatık kaşıyla - Hayır demeden bir şey yapamaz mısınız? deyince sustu.

-Bunları öğrencilerine dağıtacaksınız. Türk Hava Kurumu zarfları. Öğrenciler zekât ve fitrelerini koyacaklar.

-Efendim, öğrenciler zekatla yükümlü değil; fitrelerini de babaları veriyor.

-İyi ya işte. Babalarının zekât ve fitrelerini koymasını bir şekilde sağlasınlar.

-Ama efendim, zekat ve fitre ibadettir. Laiklik diyor ki “din ayrı devlet ayrı”. İbadetler ise gönüllü yapılır. Siz âmirsiniz, emrediyorsunuz; zorluyorsunuz. Ben öğrencilerin âmiri değil; öğretmeniyim.

-Bak yine hayır dememek için “ama efendim” diyorsun. Efendinsem sormayacak, sorgulamayacak, isteneni yapacaksın. “zorluyorsunuz” sözünü de iyi niyetine yoruyorum. Zorlama morlama yok. Bizim de âmirimiz var herhalde. O da bize emretti. Söylenen yapılacak.

-Tamam efendim, “Güneş çarığı, çarık da ayağı sıkıyor” demek istiyorsunuz.

-Bak ne güzel anladın; anlattın.  Gereğini de bir güzel yaparsın! İçinden, “bu zarfların bir üst yazısı var mı? diye sormak geçti; soramadı. Soran, sorgulayan memur sevilmiyordu.

Geçen hafta sınıf başkanı seçimi yapmıştı. Öğrenciler seçmeyi seçilmeyi öğrensin diye demokratik yöntem uygulamıştı. İnsanımız 21. yüzyıldaydı, ülkemiz Avrupa Birliğine girmeye adaydı. Bizden geçmiş olsa da, öğrencilerimizin demokrat yetişmesi gerekiyordu. Yeni bir sayfa açılıyordu. Yeni bir nesil yetişecekti; demokrasiyi özümsemiş bir nesil. Şimdi öğrencilere bunu nasıl anlatacaktı?!.
En iyisi, askerdeyken komutanın yaptığı gibi yapmaktı:
“Tüfek çatılacaaak!; Çaaat!!!”

Sınıfa girdi, başkanı çağırdı: “Bak, sana 28 tane zarf veriyorum. Bunları birer birer dağıtacak ve hafta başında içlerine fitre paraları konmuş; üzeri yazılmış olarak geri alacaksın.

-Hocam, niye dağıtacak, içine neyi koyacak ve neden koyacağız? Bunu tartışmayacak mıyız?!

-Sus! Suç size bunları öğretende. Biz parmağımızı kaldırmaya bile korkardık. Sen çengel gibi soruları sıralıyorsun. Neden! Niçin! Niye!

-Ama siz öğrettiniz hocam?!

-İtiraz istemem. TÜRK- HAVA- KURUMU. Adı üstünde, Türkiye’nin kurumu. Ayrıca bak, zarflar sarı.  Zarf sarıysa, resmî demektir. Resmî ise mecburî demektir.

-Ama hocam, siz din dersi öğretmenisiniz.  Bize “Dinde zorlama yoktur” diye bir âyet öğretmiştiniz.

-Zorlamıyor, veriyorum; çünkü bana da verdiler.

-Ama hocam, biz öğrenciyiz; bırakın fitre vermeyi, içimizde fitreye muhtaç arkadaşlarımız var. Hiç olmazsa onların zarflarını geri alın.

-Alamam. Bana sınıf mevcudu 28 kişi diye verdiler. Atalar ne demiş: İstikbal göklerdedir. THK olmazsa gökler korunamaz. O zaman istikbal olmaz. İstikbal olmazsa siz olamazsınız. İstikbalin olması için neyimiz varsa vereceğiz. Hem şimdilik sadece fitrelerinizi istiyorlar.

Başkan yardımcısı parmak kaldırdı. -Söyle, sen de mi “ama hocam?!? diyeceksin?

-Hayır hocam, ben THK’nın ne yaptığını soracaktım?

-Neler yapmadı ki! Bakın, zarfın üzerinde “1927” yazıyor. 70 yıldır milletin kurban derilerini, fitrelerini topladı; zekâtlarını istedi. Köylülerin tarlalarını ilaçlıyor, orman yangınlarını söndürüyor. Tuzu kuruların çocuklarına uçmayı öğretiyor.

-Hocam, ben köylü çocuğuyum, tarlaları çiftçiler kendi traktörleriyle ilaçlıyorlar.

-Bak kendi ağzınla “çocuğum” diyorsun; bunları bilmiyorsun. Bunlar bana 40 yıldır söyleniyor.

-Hocam, bir gazetede okudum. Bu paralar “düzenlenen kokteyllerde” yeniyormuş.

-O paralar öyle kokteyllerde falan yemeyle bitmez; kocaa Türkiye’nin kurban derisi.  Peki, orman yangınlarını söndürmesine ne diyeceksiniz?

-Hocam, haberlerde dinledim: Bakanlık yangın söndürme uçaklarını kiralıyormuş.

İnanmadığı şeyleri söylemekten bunalmıştı. “Bunları söyleyen ben miyim?! Ya onlara sormayı, sorgulamayı öğretmesem ya da bu konumda olmasaydım” diye düşündü.  Derken… sarsılmaya başladı. Deprem mi oluyordu ne?! Can korkusuyla “Bismillah” deyip sıçradı. Karşısında eşi vardı: Bey, teravihe gideceksen, vakit geldi.

-Tamam bir dakika. Kendimi toparlayayım. Kalktı; soğuk suyla abdest aldı. Kendine gelmişti. “Allah’tan, gördüğüm rüyaymış. Acaba iftarda fazla yediğim için mi sıkıntı bastı; kâbus gördüm?” diye düşündü. Kendi kendine “Midenin üçte birini boş bırakmazsan, böyle korkuturlar” diye söylendi.

Sabah okuluna gitti. Müdür yardımcısının kapısı açıktı. Ona sesleyecek gibi baktı. O, görmemiş gibi yapıp öğretmenler odasına geçti. Arkasından bir ses: Hocam, sizin sınıf kaç kişiydi?
- Hayırdır?

–Yine hayır mı diyeceksiniz!

-Ben hayır kelimesini “iyi/güzel” anlamında kullanıyorum. Hayır diyelim; hayır olsun.

-Hayırın âmirlerce anlamı, karşı gelmektir.

-Tamam, sizin dediğiniz gibi olsun. Sınıf 30 kişi.

-Şu zarflar yukardan geldi, sınıfa dağıtacak ve toplayacaksınız.

-Ama benim ailesi yoksul öğrencilerim var.

-İki öğrenci fakir olabilir, onları muaf tutuyor; 28 zarf veriyorum.

-Tamam, anladım; Şubat yine 28 çekiyor! diye söylendi.

Sınıfa giderken akşam gördüğü rüyayı hatırladı. Rüyada üst yazı sormak aklına gelmişti ama burada soramamıştı. Yukardan deniyorsa yukardandı. İtiraz yok! Rüyasının 28 sayısı tutmuştu ama zarflar sarı değil; beyazdı. Demek ki, kâbus da olsa, rüyaların gerçekle ilgisi vardı.

 

Not: Bu kâbus, 28 Şubat sürecinde, teravih’in kara kışa denk geldiği yıllarda görülmüştür.

 

 

( Hayır Diyelim Hayır Olsun başlıklı yazı Mustafa IŞIK tarafından 27.02.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu