Otomobil hevesin hiç olmadı, ta ki bir ehliyet alana kadar. Bence tüm motorlu taşıtlar gürültülü, çevreyi kirleten, pahalı ve insanın midesini bulandıran makinelerdi. Ortaokul ve lise yıllarımda arkadaşlarım tüm otomobil markalarını ezbere sayarken ben şiirler yazıyordum. Arkadaşlarımın hepsi on sekiz yaşını doldurur doldurmaz ehliyet aldılar. Bana hep uzak kaldı, yani ben hayatımdan hep uzaklaştırdım ehliyet alma zamanını. Hatta yirmi yedi yaşıma kadar bir otomobilde gaz pedalı nerede olur, fren pedalı hangisidir onu bile bilmiyordum. Aslında hiç te ihtiyacım olmadı öğrenmeye.

İlkokul, ortaokul, lise, üniversite ve askerlik derken bir de bakmışım evlenmişim, çocuğum olmuş. Bu arada geçen süreden hiç haberim olmadı desem yalan olmaz. Oysa zaman hiç geçmez benim için. Şarkı doğruyu söylüyormuş meğerse ; ‘’Zaman bir türlü geçmezken, yıllar hayatlar geçiyor.’’ Bu süre içinde birçok duygu yaşadım, birçok unutulmaz anı. Bunları anlatmamın ya da yazmamın imkânı yok. Bahsetmek istediğim ehliyet belgesi alma hususu. Ehliyet almaya hiç ihtiyaç duymadım, çünkü otomobillere hiç merakım yoktu. Oysa yeni makineler her zaman ilgimi ve hayranlığımı cezp etmiştir. Örneğin ilk çıkan cep telefonundan aldım, sonraki modellerinden de. Yaklaşık yüz elli iki yüz çeşit cep telefonu kullanmışımdır. Bu bir tüketim çılgınlığı olmasının yanı sıra benim için bir tür hobi, bir tür tutkuya dönüştü. Sonra en az on, on beş kez telefon operatörü değiştirdim. Bu bende bir hastalık halini almıştı desem yeridir. Sanırım şimdi de sıra otomobillerde.

Eşim ısrar etti ehliyet hususunda. Bir o eksik mantığı ile hareket ettik. Benim yine gönlüm yoktu. Ehliyet kursuna gittiğimde sürücü kursunun derslerine katılan tek kişinin ben olduğumu fark ettim. Diğerleri derslere girmiyorlardı ve hoca bana eğer otomobil kullanmayı biliyorsam benimde gelemeyebileceğimi söyledi. Oysa benim otomobiller hakkındaki bilgim yok denecek kadar azdı. Yalnızca tüplü arabaların, dizel arabalardan ve dizel arabaların benzinli arabalardan daha az yakıt tükettiğini biliyordum o kadar. Sürücü kursunun hocası benim cahilliğimi şaşkınlıkla karşıladı. Yirmi yedi yaşında bir erkeğin otomobiller hususunda bu kadar cahil olmasını beklemiyordu sanırım. Genelde bu hususta bayanlar cahil oluyorlarmış. Genelde ise ev hanımları. Ehliyet kursu hocası otomobili en ince ayrıntısına kadar öğretti bana. Teorik açıdan hiçbir eksiğim kalmadı. Sadece ben derse katıldığım için bir nev’i özel ders oldu zaten. Ösym’nin düzenlediği yazılı sınavı kolaylıkla geçtim. Ama işin zor kısmı elbette ki pratik kısmıydı. Direksiyon dersi veren hoca sanırım benim gibi bir öğrenciden sonra mesleğini bırakmak hususunda derin düşüncelere kapılmıştır. Otomobili çalıştırmak ve daha önemlisi yürütmek ne kadar zordu anlatmanın imkanı yok. Ayrıca her duruşumda direksiyon hocası ön camla yakın ilişkiler kurdu. Geri geri gitmek ve park etmek benim için zulümdü. Ama en zoru ve korkutucu olanı araçları sollamaktı. Sonunda bunları da öğrendim ve ehliyetimi aldım.

Ehliyetim yokken gitmek istediğim yere ya yürüyerek, ya ticari taksi ile ya da toplu taşıma araçları ile giderdim. Lüzumlu olmadıkça dışarı çıkmazdım. Ama şimdi bunlar bana çok can sıkıcı geliyor. Bu benim için yeni bir hastalık. En kısa zamanda bir otomobil sahibi olmak istiyorum. Yolda park halinde olan araçların tüm özelliklerini ezbere sayıyorum. İçimdeki otomobil isteğini anlatmanın imkanı yok. En hızlı giden otomobil hangisi, hangisi ekonomik hangisi değil, hangisi hangi yol için iyi hepsini en az adım kadar biliyorum. Öyle ki otomobil dergilerine üye oldum, otomobil hakkındaki forum sitelerine üye oldum. Bu benim için bir tutku halini aldı. Kendimden korkar hale geldim. Ehliyet için ısrar eden eşim bile bu otomobil bahsini unutmam için türlü oyunlar oynuyor. Sanırım en kısa zamanda bir otomobil sahibi olacağım.

Sıradaki hedefimse futbol. Ben futbolu hiç ama hiç sevmem. Küçükken en sevdiğim filmlerin zamanına futbol maçları denk geldiği için ve babam futbol izlediği için futboldan nefret ettim. Ama arkadaşlar öyle tatlı futbol muhabbetleri yapıyorlar ki. Hele hele televizyon programlarını bir izleseniz. Akşam saat yimibirden gece saat dörde kadar sürüyor futbol programları. Demek ki çok keyifli bir şey. İddaa diye bir de futbol bahis oyunu var. Yani hem eğleniyorsun hem de para kazanıyorsun. Çok ilgi çekici geliyor bana. Futbolla ilgili her şeyi bana kim öğretir onu bilmiyorum bir tek. Bu konuda herkes uzman gibi benim dışımda. Sorunca da dalga geçiyorlar maalesef…
( Hobi Mi Tutku Mu Hastalık Mı? başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 6/12/2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.