Şiir, sözü etkili, çarpıcı, yoğun anlamlı ve güzel söyleme sanatıdır. İnsanlar yüzyıllar boyunca dili işleye işleye zenginleştirmişler, ifade imkânlarını genişletmişler ve iletişimi daha güzel sağlayacak bir araç haline getirmeye çalışmışlardır.
Zaman içinde edebiyatçılar, dili işleye işleye tek boyutluluktan, tek bir anlamın ya da şeklin karşılığı olmaktan çıkarıp, birden fazla anlamı karşılayabilecek bir biçime sokmuşlardır. Böylece dil, kuru bir iletişim aracı olmak yerine sesiyle ahenkli, anlamıyla derinlikli, zengin, yoğun içerikli ve görüntüsüyle hoş bir kompozisyon hâline gelmiştir.
Edebî sanatlar, dilin gerçek ve sembolik her türlü anlamını karşılamak, az sözle çok şey ifade etmek, anlam ve çağrışım ilgileri kurmak, harf ve sözcüklerin şekil olarak görüntülerinden ve ses değerlerinden yararlanmak amacıyla üretilmiş söz söyleme sanatlarıdır. Edebî sanatlar, ince duyguların, keskin zekâların ve estetik duyarlığın ürünü olarak doğmuştur. Türk edebiyatında en eski dönemlerden günümüze kadar, özellikle Klâsik (Divan) Türk edebiyatında edebî sanatlara büyük önem verilmiştir.
Çağdaş Türk Şiirinde de sıkça kullanılan bu edebi sanatlar bazen imgeyle karıştırılmaktadır. Türk Halk Şiirinde yoğunlukla kullanılmakta olan bu edebi sanatların çağdaş Türk Şiirinde imge ile karıştırılmaması açısından bunları örnekleriyle açıklamakta fayda olduğunu düşünüyorum.
İMGE KAVRAMI
Öncelikle imgenin ne olduğu ve ne olmadığı hususunda birkaç söz etmek ve bunun edebi sanatlar arasındaki ince çizgiyi belirlemek gerekir.
İmge kavramı Latince imago sözcüğünden türemiş “image”den gelir. İmage sözcüğü taklit, öykünme, kopya anlamlarına gelmektedir. Zaman içinde anlam genişlemesiyle bireyin zihninde beliren bir resim, bir kavram, bir fikir, bir izlenim gibi anlamlar kazanmıştır. Daha sonra da yazın bağlamında; söz sanatları, eğretileme ya da benzetme için kullanılır olmuştur.
Doğrudan sözlüğe başvurmak gerekirse Image sözcüğü İngilizcede şu anlamları ifade eder:
1. İmge, hayal, düş, hülya; zihinde oluşturulan resim.
2. Benzerlik, biçim, şekil, suret, tasvir.
3. Bir insanın tıpatıp benzeri.
4. Put, tapılacak nesne.
5. Benzetme, mecaz, eğretileme; bir şeyi belirtmek için şiirsel biçimde kullanılan söz.
6. İzlenim, görüntü.
7. Görüntü, bir şeyin aynadaki aksi.
Meydan Larousse’ta ise imge “gerçekte var olmayan şeylere zihinde istenen şekli vererek canlandırma yetisi” olarak geçer.
İmge sözcüğünün sözlük anlamları bile bu kadar fazlayken ona tam bir tanım getirebilmek, hele de şiir gibi kişisel bir özelliğe bağlı bir tür için, imkânsız gibidir. Biz, şiirdeki imgenin bizim için en olabilir ve bizce en olası mümkün anlamlarına nüfuz etmeye çalışacağız.
İmge, ön anlamıyla bizler için görünmesi zor olan bir anlamsal alanın veya görüntülenmesi güç olan bir görüntünün sözcükler yoluyla okuyucunun o alanı görmesini sağlar. Yani hayalin bir nevi birden maddi dünyaya girivermesi durumudur. Bununla birlikte böyle bir görüntüyü ortaya koymak işi; ya belirgin imgesel ifadelerle ya da şiirin bir bütün olarak bir imgesel bir bütünlük oluşturması yoluyla yapılır. Böylelikle imge; kısa bir ifade (örneğin sadece bir kelime) de olabilir, şirinin bir bütün olarak bizde oluşturduğu görsel bir his de olabilir.
Bir görüşe göre imge, eğretilemeyle ilgili sözel verileri bulandırır. İmgenin gerçek bağlantıları, şiiri az çok “daha derin bir yapının içine yerleştirir”.
İmge için, şiirleri vahiysel bir hale sokan, içinde bir nevi mucizevî bir sürecin olduğunu, sözcüğe can vermek türünden bir ‘şey’ olduğunu ileri sürenler de olmuştur.
İmgenin olduğu yerde, gizli bir örüntünün (olay veya nesnelerin düzenli bir biçimde birbirini takip ederek gelişmesi) aranması gerekir. İmgelerin incelenmesi, bunların sanatçının amaçladığı dışavurumlar değil, onun aracılığıyla iş gören daha büyük bir gücün, bir yüce zihnin, dışa vurulması olduğu varsayımını gerekli kılar.
Bilinen tanımıyla imge, soyut olanı görselleştirme, maddeye bürüme durumu değil midir? İşte imge için asıl belirleyici bilgi de burada yatmaktadır. İmge, hiçbir zaman karşımızda yavaşça ilerleyen bir resim çizmez, onu görselleştirmez, maddeye bürümez; imge, içe doğdurur. Resim çizmez, resim çiziverir veya resim çizmektedir ama bizler o resmin çizilme aşamasının pek farkında olmayız, biz resmi birden görürüz, yani oradaki hissi bir anda tadarız.
Zihin, şeylere ilişkin nihai gerçekliği kavramak için imgelerden yararlanıyorsa; bunun nedeni, gerçekliğin çelişkili yollardan kendini göstermesi, bu yüzden de kavramlarla dile getirilememesidir. Dolayısıyla imge, imge niteliğiyle, bütün bir anlamlar kümesidir.
İmge, benzetmeyle söylemek gerekirse, aynayı andırır; ancak o ne aynanın üzerindeki “görüntü”dür, ne de arkasındaki “sır”dır. Görüntüyle sırrın birlikteliğini mümkün kılan, kendi de bu birliktelikle varlık kazanan aynanın ta kendisidir.
Burada dilin yol göstericiliğine başvurarak, “şiddetle arzulanan bir şeyin gerçekleşmemesi nedeniyle duyulan üzüntü” anlamına gelen hayal kırıklığı sözünü inceleyelim. Bu deyim, birkaç niteliği bir araya getirir. İlk bakışta, deyimdeki “hayal” sözcüğü imgenin daha çok zihinsel yönünü, gerçeklikten bağımsız olarak zihinde yaratılan şeyi gösterir gibidir; ama özellikle “kırık”lığın devreye girmesiyle “hayal”i neredeyse parçalanmış, bölünmüş, “kırılmış bir nesne”, şekil, biçim, görünüm anlamlarıyla bir suret, bir ikon, bir resim gibi düşünmek zorunda kalırız. “Kırıklık”, hayal imgesine ikonik bir somutluk kazandırır, ona son derece maddesel, elle tutulur bir nitelik verir ama tersi de doğrudur. Bir başka deyişle hayalin elle tutulmazlığı son derece somut edimselliğin ürünü “kırıklık”a bir tür uçuculuk bulaştırır, onu sanki nesnesi olmayan bir “kırılma”ya dönüştürür. Deyimi oluşturan iki sözcük, birbirini seven ama birbirine dışsal bir baskının zorlamasıyla birbirine dokunamayan iki sevgili gibi hem birbirlerine uzanır, birbirlerini çekerler, hem birbirlerini uzaklaştırır, iterler. Hayal; “kırık”lığın ikonikliğine, edimselliğine, “gerçekliğine” öykünür. Kırıklık ise, “hayalin” düşselliğine, tasarımsallığına, “gerçek dışılığına”. Sonuçta kavramsallaştırılması son derece zor bir bağıntı ortaya çıkar. Buradaki zorluk, içsellik-dışsallık etkileşiminin paradoksal doğasından kaynaklanır. İçsellikten bağımsız bir dışsallık olmadığı gibi, dışsallıktan bağımsız bir içsellik de yoktur. İşte imge, bu etkileşimin en ele avuca sığmaz bir noktasında anında bulunur.
İmge ile simge arasında belirgin bir fark mevcuttur. İmgesel şiir ve simgesel şiir olarak iki kavram üzerinde incelemek gerekirse simge, bir sözcüğü bir başka sözcüğe taşımak durumudur. Yani bir nevi saklanması gereken bir sözcüğün bir başka sözcük kullanılarak perdelenmesi durumu veya sevilesi bir şeyin; bir başka sevilesi şey’le birlenmesi durumudur.
Divan edebiyatımızda sıkça kullanılan gül, bülbül gibi sözcükler birer simgedirler. Gül denilerek sevgili kastedilir. Sevgili, gül ile simgelenir, ona gül diye hitap edilir ve biz anlarız ki her gül sözcüğü geçtiğinde kastedilen aslında sevgilidir. Gül ile sevgili arasında içsel bakımdan ve kişisel deneyime dayanmayan, bir çıkarım sonucu olmayan türde bir bağ vardır. Burada kullanılan simge, genel bir kullanıma bürünmüştür. Ama imge için aynı şeyleri söyleyemeyeceğiz. İmge, kişisel deneyimler sonucu ortaya çıkan bir tür duygunun dışa vurumudur.
İmgesel şiirde simgeler bulunabileceği gibi, simgesel şiirde de imgeler bulunabilir. Simgesel şiirler bir tasarımdır. Ancak imgesel şiirler içe doğmadır ve imge olan sözcük veya deyim bir kere oluştuktan sonra artık onun başka şiirde kullanılması ancak simgesel olabilir. Çünkü o imgenin bir karşılığı, bir anlamı oluşmuştur. Divan edebiyatında gülün sevgiliyi temsil edişi, onu ilk kullanan açısından imgeseldir. Ancak ondan sonra bütün kullananlar simge olarak kullanmaktadırlar.
İşte edebi sanatlar ile imgeyi ayıran ince çizgi buradadır. Edebi sanatlar simgesel şiiri temsil etmektedir. Bu çalışma, onlarca çeşidi olan edebi sanatların imge ile karıştırılmaması ve iyi anlaşılması açısından kaleme alınmış ve aşağıda örnekleriyle açıklanmıştır.
EDEBİ SANATLAR
Edebi sanatları eğer belli başlıklar altında toplamak istersek, bunları mecazlar, anlam sanatları ve söz sanatları başlıklarıyla inceleyebiliriz.
1. MECAZLAR
Mecaz, yol, geçecek yer, gerçeğin zıddı gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise sözün, sözcüğün asıl anlamıyla değil, benzerlikler kurma yoluyla başka anlamlarda kullanılmasıdır.
Mecazları altı başlık halinde toplayabiliriz:
1.1. Benzetme (Teşbih)
Teşbih’in sözcük anlamı benzetme, terim anlamı ise aralarında bazı özellikleri açısından ilgi kurulabilen iki unsurdan benzerlik bakımından güçsüz olanı güçlü niteliklere ve özelliklere sahip olan diğer unsura benzetmektir. Benzetme (teşbih) sanatı dört benzetme unsurundan oluşur. Bunlar:
Benzetilen: Aralarında benzerlik kurulan unsurlardan özelliği ve niteliği bakımından zayıf olun unsur.
Kendisine benzetilen: Benzerlik kurulan unsurlardan nitelik ve özelliği bakımından üstün, güçlü olduğu için kendisine benzetme yapılan unsur.
Benzetme yönü: Benzerlik kurulan unsurlar arasındaki benzeşme ilgisi ve yönüdür.
Benzetme edatı: Unsurlar arasında benzerlik ilgisi kuran edat ya da edat görevini yüklenmiş sözcükler, eklerdir. Bu sözcükler genellikle “adetâ, andırır, benzer, gibi, gûyâ, kimi, meğer ki, misal, nitekim, sanki, tıpkı, tek, kadar, nisbet”dir.
Teşbih, bu dört unsurundan birinin ya da birkaçının yer alıp almamasına göre çeşitlendirilir:
1.1.1. Ayrıntılı Benzetme
Her dört unsurun da bulunduğu benzetme.
Örnek:
Aktı gönlüm su gibi sen serv-i dil-cûdan yana
Sen de mâyil ol revân ey serv akar sudan yana
Zâtî
Anlamı: Gönlüm, su gibi gönlü çeken servi boylu (olan) sen sevgiliden yana aktı. Ey servi boylu güzel, sen de akarsudan yana akmaya eğilimli ol.
Benzetilen: gönül
Kendisine benzetilen: su
Benzetme edatı: gibi
Benzetme yönü: Suyun akması ile sevenin sevilene eğilim, ilgi göstermesi, ona doğru yönelmesi, arasındaki ilişki.
Kendi örneğimiz:
İçerim ateş gibi, soğumaz yürek harım
Benzetilen: içerisi (yürek)
Kendisine benzetilen: ateş
Benzetme edatı: gibi
Benzetme yönü: içerisinin ateş gibi olmasıyla oluşan yürek harının (sıcaklığının) soğumaması arasındaki ilişki.
1.1.2. Kısaltılmış Benzetme
Teşbihin dört unsurundan benzetme yönünün söylenmediği benzetme.
Örnek:
Âb-gîne içinde mey gibidir
Leb-i la’lin hayâli dilde müdâm
Bâkî
Anlamı: Devamlı olarak gönülde kırmızı dudağının hayali billûr kadeh içindeki şarap gibidir.
Benzetilen: leb-i la’l (kırmızı dudak)
Kendisine benzetilen: mey
Benzetme edatı: gibi
Benzetme yönü belirtilmemiş. Aşıkın gönlünde sevgilinin kırmızı dudağının hayali, düşüncesi, tasavvuru, kırmızılığından ve zevk vericiliğinden dolayı billûr kadeh içindeki şaraba benzetilir.
Kendi örneğimiz:
Benzetilen: yakamozlar
Kendisine benzetilen: ateşböcekleri
Benzetme edatı: gibi
Benzetme yönü belirtilmemiş. Yakamozların deniz üzerindeki parıltıları, denizin üzerini ateşböceklerinin sarmasına benzetilmiştir.
1.1.3. Pekiştirilmiş Benzetme
Benzetme edatına yer verilmeyen benzetme.
Örnek:
Aşk bir şem-i ilâhîdir benem pervânesi
Şevk bir zencîrdir gönlüm anın dîvânesi
Hayâlî
Anlamı: Aşk, ilahî bir mumdur. Onun etrafında dönen (ise) pervanesi, kelebeği de benim. Şevk bir zincirdir, gönlüm de onun delisidir.
Burada aşk ilâhî bir muma, şevk de zincire benzetilmiş; ancak benzetme edatı kullanılmamıştır.
Kendi örneğimiz:
Burada acılar ilaca benzetilmiş ancak benzetme edatı kullanılmamıştır. Acıların insanı pişireceği (olgunlaştıracağı) belirtiliyor ve bu yüzden acıların ilaca benzediği ifade ediliyor.
1.1.4. Uz Benzetme (Teşbih-i Beliğ)
Yalnız benzetilen ve kendisine benzetilen unsurlarıyla yapılan, benzetme edatı ve benzetme yönüne yer verilmeyen benzetme.
Örnek:
Göz yaşı encümünü reh-ber edinmezse eğer
Şeb-i gamda eremez âşık-ı güm-râh sana
Necâtî
Anlamı: Yolunu şaşırmış âşık, eğer “gözyaşı yıldızları”nı kılavuz edinmezse, gam (hüzün) gecesinde sana ulaşamaz. (Burada “gözyaşı yıldızları” imgedir.)
Benzetilen: gözyaşı
Kendisine benzetilen: encüm (yıldızlar)
Kendi örneğimiz:
Burada saçlara düşen aklar kara benzetilmiş ancak benzetme edatı ve yönü kullanılmamıştır.
1.1.5. Yaygın Benzetme
Benzetilenle kendisine benzetilen arasındaki birden fazla özelliğin anlatıldığı benzetmedir. Benzetilen ile kendisine benzetilen arasındaki benzerlikler aktarıldıktan sonra, temel benzerlik unsuru belirtilir.
Örnek:
Nevha
I
Feminin rengi aks edip tenine
Yeni açmış güle misâl olmuş
İn’itâfile bak ne âl olmuş,
Serv-i sîmin safâlı gerdenine
O letâfetle ol nihâl-i revân
Giriyor göz yumunca rüyâma.
Benziyor, aynı kendi hülyâma
Bu tasavvur dokundu sevdâma.
Âh böyle gezer mi hiç cânân ?…
Gül değil arkasında kanlı kefen…
Sen misin, sen misin garîb vatan?…
(Namık Kemal – Vâveylâ)
Anlamı: Ağzının rengi tenine yansıyıp yeni açmış güle benzemiş. Gümüş servinin safalı boynuna dönüp bir bak, ne kırmızı olmuş. O güzellikle su gibi akıp giden o fidan, gözümü yumunca rüyama giriyor. Aynı kendi hülyama benziyor. Bu düşünce sevdama dokundu. Ah, sevgili (dediğin) hiç böyle gezer mi? Gül değil arkasında, kanlı kefen sen misin, sen misin garip vatan?
Bu metinde “vatan” bir sevgiliye benzetilmiş. Şair vatana âşık oluşunu bir kadına âşık olmayla özdeşleştiriyor. Sevilen kadınla vatan arasında benzerlikleri kurup, sonunda da benzetilen unsur olan “vatan”ı belirtiyor.
Kendi örneğimiz:
Benzetilen: Namaz
Kendisine benzetilen: Miraç
Bu dizede namaz miraca benzetiliyor. Namaz miraçla özdeşleştiriliyor ve namaz ile miraç arasında benzerlikler kurulup, benzer unsur olan miraç belirtiliyor.
1.2. İğretileme (İstiare)
Sözcük anlamı ödünç, iğreti alma, terim anlamı ise bir sözcüğün anlamını geçici olarak başka bir sözcük hakkında kullanmadır. Bir şeyi gerçek anlamının dışında bazı bakımlardan benzerlik kurulan başka bir şeyin ismiyle belirtmektir. İstiarede söz, kendi gerçek anlamının dışında kullanılır ve benzetme amacı güdülür. İstiare sanatı, benzetilen ile kendisine benzetilen unsurlarından sadece birinin belirtilmesiyle yapılır ve ikiye ayrılır. Bunlar;
1.2.1. Açık İğretileme (Açık İstiare)
Kendisine benzetilen unsuruyla yapılan iğretilemedir.
Örnek:
Aceb ne bezmde şeb-zindedâr-ı sohbet idin
Henüz nergis-i mestinde bûy-ı hâb kokar.
Nedim
Anlamı: Acaba hangi dost meclisinde sabaha kadar sohbet ettin. Nergis[e benzeyen mahmur, sarhoş gözün]den hâlâ uyku kokusu geliyor.
Burada “nergis” ile “göz” kastedilmiştir. Benzetilen “göz” söylenmemiş kendisine benzetilen unsur olan “nergis” doğrudan göz anlamında kullanılmıştır. Beyitte geçen “kokar” kelimesiyle de nergisin asıl anlamı arasında ilişki vardır.
Kendi örneğimiz:
Erguvan çiçekleri açmışsa hüzün
Burada “erguvan çiçekleri” ile “baharın gelişi” kastedilmiş, baharın gelişini simgeleyen erguvan çiçekleri ile benzetilen “baharın gelişi” söylenmemiş, ancak kendisine benzetilen unsur olan “erguvan çiçekleri” doğrudan baharın gelişi anlamında kullanılmıştır. Çiçeklerin hüzün “açması” ile erguvan çiçeklerinin asıl anlamı olan baharın hüzünlü gelişi arasında ilişki vardır. Erguvan çiçekleri, efsaneye göre İsa’ya ihanet eden Yahuda’nın kendini bu ağaca asmış olmasının hüznünü temsil eder. Efsanede, bu olaydan önce çiçeklerini beyaz olarak açan erguvan ağacının, bu olaydan sonra utancından kan kırmızı renkte açtığı belirtilir.
1.2.2. Kapalı İğretileme (Kapalı İstiare)
Sadece benzetilen unsuruyla yapılan iğretilemedir.
Örnek:
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan
Bâkî
Anlamı: Bahçenin ağaçları tecrit hırkasına girdiler, tüm varlıklardan sıyrıldılar. Sonbahar rüzgârı, çimenlikte, bahçede çınardan el aldı.
Burada sonbaharda yapraklarını döken ağaçlar, dünya varlıklarından sıyrılan mutasavvıflara (tasavvuf ehli) benzetilmiş. Benzetilen unsur olan ağaç belirtilmiş, ancak kendisine benzetilen unsur olan mutasavvıf söylenmemiştir.
Kendi örneğimiz:
Burada bir esinti bekleyen sal, heyecanını ve umudunu yitirmiş bir kişiye benzetilmektedir. Benzetilen unsur olan sal belirtilmekte, ancak kendisine benzetilen unsur olan umudu kalmamış kişi söylenmemektedir.
1.3. Mecaz-ı Mürsel
Bir sözü, gerçek anlamından başka bir anlamda ve benzetme amacı gözetmeden kullanma. Bu sanatta sözün kendi gerçek anlamının dışında olmasına ve gerçek anlamının düşünülmesine engel bir şey bulunmasına dikkat edilir. Mecâz-ı mürsel sanatı genellikle şu yollarla yapılır: Parça belirtilerek bütün, bütün belirtilerek parça; durum söylenerek yer, yer belirtilerek durum; sebep söylenerek sebep olan şey, sebep olan şey belirtilerek sebep; genel vurgulanarak özel, özel vurgulanarak genel kastedilir.
Örnek:
Aldın hezâr büt-gedeyi mescid eyledin
Nâkûs yerlerinde okuttun ezânları
Bâkî
Anlamı: Binlerce puthaneyi alıp mescide dönüştürdün. Çan yerlerinde ezanları okuttun.
Burada parça-bütün ilişkisi bağlamında, “nâkûs” parçasıyla Hıristiyanlık dini; “ezan” parçasıyla da İslâm dini vurgulanmak istenmiştir.
Kendi örneğimiz:
Kaç zamandır sevinçlerden uzağım
Rüzgârların savurduğu yerdeyim
Geçti bir çırpıda en güzel çağım
Parça-bütün bağlamında rüzgarın savurmasıyla, kendini hayatın akışına bırakmış olarak oradan oraya sürüklenmek; güneşlerin kavurmasıyla yüreğine ateş düşmüş olması ifade edilmiş; hayatını beyhude geçirmesi yüzünden yüreğine ateş düştüğü, pişmanlıklar içerisinde olduğu belirtilmektedir.
1.4. Kinaye
Asıl maksadı dolaylı ve kapalı bir şekilde ifade eden söze denir. Sözün gerçek anlamı kastedilmiş olabilir; ancak asıl amaç mecazlı anlamı vermektir. Söz hem gerçek hem de mecazî anlamıyla birlikte kullanılır. Türkçedeki deyimler genellikle kinayeli sözlerdir.
Örnek:
Gönlüm gibi ey nâme gidip yârda kaldın
Baş üzre yerin var ham-ı destârda kaldın
Nâilî-i Kadîm
Anlamı: Ey mektup, gönlüm gibi gidip sevgilide kaldın. Baş üzre yerin, var sarığın büklümlerinde, kıvrımlarında kaldın.
Burada mektubun sarığın kıvrımları arasında kalması gerçek anlamıdır. Onun baş üzre yeri olması da hem gerçek anlamıyladır, hem de saygı gördüğünü ifade eder.
Kendi örneğimiz:
Bir defter arasında sıkışıp kalmış hatıraların
Dikenleri hala batıp duran
Burada da hatıraların bir defter arasına sıkışıp kalması gerçek anlamıdır. Defterin arasına bırakılmış solmuş güllerin dikenlerinin hala batması ise hatıraların verdiği yürek acısını ifade etmektedir.
1.5. Tariz
Sözcük anlamı dokundurma, dokunaklı söz söyleme, sataşma, ilişme, taşlama, terim anlamı ise sözün gerçek ya da mecazlı anlamıyla kullanılmayıp, tamamen bunların zıddı bir anlamın kastedilmesidir. Amaç, sözü ters anlamıyla kullanmaktır. Bu sanat iğnelemek, alaya almak ve taşlamak için kullanılır.
Örnek:
Ters Öğüt Destanı
Bir yetim görünce döktür dişini
Bozmağa çabala halkın işini
Günde yüz adamın vur kır dişini
Bir yaralı sarmak için yeltenme
Huzûrî
Şair burada aslında söylediklerinin tam tersini kastetmektedir ve bu türlü davrananları taşlamaktadır.
Kendi örneğimiz:
Sakın bir kez arama
Sesine hasret bırak
Tuz bas her gün yarama
1.6. Kişileştirme (Teşhis ve İntak)
Teşhis “kişileştirme”, intak ise “konuşturma” demektir. İnsanın dışındaki canlıları, hayvanları, bitkileri ve cansız varlıkları insan gibi düşündürüp konuşturmaya, insan gibi davrandırmaya, kişileştirme ya da teşhis ve intak sanatı denir. Bu sanata en çok masallarda, özellikle hayvan masallarında rastlanır.
Örnek:
Hârdur tahrîk-i bâd ile libâsın çâk eden
Yoktur ey hâce güle hergiz ziyânı bülbülün
Zâtî
Anlamı: Elbisesini rüzgârın tahrikiyle yırtan dikendir ey hoca, bülbülün güle asla zararı yoktur.
Burada gül, bülbül ve diken kişileştirilmiştir.
Kendi örneğimiz:
Sorsan, söylerdim usulca kulağına sevdiğini
Koparman gerekmezdi yapraklarımı
Burada kişiselleştirilen papatyadır. Sevdiğinin de kendisini sevmekte olduğundan emin olmak için papatya falına bakan gence papatyanın hitabı belirtilmektedir.
2. ANLAM SANATLARI
Anlam sanatları bir edebî metinde geçen sözlerin gerçek anlamlarıyla ilgili sanatlardır. Bunlar:
2.1. İham
Sözcük anlamı vehme düşürme, terim anlamı ise iki ve daha fazla anlamı olan bir sözcüğü tüm anlamlarıyla birlikte kullanma sanatıdır.
Örnek:
Şemîm-i kâkülün almış nesîm gülşende
Demiş ki sünbüle sende emânet olsun bu
Figânî
Anlamı: Sabah esen hafif tatlı rüzgâr, gül bahçesinde senin kâkülünün güzel kokusunu almış ve sünbüle demiş ki, sende emanet olsun bu/koku.
Bu beyitte “bu” sözcüğü, hem koku hem de işaret sıfatı anlamlarıyla birlikte kullanılmıştır.
Kendi örneğimiz:
Benle doldurdu yeri
Bende kıldı zehiri
Bir yanımı sayf kıldı
Bu dizedeki “ben” sözcükleri hem benlik, hem insan, hem de şahıs zamiri olarak kullanılmıştır.
2.1.1. İham-ı Tenasüp
Sözün söylenmemiş anlamıyla mısra ya da beyitteki öteki sözcükler arasında anlam ilgisi kurulan ihamdır.
Örnek:
Sür sâkiyâ kümeyt-i sebük-seyr-i sâgarı
Gezdirmedir ilâcı su inmiş ayağına
Emrî
Anlamı: Ey saki, kadehteki çabuk içiliveren şarabı ortaya sür; ayağına su inmiş, ilacı gezdirme.
Bu beyitteki “ayak” sözcüğünün hem organ ismi, hem de kadeh anlamı vardır. Birinci anlamı vurgulanmış, ancak ikinci anlamı olan “kadeh”in “kümeyt”, “sakî” ve “sâgar” sözcükleriyle ilgisi kurulmuştur.
Kendi örneğimiz:
Dostum, bu gidişle vallahi işin yaş
Islanma bu yağmurda,
Birinci mısrada “işin yaş” ifadesiyle işin “ıslak” olduğu değil, kötü olduğu vurgulanmış ikinci mısradaki “ıslanmak” ve üçüncü mısradaki “şemsiye” ile ilgisi kurulmuştur.
2.1.2. İham-ı Tezat
Birden fazla anlamı olan bir sözcüğünün mısra ya da beyit içinde söylenmeyen anlamıyla karşıt anlamı olan bir sözcük arasında ilgi kurularak yapılan iham sanatıdır.
Örnek:
Vakt-i iftâr kühen sözlere karnım toktur
Vehbiyâ aç elini hayr duâ eyle hemân
Seyyid Vehbî
Anlamı: İftar vakti modası geçmiş sözlere karnım toktur. Ey Vehbi, elini aç ve hemen hayır dua eyle.
“Aç” sözcüğü hem “açmak” eyleminin emir şeklidir; hem de karnı acıkmış, yeme ihtiyacı duyan kimse anlamındadır. Burada sözcüğün ilk anlamı kullanılmış, kullanılmayan ikinci anlam ise “toktur” sözcüğüyle karşıtlık oluşturmuştur.
Kendi örneğimiz:
Hayaliyle yaşadım bilinmeyen bir düşün
Burada birinci mısradaki “düşün” sözcüğü rüya olarak kullanılırken, ikinci dizede “düşünmek” sözcüğü olumsuz olarak kullanılmıştır.
2.3. Tevriye (Anlamı örtme)
Sözcük anlamı, meramını gizlemek, bir şeyi örtmek ve arkaya gizlemektir. Terim anlamı ise birden fazla anlamı olan bir sözcüğün yakın anlamını vurgulayıp, uzak anlamını kastetmektir.
Örnek:
Bir bûse mi bir gül mü verirsin dedi gönlüm
Bir nîm tebessümle o âfet gülü verdi
Zâtî
Anlamı: Gönlüm [o güzele] bir öpücük mü yoksa bir gül mü verirsin diye sordu. O âfet sevgili ise yarım bir tebessümle gülü verdi.
Burada “gülü verdi” sözcükleriyle “gül çiçeğini verdi” anlamı söylenmiş; fakat sevgilinin tebessüm ettiği, bu teklif karşısında hafifçe gülümsediği anlatılmak istenmiştir.
Kendi örneğimiz:
Gözleri yaştı
Hali salaştı
Şöyle dokundum,
Burada “taştı” sözcüğü yüreğinin taşması, boşalması anlamında söylenmiş, ancak yüreğin taşlaşmış olduğu örtülü olarak anlatılmak istenmiştir.
2.4. İstihdam (Görevlendirme)
Sözcük anlamı kullanma, hizmete kabul etme olup, terim anlamı ise bir sözcük veya deyimi gerçek ve mecazlı anlamlarının tümünü kastederek, işaret ettiği anlamları ayrı ayrı kullanmak sanatıdır. Sözcüğün her anlamı için ayrı işaretler bulunmaktadır.
Örnek:
Zâhidâ sâgarı çekmek eğer olduysa günâh
Sen sevâb içre bulun, biz bu günâhı çekelim
Hayâlî
Anlamı: Ey Zahit, kadeh çekmek eğer günah olduysa, sen sevap içinde bulun, biz bu günahı çekelim.
“Çekmek” sözcüğünün gerçek anlamı tahammül etmek, katlanmak, üstlenmek, kabullenmektir. Mecazî anlamı ise içki içmektir. Birinci mısrada içki içmek anlamına işaret eden sözcük “sagar”, ikinci mısrada üstlenmek anlamına işaret eden sözcük ise “günah”tır.
Kendi örneğimiz:
Düşe kalka bu ömrü doldurmaksa yazımız
Burada “düşmek” sözcüğü devrilmek, yere serilmek, yerlerde sürünmek olarak belirtilmiş, mecaz anlamıyla da eksiltmek, azaltmak anlamıyla birlikte kullanılmıştır. İkinci mısradaki “düşelim” ifadesi “çeyrek asır daha yerlere devrilelim, yerlere serilelim, yerlerde sürünelim” anlamlarında kullanıldığı gibi, ömürden bir çeyrek asır daha düşelim“ anlamını da taşımaktadır. İkinci dizenin sonundaki “azımız” sözcüğü ise bir yandan ömrün kalan süresinin azalması olarak ifade edilmekte olduğu gibi, kendisi gibi sürünen insanların da azalması anlamını da kapsamaktadır.
2.5. Tenasüp (Uyumluluk)
Sözcük anlamı uyma, uygunluk, birbirini tutma, yakışmadır. Terim anlamı ise içki ve içki âlemi, peygamber ve mucizeleri, din ve ibadet, mitoloji, tarih ve mesnevi kahramanları, dil ve edebiyat, müzik, kimya, tabiat gibi belli bir konuyla ilgili olarak aralarında bazı bakımlardan ilgiler bulunan birden fazla sözcük, terim veya deyimi mısra ya da beyit içinde bir arada kullanmaktır.
Örnek:
Sensin bizi muhlis yine gark-âb-ı fenâdan
Ne zevrak u ne Nûh u ne tûfân biliriz biz
Nâilî-i Kadîm
Anlamı: Fânilik, yok olup gitme suyunda boğulmuş olan bizleri kurtaracak yine sensin. Biz ne kayık, ne Nuh, ne de tufan biliriz.
Bu beyitte Nuh peygamber, onun hayatı ve mucizeleriyle ilgili olarak “gark-âb”(suda boğulma), “zevrak” (kayık), “Nuh”, “tufan” sözcükleri tenasüplü olarak bir arada kullanılmıştır.
Kendi örneğimiz:
Aslı isen söndür közüm
Şirin isen güldür yüzüm
Leyla isen sar yaramı
Dizede, efsaneleşmiş aşkların kahramanlarından yola çıkılarak, onların efsanedeki kişilik ve özelliklerinden yararlanılarak, efsanenin diğer kahramanlarının kendilerinden beklentileri özdeşleştiriliyor.
2.6. Leff ü Neşr
Sözcük anlamı dürüp sarma ve yayıp dağıtma, toplama ve yayma, terim anlamı ise beyit içerisinde birinci mısrada bulunan birden fazla unsurla ikinci mısrada benzerlik ya da karşıtlık kurmaktır.
Örnek:
Yanağın u dudağın u teninle sûretin olmuş
Biri rengîn biri şîrîn biri nâzük biri ra’nâ
Ahmedî
Anlamı: Yanağın, dudağın, tenin ve yüzün; biri renkli, biri tatlı, biri nazik, biri güzel olmuş.
“Yanağın” – “rengîn”, “dudağın” – “şîrîn”, “tenin” – “nâzük”, suretin” – “ra’nâ” sözcükleri birbiriyle ilintili ve paralel bir şekilde düzenli olarak verilmiş.
Kendi örneğimiz:
Kaşın yayı, kirpikleri yüreğime savurdu
Şiirde kaş ”yay”a, kirpikler “ok”a benzetilerek, göz ucuyla yüreğe nişan alındığı düzenli olarak veriliyor ve yüreğe batan ok ile yüreğin kavruluşuna bağlanıyor.
2.7. Tecahül-i Arif
Arif “bilen”, tecahül “cahil gibi, bilmez gibi görünme” demektir. Terim anlamı ise kişinin bir durumu, gerçeği bildiği hâlde, nükte yaparak bilmezlikten gelmesi, bilmiyormuş gibi davranmasıdır.
Örnek:
Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım
Kurbânın olam var mı benim bunda günâhım
Nahîfî
Anlamı: Göz gördü, gönül sevdi seni ey ay yüzlüm. Senin kurbanın olayım, bunda benim bir günahım var mı?
Kendi örneğimiz:
Divaneye dönmüşsem bu aşk yüzünden
2.8. Hüsn-i Talil
Sözcük anlamı güzel yorumlamak, güzel bir sebebe bağlamak, terim anlamı ise gerçek bir olayın meydana gelişini, gerçek sebepleriyle değil de söze güzellik katmak için, şairin kendince bulduğu hayalî nitelikli güzel bir sebebe bağlamasıdır.
Örnek:
Seni seyr etmek için reh-güzer-i gülşende
İki cânibde durur serv-i hırâman saf saf
Bâkî
Anlamı: Nazla salınan serviler, gül bahçesinin yolunda seni seyretmek için iki yanda saf saf durur.
Yolun iki yanında servilerin dikili duruşları tabiî bir olaydır. Bunun başka bir sebebi yoktur. Ancak şair güzel bir hayal meydana getirmek için, onların sıra sıra duruşlarını gelen sevgiliyi seyretmek için bekledikleri şeklinde yorumlamaktadır.
Kendi örneğimiz:
Söylenen tüm şarkılar
Senin isminle başlar
Senin ismini söyler
Tüm güzel sesli kuşlar
Seslenir bir ağızdan
Her rüzgârda ağaçlar
Senin isminle inler,
2.9. Sihr-i Helâl
Sözcük anlamı helâl olan büyücülüktür. Terim anlamı ise bir beytin birinci mısraının sonunda yer alan bir sözcük ya da sözcük grubunun, hem birinci mısraın sonuna hem de ikinci mısraın başına getirildiğinde anlamlı olacak şekilde kullanılmasıdır.
Örnek:
Âkil isen vahş u tayrın şâhı ol Mecnûn gibi
Başına mürg âşiyanından külâh-ı devlet al
Hayâlî
Anlamı: Akıllı isen Mecnun gibi vahşi hayvan ve kuşların şahı, padişahı ol. (Mecnun gibi) başına kuş yuvasından devlet külâhı al.
Birinci mısraın sonundaki “Mecnun gibi” ifadesi, hem birinci mısraın sonunda, hem de ikinci mısraın başına getirildiğinde anlamlıdır.
Kendi örneğimiz:
Tutamayacağın sözden geri ol