MEKTEP ÇOCUĞU    4

Üşümüş ellerimle ağaca çıkamayacağımı anlayınca içli içli ağlamaya başladım…

 

Kar, ara ara tozuyordu. Artan esinti, açıktaki yerlerime iğne gibi batıyordu. Ceketimden ve pantolonumdan bile geçip tenimi iğneliyordu. Karabulutların en aydınlık yeri Sarıkaya’nın üstüydü. Belli ki yakında akşam olacak, karanlık basacaktı. Seslensem sesim duyulmazdı. Kurtlara ulaşırdı ancak. Ya da o karartıya. Belki bağıramam. Korkudan dilim tutulmuştur. Sesimin çıkıp çıkmadığını anlamak için bağırmaya cesaret edemedim. Ateş yakmak için ağaca çıkıp ince dallardan kırmayı düşündüm. Zorbela ağaca çıktım diyelim. Ya ateşi gören olmazsa?..Ya dallar ıslaksa? Onları yakmaya kibritim yetmezse?..Torbamdaki kitabımla iki defterim aklıma geldi.

 

“Kitabımı yırtmam. Öğretmenim kızar. Defteri yırtmama da kızar. Ortasını yırtarsam belki fark etmez. Görüp kızarsa üşüdüm derim. Varsın kulağımı
çeksin. Dedeme söylemeyeyim diye küçük dayım bana gine defter alır.” Birden titredim. “Kuran çarpsın bir daha dayıma öyle demeyeceğim…” (4)

 

Kibrit çöplerini kutuya sokuşturdum. Parmaklarım uyuştuğundan, torbanın önden bağlı ipini dişlerimle çözebildim. Sırtımı ağacın gövdesinden ayırmadan çepeçevre döndüm. Kurtlar görünmediği gibi o karartı şey de duruyordu. Ahlat ağacının gövdesine sinercesine çöktüm. Dizlerim kara gömüldü. Küçük dayımın köyün bakkalından alıverdiği defteri çıkardım. Ötekini yırtmam. Dedem, ta Dumlupınar’dan alıvermişti. Defterin orta sayfasını açtım. İçimden bir türlü yırtmak gelmiyordu. Uyuşuk parmaklarım, yaprakları tutmamak için hepten uyuşmuş gibi oldular. Sıcak soluğumu üfledim. Defterime acısam da iki yaprağı yırttım. Esintiden uçmasınlar diye buruşturup ceketimin sol cebine koydum. İkisini daha yırttım. Onları da toparlayıp aynı cebe koydum. Gizli yaparcasına iki yaprak daha yırtıp onları da top haline getirdim. Defteri koyarken akide şekeri olduğunu hatırladım. Ararken kalem elime geldi. Hemen çıkarıp iç cebime koydum. Buruşuk kağıdı arayıp buldum. Şekerleri torbaya döküp, ellerimi ısıtmak için kağıdı yakmak istedim. Şekerler kirlenir diye vazgeçtim. Açlığım köreltmek için ağzıma iki akide şekeri attım.

 

“Kardeşlerim, anam, babam yerken ben yemem…”

 

İki şeker de pantolonumun cebine koydum. Torbamı sırtıma alıp öndeki ipini bağladım. İlk kopardığım ve buruşuk koyduğum iki yaprağı top haline getirdim. Ahlat ağacının gövdesinden destek alarak doğruldum. Güç de olsa kağıt topu yaktım. Alevlenince, ellerimi ısıtmak için ondan ona aktardım. Hoşuma gitti ama alev kısa sürede bitti. Küller uçuştu. Ellerim ısınmadığı gibi acımaya başladı. Acıdan dolayı az da olsa parmaklarımın uyuşukluğu geçti. İki ateş  topumla kalemimin olması bana güven verdi. Ağzımdaki akide şekerleriyle güçlenir gibi oldum. Kibrit kutusuyla çöpleri ellerime aldım. Yürümek istedim ama uyuşmuş dizlerimi çözemedim. Tepindim. Gerime ve sağıma soluma iyice baktım. O karartı yerinde duruyordu. Adım attım. Bir, iki, üç derken dizlerim açıldı.

 

“Kurtlar yaklaşırlarsa eğer, ateş toplarımdan birisini yakar üstlerine atarım. Arkasından öbürünü savururum. Korkutup kaçırırım onları. Ateş topumun bittiğini sanıp yaklaştıklarında, ardı ardına çakar ateş yaparım. Tabanca attığımı sanırlar. Gine gelirlerse, cebimdeki kurşunkalemi gözlerine gözlerine dürterim. Kör ederim. O karartı yürüdü mü ne? Sanki beriye geliyor gibi. Önüme geçmesin? Yok yok. Yerinde duruyor.”

 

Karın tozuması arttı. Esinti o taraftan geldiği için sağ kulağım yanıyordu. Acı duyduğumdan üşüdüğümü anlayamıyordum. Şeker yemem iyi oldu. Biraz derman kazandım. Zor da olsa pantolon cebindeki şekerleri alıp ağzıma attım.

 

Çayırın ortasındaki yola geldim. Durup dört bir yanıma bakındım. Kurtların olduğu taraftaki orman öteye kaydığından daha karanlık görünüyordu. Sol taraftaki karartı ise eksikte kalmış gibiydi. Belova’nın evleri puslu görünüyordu. Sarıkaya, sanki havada duruyordu. Yürüdüm. Buralarda kar daha fazlaydı. Dizlerimi geçiyordu. Bir ayak boyu adım atabiliyorum ancak. Ağzımdaki eriyen şekerin tatlı suyunu yutarken çenem acıdı. Gözlerim kararmaya başladı. Öyle bir uykum geldi ki, uyurgezer gibi gider oldum.

 

“Karı eşeleyip biraz uyusam iyi olur. Büzülüp yatınca kurtlar beni görmez. Uykumu savdıktan sonra kalkar giderim. Dinlendiğim için daha hızlı yol alırım. Kar atıştırması da belki o vakit kesilir. Karanlıkta kurtlara da görünmemiş olurum….”

           

Ötelerden bir ses geldi. Köpek havlaması sandım. Besbelli kurtların kokusunu alan bir köpek havladı diye yordum sesi. Kim bilir, belki de bizim karabaşlardan birisiydi havlayan. Uykum biraz dağılır gibi oldu.

 

“İyi. Uyurken, köpek var diye kurtlar bana yaklaşmaz. Çayır suludur. Üstüm başım ıslanır. Büyük halamın tarlasının yanı sulu değildir. Orada yatayım.”

 

Yan tarafa yönelmek istedim. Kısa bir adım attım ki, “Veysel” diye bir ses duyar gibi oldum. Durup Belova’ya baktım. Evlerle Sarıkaya yatık gibiydiler. Üstelik bulanıktılar. Köpek hırlamasına benzeyen bir ses ilişti sağ kulağıma. Sandım ki kurtlar yaklaştı. Dönerken uyuşuk ayaklarım dolandı. Düştüm. Ellerimle birlikte, kibrit kutumla çöpler de kara gömüldü. Kalkamadım. Kurt göremedim ama, Karaarap deresi, kurtlar kadar
korkutucu göründü. Kapkaranlıktı. 

           

“Veysel’imm!..”

 

Kibrit kutusu ve çöpleri bırakmadan yumruklarımın üstünde doğrulup ayağa kalktım. Söğütlerin altından bana doğru bir karartı geliyordu. Gözlerime kar bulaştığı için ne olduğunu seçemedim.

 

“Veysel’imm!..”

 

Anamın sesi bu…Gözlerim yaşarıverdi. Anam geliyordu…Ağlamaya başladım. “Ana...” sesim zor çıktı. Koşmak istedim, küçük bir adımı bile atamadım.

 

            “Veysel’immm!”

 

Anam geliyordu…Delicesine koşarak…Şalvarını karda sürüyerek…Elindeki atkısını dalgalandırarak…Arkaya kayan üstlüğünden taşan saçlarını savura savura…Hüngür hüngür ağlarken dizlerimin üstüne çöktüm. Koca söğütlerin olduğu yerde başka karartılar gördüm... Anam geliyordu…Şalvarla da olsa koşarak…Büyük adımlar atarak…Bir taş atımı kadar yaklaştı anam. “Veysel’immm!..” der demez süstü gitti karda. Ciğerim yanıverdi. Gidip anamı kaldırmak istedim. Kalkamadım ama anam kalktı. Yüz gözü kar içinde koştu bana doğru. Soluk soluğa geldi…Çöktüğü gibi beni öyle bir sarmaladı ki, birlikte kaydık. Kara gömüldük. Anam, yüreğine koymak istercesine sımsıkı sardı beni…Çıldırmışçasına öperken kesik kesik ağlayınca ben de yeniden ağlamaya başladım…

 

Anam sıcacıktı. Yüreği güm güm atıyordu. Ciğerlerine soluk yetiştiremiyordu. Anam için korktum. Yaman anam, onca yorgunluğuna rağmen atkısıyla beni hemen sarmaladı. Boşta kalan ayaklarıma da, belinden çıkardığı kuşağını sardı. Kalktığı gibi beni kucaklayıp sırtına aldı. Yürüdü koşarcasına. Koşarak gelenleri gördüm. Aralarında babam da vardı. En öndeki genç emmim, geldiği gibi anamın sırtından aldı beni. Geldiği yöne koşmaya başladı. Babam ve iki emmim yanında hiç durmadı. Babamın, dokunsan ağlayacak gibi olduğu fark ettim Az sonra başımı çevirip baktığımda, babamın ceketini çıkarıp anama verdiğin gördüm. Sevindim. Bir başka duygulanıp gözyaşı döktüm…

           

Küçük emmim, evlere çıkan yokuşta bile koşarak sırtında taşıdı beni. “Veysel’e ne olmuş?” diyen kadınlara cevap bile vermeden beni götürüyordu. Bir tek, ellerini dizlerine vurarak ağlayan abama, “Ağlama kız! Kardeşin iyi!” diyerek çıkıştı.

  

Soğuktan uyuşan ellerim, ayaklarım, kulaklarım, boynum epey bir süre karla ovuşturuldu. Çıplak vücuduma koyun pöstekisi sarıldı. Döşeğe yatırıldım. Anam, ıhlamur kaynatıp içirdi. Bir zaman sonra ısınıp canlandım. Çoluk çocuk bütün Belovalıların evde oluşuyla gönlüm de ısındı. Hele, minik kardeşim yanıma yatırılınca içim daha bir ısınıverdi. Baya büyümüş kardeşim. Tam benim beklediğim gibi olmuş. Çok tatlı bir oğlandı. Kokusu pek tatlı geldi. Fırından yeni çıkmış ekmek kokusu gibi…Öpüp kokusunu içime çektim. Ağlayınca abam aldı. Özenen ortanca kardeşim yatağa giriverdi. Gülüşenler oldu. Sarıldı kardeşim. Ben de sarıldım. Ağladı. Ben ağlamadım emme gözyaşı döktüm…

 

Devam edecek. Bir bölüm kaldı.

 

Veysel Başer

 

4: Yeminime, bu öykü yazana kadar sadık kaldım.

( Mektep Çocuğu 4 başlıklı yazı Veysel Başer tarafından 5.05.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu