Serbest Kürsü / Mektup

Eklenme Tarihi : 18.06.2011
Okunma Sayısı : 1800
Yorum Sayısı : 0

 

’Yeter; kul kapılarını çalıp durma,

Bitiremezsin

Hiç bir kulun verdiğiyle yetinemezsin

Anla artık

Sen benimsin diyorum

Unutma,

Seninle iftihar ediyorum.’

 

 

 

VUSLAT ( 11/13/2009 )

-------------------------------------------

 

Bir kadeh şaraba değiş,

TÜM AŞKLARINI...

Sat Varlığını...

Ücretini tahsil etme.

 

demiş mevlana...

 

 

*********

 

Şems mi Mevlanaydı, mevlana mı şems.. Şems var mıydı yok muydu...Hayal miydi rüya mıydı?. Yoksa onlardan yayılan yüzyıllara sadece ve sadece AŞK mıydı?..

 

İnsan nasıl satar varlığını hocam... Nasıl vazgeçer kendisini sarıp sarmalayan dünya’dan... Yalan dünya dedikleri. İçinde nice sevgiler barındıran.. Vazgeçemediğimiz bağlılıklarımız... Va’lemû ennemâ emvâlukum ve evlâdukum fitnetun ve ennallâhe indehû ecrun azîm(azîmun). Ve iyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka birşey değildir. Allah katında büyük ecir vardır.Nedir bu ayetin sırrı ah !... Nedir.. Nasıl vazgeçer insan sadece ALLAH için herşeyden...

 

Önce hocamın eşinin vefatını yaşadım.. Çok sevdiğim abla dediğim... Hocamla aramdaki bağın bir nevi Şems’i idi ablam.. Güneşiydi... Derken hocamla aramda üveys misali hasretlik.. Ardından onun vefatı... ne tuhaf.. onların vefatına üzülmek bir yana, aşk’larına kavuşmalarına sevindim.. Kendime düşen acı payını ise sessizlik ve sukunetle.. ve sevgiyle karşıladım.. Kendimin de bir gün gideceğini bilerek...

 

Ya rabbi.. Bana senin sevgillierinden birisini göster bana diye yalvarmış şems..

Neyini verirsin demişler şems’e...

Başımı !...

 

Biliyor musun azizim...

Ne çok istiyorum bu aralar aşık olduğum, okumaktan zevk aldığım RAHMAN süresinin her harfinin, her kelimesinin bir film şeridi gibi izleyeceğim misalde bana açılmasını....Sırrına ermeyi.. Kafa gözüyle gördüğümü, kalp gözüyle hissettiğimi ama sırrına eremediğimi... (ki öyle şıp diye de RAHMAN’ın sırrına erilmez ki.. ) Bir rüya olsa da anahtarım girsem... Rahman süresinin her an’ının koridorlarında gezinsem... Bu güne kadar görmediğim bilmediğim âlemlerde dolaşsam. Sayfa sayfa, kapı kapı açılsa bana... Ve dolaşırken de Resullah rehberim olsa... Bak dese.. Eraeyte.. Gördün mü?..

 

Ve biliyor musun?.. O süre bana açılsa bile.. Her yerinde her harfinde dolaşsam bile...Ve sonra kendime gelip de, bunları insanlara anlatmaya kalkışsam.. Bana hiç kimse inanmayacak işte... Sadece yürek ER’leri anlayacak... Ker olanlar diyecek ki ’ Sen sadece görünenden sorumlusun !’Ve.. Çaresizce susacağım.. Mahrechel Bahreyn’de görünür müydü ki... Diyerek içimden...Hani.. İki denizin birleştiği yer..Yüzyıllarca önce Kuran’da Allah cc.in haber verdiği...Tatlı su ile tuzlu suyun bir araya geldiği ve birbirine karışmadığı... Ve yüzyılların ardından o denizi, o noktayı keşfeden Kaptan Costeau’ya selam olsun... Sahi... Mevlana ile Şems in buluştukları yere de Mahrech el Bahreyn demişler KONYA’da... Allah’u alem.. Görünenden sorumlusun diyen dostlar var ya... Onlar da haklı olacak kendilerince... Görünenden sorumluyuz....Ve bir de sadece bize gösterilenlerden... Ama değil mi ya her insana ayrı ayrı özeldir Rahman süresi... Bana başka nazil olur, sana başka... Âleme başka, çiçeğe başka... Yoksa ne ki onca tefsir, onca söz, onca şiir... Yaratılmış tüm Suretlerce tefsiri yapılır da o süre’nin, her an başka bir dem’de kaybolur.. Kaybolmaz belki de Kayd olur ....Ama özünde hep aynıdır.. Hani aniden bir ışık misali çakması kalbinde.. Bir an’lık gelmesi gerçeğin sana.. kimisi an’larla kaim.. Kimisi de an’larda insana kayd olmuş işte... Ey yüreği derin hocam... Şiirlerinde kayd’olmuş ya.. Anımsa....

 

Yıllar önceydi.. 4 belki de 5 sene evvel.. Bir rüya görmüştüm.. Hınca hınç insan kaynıyordu etraf.. Say ki arafat... Onca mahşeri kalabalıkta Resulullah’ı arıyordum.. Yoktu işte.. Saatlerce dolaştım.. Mutsuz.. Yorgun...Ama biliyordum oradaydı.. Gelmişti.. Yüzünü göremiyordum... Sadece varlığını hissediyor, deli gibi etrafta onu arıyordum... Bir ses duyuyordum ama kulağımla değil, kalbimle.. BUL BENİ diyordu.. Bul...

Dün gibi aklımda o rüya... En sıkıntılı, en mutsuz en çaresiz yıllarımdı.. Ve en nihayet.. Biraz geç kalmış da olsam buldum Resulullah’ı... Kapısında yeşil deriden bir örtüsü olan küçücük bir camiden çıkarken buldum...

Öyle bakakalmıştım.. Çok çirkin bir kadın vardı arkasında. Bak demişti bu Resulullah işte... O kadın öyle dediğinde inanmadım... Şeytan bu kadın dedim içimden...Yanıltıyordur beni.. Resulullah gerçekten o mu? Kadını arkamızda bıraktık... İstanbul’un Fatih semtinde idik.. Kahverengi bir takım kıyafet vardı üzerinde... Gözlerinde gözlük...Elimi tuttu , bindik bir otobüse...Elim elinin üzerinde idi... Ama utanıyordum da elini tutarken...Ve Fatih’ten, saraçhane yönüne doğru gitti otobüsümüz..

 

Ne tuhaf.. Seneler olmuş bu rüyayı göreli.. Düşünüyorum da zaman zaman, ne tuhaf diyorum, resulullah’ın siması sanki birazcık vefat eden abime hocama benziyordu.. Ve abimle bu rüyadan yaklaşık 6 ay sonra tanışmış, birkaç ay sonra da sadece resmini görmüş, resminden sonra da onu 1 kere rüyamda görmüştüm.. O ilk hocamdı.. İlk gerçek hocam.. Rabbim inşaallah söz verdiği gibi cennet-i ala’ya erdirsin sevdiklerimi... Ve biliyor musun hocam.. Sana, resmine baktığımda, şu gülümseyen yüzünün ardında yine Resulullah’a benzeyen bir şey hissediyorum, görüyorum lakin dillendiremiyorum...Gözlüklerinin koyu renginde, resulullah’ın yüzünde gördüğüm gözlüklerin aynısı gibi.. Ne tuhaf... Ve içimden bir ses diyor ki... Simalar birer suret. Birer mesaj... Seni ve senin kalbini, ancak kalbiyle bakanlar, kalbiyle görenler, kalbiyle hissedenler anlar...Der gibi...Kalbimi anlayıp da hissedemeyenlere nasıl açayım iç dünyamı.. Kaoslarımı.. Şu gülümseyen yüzümün ardındaki fırtınaları kaç kişi hissedebilir ki... Kaç kişi Şems ile Mevlana misali olabilir ki... Ya da kaç kişi, sadece Allah rızası ve Allah’ın yolu için birbirine yol olur...

 

La tahzen.. İnnellahe Meana.. Diyebilir kaç kişi...

Mağaradaki Ebubekir-i Sıddık’a..Nur dili ile... Kaç kişi...

Ve kaç kişi canı yananın acısını cann’ında hissedebilir.

Kaç kişi ’Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumul a’levne in kuntum mu’minîn(mu’minîne)./ Al-i İmran 139 Sakın gevşemeyiniz, karamsarlığa kapılmayınız. Eğer mümin iseniz üstün gelecek olan taraf sizlersiniz... Siz müminlersiniz nidasını inanarak söyler , haykıırır yol arkadaşına....

 

Uzadı söz... Daldan dala...

Hissedersin sen azizim.. O dallar da O’nun.Kelimeler de..

Ve son sözü Yunus ile kapatayım...

 

 

Gider imiş bunda gelen,

Dünya işi cümle yalan,

Ağlar ömrün yavı kılan...

Ah n’ideyim ömrüm seni....

 

Miraç’ta buluşmak ümidi ile...

Allah’a emanetim olunuz...

 

 

A.S..

 

VUSLAT hanım....

 

Gecelerin ve gündüzlerin hayrolsun,

Gözün ve gönlün nur dolsun...

 

 

Kul Allah teala c.c ile olunca bütün âlemle bir olur.

 

Adı şems, adı Mevlana, adı yunus farketmez...

Akıl ve gönül senkronize olamaya başlayınca göz kapalıyken güneşler görür...

ÂŞIK lar

Uyurken de yürür.

 

O kutsi aşkı yaşamayan bilemez..

 

‘’Aşkın delice oku

Ehline dokunur ancak

Yanmamış ateşten ne anlayacak’’

 

Şems Mevlana’ya,Mevlana Şems’e aşık sanırlar..

Hayır, hayır...

Onlar neyi bildiler ki zaten, bunu bilsinler...

Orda aşk ta / meşk te bahane..

Âşık ta O,maşukta O.

Ancak vaktin çocuklarına olduğu gibi,

Bu tür sırlar,

Zamanın çocuklarına da haramdır...

 

Bu sırlara ermek için seccadeleri mekân tutmak gerekir,

Hakkın güzel esmaları (esma el hüsna) nı yutmak gerekir,

Oburca, doygunluk bilmezcesine...

 

Ve Efendimize günlük yüzlerce salâvatla

Görünmez yollar döşeyip

Başka boyutlara,

arafatta,

arafta yoldaş olmak gerek...

 

Bu iş, bu yol bir bahane ister...

Bir vesile..

Şems vesileydi

Nasipli(sevgili) Mevlana’ya

ve

Mevlana; seçilmiş yiğit Şems’e...

 

Bu garibim hocamı tanır tanımaz sevmiştim..

Onu Rehber edindikten sonra sık sık,

Sanal Efendimiz bilmiştim.

O’nun çağındaki bir tıfıldım,dizinin dibindeydim..

Elhamdülillah, inşaallah nasipliydim.

Sadece çölde değildik, vahadaydık...

biteviye sohbetteydik duadaydık..

O sürekli veriyordu ben alıyordum,

Gör dediği her şeyi

Mucizevî bir ülfetle görüyordum.

 

Cennet misali bir kasabada ben genç bir öğretmendim,

O,görünürde sıradan ihtiyar bir köylüydü..

Gerçekte ise ben bir zaman yolcusu

Küçük zamane Yunus,

O bu çağdaki Taptuk’tu...

 

Bana Efendimi sevdirir sevdirmez

Gözümde sık sık Taa kendisi oluyordu... İçine sızasım gelirdi.

Bir yudum su olup damarlarına giresim gelirdi. Ve ondaki nuru, ahlakı, emniyeti yaşama hevesi içinde, hücrelerinde yaşamak isterdim...

Sürekli ağzının içine bakardım..

Tek kelimeyi kaçırmadan harf harf, hücrelerime yüklerdim...

 

Sonradan öğrendim,meğer ilk kapı ‘’öğretmeninde yok olmakmış’’ fenafişşeyh..

 

Efendimiz;

hiç biriniz beni annenizden, babanızdan daha çok sevmedikçe,

gerçek Mü’min olamazsınız buyurmuş..

 

Ben o zamanlar bu gerçeği bilmeden hocamı anamdan, babamdan, canımdan çok sevmiştim..

Aramızda ŞOL AŞK başlayınca, benden çok önceleri talebesi olanlar, beni kıskanmaya başlamışlar...Hani Yunus’u da Taptuk’tan kıskanmışlardı ya...Şemsi de Mevlana’dan kıskanmışlardı ya..Çiçek toplama,ot yolma imtihanları yaşamışlar,sonunda mahcup olmuşlardı ya..Öylece beni kıskanmışlar...Ben ise o zamanlar tam Leyla...olup bitenin farkında değilmişim..

Birgün;

—Bakın dedi, hepsinin olduğu bir ortamda,

—Ali Bayram’a desem ki git şu adamı öldür, neden diye sormaz, öldürür. Git şu damdan atla desem atlar. Beni o kadar sever ve itaat eder ki emrimi uygulamak için an bile tereddüt etmez.

 

Gerçekten öyleydim..

Yine de mahcup olmuştum..Keşke hocam bunu söylemeseydi diye düşünmüştüm,utanmıştım.Övülmekten haz almazdım.

Elbette öyle olmalıydım..Bana Allah’ı anlatıyordu,efendimizi sevdiriyordu.Bundan daha önemli ne olabilirdi..

Sonradan anladım mesaj başkalarına idi,

bana değildi...

Ben beni biliyordum,

hocam beni.

 

Çok sonradan anladım neden hocamı efendimize benzettiğimi,kendimi Bilal’e..Ömer’e,Ali’ye,O’na sevdalı her sahabe’ye...

 

Çünkü hocam mana âleminde O’nunla tevhit olmuş birisiydi.

Çok geçmedi, aşkımı efendimize yönlendirilmiş buldum..

Katıksız deli divane idim artık.

23 yaşımdaydım.

Yeni evliydim,

Gül yüzlümü bile gözüm görmüyordu...

 

Efendimizle yatıyor efendimizle kalkıyordum...

Bunu niye yazıyorum şimdi.

Nefsimize pay çıkarmak mı, gayemiz...

Estağfurullah...

Ölmeden önce ölme şerefine erişmişken mi?..

 

Sırf sana, sırf sevgili okura..

İstersen efendimiz senin de başını okşar,

Sana da elini öptürür,

‘’evladım’’ der kucaklar, demek içindir.

Yeter ki

Gücünün yettiğince sev ve kendini sevdir..

İnsaf ette şu naçiz bedenini

gurbete düşmüş su kutsi ruhunu sevindir,demek içindir....

 

Sonra; Hocamdan geçtiğim gibi

Efendimizden de geçtim

Aşkımın tamamı Allah’a yöneldi...

 

Aşağıdaki hitaba icabet etmiştim

Çünkü ilahi davet tehditkârdı,

Muhtıra içerikliydi…

Merhamet doluydu

Hakk soluğuydu

 

’Yeter; kul kapılarını çalıp durma,

Bitiremezsin

Hiç bir kulun verdiğiyle yetinemezsin

Anla artık

Sen benimsin diyorum

Unutma,

Seninle iftihar ediyorum.’

 

Bağışla,

Daha fazlasına kalmadı dermanım...

Biliyorsun ki ben hem yüzü yaşlıyım

Hem gözü yaşlıyım

 

Dünyadan nasıl geçilir mi diyordun ne...

 

Aşk’ın aslını bulan sanalından gönüllü geçer...

Nur denizinden hakk şarabını Mevlana’ca içer

 

Selam es selame

( Vuslat Hanım'a Mektuplar-8 /bir Kadeh Şaraba Değiş ,tüm Aşklarını... başlıklı yazı HaciAli Bayram tarafından 18.06.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.