Günlük Yaşantımdan Örnekler

Her sabah, her sabah dedimse canım bazı sabahlar eğer hava güzel ve güneşliyse, yağmur kar yoksa, keyfim yerindeyse, evimden mutlulukla çıktıysam Rasathane yokuşundan, Saray yolundan Atatürk heykelinin olduğu yere giderim.Saat kulesinin dibinde bir müddet dinlenirim ve aşağılara manzaralara bakarım, D yüz karayolundan acele acele geçen araçları saymaya çalışırım. Saymak ne mümkün, saniyede bir sürü araç geçer. Okul yıllarım aklıma gelir. Bolu öğretmen okulunun yeni yapılan binası İstanbul- Ankara yolu kenarındaydı. Bizler teneffüslerde cam kenarına gelir “ eğer geçen beşinci araba taksi olursa sınıfımı geçeceğim, kamyon olursa ikmale kalacağım, başka araç olursa sınıfta kalacağım “ derdik, başlardık beklemeye.Öyle günler olurdu ki beşinci araç geçmeden zil çalar derse girerdik. Şimdi şu yoğunluğa bak..Sakarya gibi aksa petrol yine erişmez. Bu olay memleketin kalkınmasını mı, ilerlemesini mi gösterir bilemem.
Oradan kalkarım üst geçitten aşağıya iner, istasyona giderim. Bu gezilerimizi arkadaşım Talat’la yapıyorduk ama son zamanlarda ayrı düştük. Aslında haberleşsek yine yaparız ama ihmal işte.İstasyonda, çabuk çabuk yürüyen insanları, ayrılan vedalaşan sevgilileri, kavuşan sarılıp öpüşen sevdalıları, çoluk çocuk koşarak trene binen insanları gözlerim. Herkeste bir telaş vardır. Trene binerken bende aynısını yaparım. Yer bulma telaşıdır bu. Ne zaman trenle bir yere gitsem oturacak yer bulamam ve benim gibi pek çok insanda ayakta gider. Hem Devlet Demir Yolları zarar ettiğini söylerler hem de bir tren fazla yada bir kompartuman fazla koymazlar..nedenini büyüklerimiz bilir herhalde.
Artık kaç saat arayla geçer trenler bilmem ama Başkent trenini, Cumhuriyet trenini, Pamukkale trenini, Doğu trenini, Adapazarı ekspresini bekler, izlerim. Bu arada gazetemi okur, simidimi yer suyumu içerim. İnsanlarında ellerinde simit ve su vardır. Bazıları yanlarına gelen güvercinlere simit parçaları atar. Hemen bir sürü güvercin toplanır, araya kargalarda girer, serçeler gelir. Kuşların beleşçiliğe alıştırılması hoş değil aslında. Onlar börtü böcek yiyecekler ve insanlara yardımcı olacaklar. Başlarım kuşları izlemeye. Serçe bir parça simiti alır pırr diye uçar gider. Güvercin simit parçasını alır yerlere gagasıyla sürte sürte parçalayıp yemeye çalışır. Parçalarken yiyeceğini kaptırır. Karga aklını kullanır. Simit parçasını alıp yukarıdaki demir çubukların üstüne konar. Ayağı ile konduğu demir çubuğunun arasına simiti sıkıştırır ve gagasıyla kopara kopara karnını doyurur. Karganın bu akıllı hareketi beni okuduğum bir kitaba sürükler.
Din ulemasının dediğine göre, Hazreti Adem ve Havva anamız cennetten kovulduktan yıllar sonra buluşurlar. İnsanlığın çoğalması ve üremesi için Havva Ana her sene ikiz çocuk dünyaya getirir. Bunların biri kız, biri oğlandır. Büyüdüklerinde bir senenin kızı diğer senenin oğluyla evlendirilir. Habil ile Eklimya bir karından, Kaabil ile Lebuda ikinci karından doğmuşlardır. Kurala göre Habil, Lebuda ile, Kabil, Eklimya ile evleneceklerdir. Kabil bu işe isyan eder. Ben, benimle aynı karında yatmış olan Lebuda’yı kimseye bırakmam, kimseyide dinlemem diye isyan eder. Babaları Adem “ öyleyse Allah’a kurban bağışlayın kimin kurbanı kabul olursa o Lebuda’yla evlensin” der. Habil, hayvancılıkla meşgul olduğu için besili bir koyunu, Kabil ziraatla uğraştığı için altın sarsı başakları kayanın üzerine bırakırlar ve beklemeye başlarlar. Ertesi gün baktıklarında Habil’in kurbanının yandığını ve kabul olduğunu görürler. Buna fena halde sinirlenen Kabil:
- Seni Öldüreceğim, benim elimden kimse Lebuda’yı alamaz der. Habil ise ona:
- Sen bana ne yaparsan yap ey kardeşim, benim elim sana kalkmaz, Ben Allah’dan korkarım. Der.
Bir gün Habil sürüsünü ovaya salmış, bir ağacın gövdesine yaslanmış uyumaktadır. Kabil onun uyur halini görünce eline büyük bir taş alır ve kafasın bütün gücüyle vurur. Habil kanlar içinde kalır ve oracıkta ölür. Kabil ne yapacağını şaşırır. Pişman olmuştur ama iş işten geçmiştir. Kardeşini sırtına alır bir o yana bir bu yana koşmaya başlar. Kan ter içinde yorgun bir şekilde bir ağaç kovuğunda dinlenirken önünde iki karga kavgaya tutuşur. Kargalardan biri diğerini bir gaga darbesiyle öldürür. Hemen ayaklarıyla bir çukur kazar ve öldürdüğü hemcinsini bu çukura gömer. Kabil “ yandım Allah, karga kadar aklım yokmuş” deyip kardeşini kazdığı bir çukura gömer. Demekki kargaların akıllılığı o zamandan beri gelmekte. Çocukluğumda kargalar sebzelere zarar veriyor diye yuvalarını bozar, yumurtalarını kırardık. Yuvasını bozduğumuz o karga akşama kadar peşimizden ayrılmaz kendi dilince öter dururdu. Ama bize büyüklerimiz karga zararlı bir kuş derlerdi. İzmit’te çok çeker bu kargalardan. Kargalar şiirimi onun için yazdım.

Hazreti Nuh tufanınıda bilmeyen yoktur sanırım. Artık kaç gün yada kaç yıl sularda kalınır belli değil. Hazreti Nuh dokuzyüzelli artı elli yıl yaşadığına göre, tufanın ne zaman bittiği bilinmez. Bir gün Hazreti Nuh kargayı alır:
-Git bakalım kara bulabilirsen bize haber ver. Diyerek uçurur.Aradan yine epey bir zaman geçer. Kargadan ses seda yoktur.Epeyce buhranlı günlerden sonra ufukta gelmekte olan karga herkesi sevince boğar. Hazreti Nuh'un eline konan karga leş kokmaktadır.Ağzındada leş parçaları..suların üzerinde gördüğü bir leşin üzerine açlığa dayanamayan karga konmuş ve karnını doyurarak geri dönmüştür. Hazreti Nuh kargayı lanetler ve artık sen leşle besleneceksin der. Derlerki o günden beri karga ne bulsa yemektedir. Daha sonra Güvercini yanına alan Hazreti Nuh:
-Git bakalım ve kara bulmadan dönme..Der ve kuşu salar. Yine belirsiz bir zaman geçer. Gemidekiler çeşitli buhranlar geçirirler. Yine uzun bir aradan sonra güverci ağzında bir zeytin dalı ve ayakları çamur içinde geri döner. Böylelikle tufan bitmiş insan nesli tekrar üremeye başlamıştır. Derler ki o günden beri güvercinin ayakları kırmızıdır ve barış elçisi olmuştur.



BİTMEDİ................................
 

Recep Uslu

( Günlük Yaşantımdan Örnekler başlıklı yazı Recep Uslu tarafından 22.07.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.