Kesif serum kokulu hastahane koridorlarında tanıştım gençliğimle, çocukluğuma zerk edilmiş narkozun baygınlığında iken hâlâ naif ruhum.
Sırtlarında havlu, azıcık nemlenme ihtimalinin dahi düşünülmüş olmasının garantisi ile, türlü türlü oyunlar oynardı sokaklarda yaşıtlarım. Ben ise, normal insanların duymak dahi istemeyeceği sözlerin merakını oyun sanırdım. Ve sorardım; O amcanın başındaki tuhaf yeşil şey ne anne? Kalbin kriz geçirmesi ne demek? Babamın kalbi bize mi küsmüş yoksa? Yoksa o yüzden mi göstermiyor babamı bu beyaz önlüklü amcalar?Söylesene anne, cevap versene neden ağlıyorsun? Ben sorardım annem ağlardı. Ben ağlardım annem susar ve yalnız sarılırdı.
Bu şekilde ben ufacık ufacık yetişmeye çalışırken gençliğime, hayat acımasızca dev gibi adımlarla basıp geçiyordu, daha şimdiden kamburu çıkmış sırtımın tam orta yerine. Genç olmayı, olabilmeyi unut çocuk diyordu. Sen çoktan büyüdün, istesen de istemesen de.
Ameliyathane kapısının önünde inadına ağırdan alırken nam-ı değer yelkovan, duvardaki takvimin yapraklarını koparmaya bir türlü hız yetiremiyor insan. Çınar yaprakları misali, sapsarı, seriliyor insanın ayaklarının altına yitip giden o yapraklar.
Her şey değişiyor insanın ömründe, birer pişmanlık boncuğu gibi birbiri ardınca dizildikçe yıllar. ilişkiler, karakterler, alışkanlıklar ve fikirler... Bir tek şey değişmeden kalıyor insanın ömründe yalnız. Kahır ve hüznün müthiş kokteylinin insanın damağında yer edinen kekremsi tadı. İşte bu tadın vazgeçilmez yanı, insanı yaşında ya da yaşından önce büyüten olgunlaştıran sihirli güç.
Büyümüştüm bende. Her ne kadar bunu istemesem de. Sanki daha dün soruyor iken anneme o beyaz önlüklü amcaları, şimdi bizzat kendilerine soruyorum anneme ne yaptıklarını. Durum nasıl doktor bey? Kemoterapi mi uygulayacaksınız anneme? Bünyesi bunu kaldırabilecek mi? Saçlarının kendiliğinden dökülmesini mi beklemeliyiz, Yoksa önceden kestirsek daha mı az etkilenmiş olur halet-i ruhiyesi? 
Ah ulan kahpe felek, ne öğretmenlere şahit oldum da, senin gibi ders vermekte bu kadar mahir bir hoca daha görmedim ben. Kemoterapi, atom tedavisi... Yalnız adının dahi insanı titretmeye yettiği şeylere, nasıl da bir umutla sarılmasını sağlarsın insanların.
Umut. Ah umut. Fakirin ekmeği, düşmüşün değneği, hüsranın yıkımın habercisi. Hele hele hayatta kalmak için tek geçerli sebep olsa da umut, o umudu gömmek sonunda, hayatın tek gerçeği.
Musalla üstünde tabut, tabutun üstünde yeşil yemeni. Bir acı salâ ve Hatun kişi niyetine Allah-u ekber İşte bunlar umudun son sözleri.
Siz kesif serum kokulu hastahane koridorları, çocukluğumu aldınız, gençliğimi aldınız, annemi aldınız. Bitmedi mi hala şu naif ruhumla hesaplaşmanız? İşte buradayım yine. Biraz daha yılgın, biraz daha ürkek,biraz daha olgun ve vakur. Bir de yeğenim var yanımda, tam da dokuz yaşında. On beş sene önce benim olduğum gibi. Çocukluğumun seyrine dalıyorum onda. O da sarı benim gibi, o da meraklı aynı ben gibi. Doktor amcaların başındaki o tuhaf yeşil şey ne amca? Dedemi nereye aldılar, neden göstermiyorlar hiç? Kalbin yetmemesi ne demek? Dedemin kalbi neye yetmiyormuş? Söylesene bu doktor amcalar ne diyor amca?...
Ah kesif serum kokulu hastahane koridorları. ne çok şey öğrettiniz bana. Ne çok zulüm ettiniz, yaşlansa da hâlâ naif olan ruhuma. Bu nasıl bir imtihandır ki, şimdi cevap vermeye çalışıyorum, taa on beş yıl önce cevap alamadığım çetrefilli sorulara.




Şah-ı Kelâm
( Hastahane Koridorları başlıklı yazı Erdem Bozkurt tarafından 18.08.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.