-ÇİLLİ KIZ-


“Allah’ım burası nasıl bir yer.” Bir tane bile elle tutulur bina yoktu mahallede. Bütün evler birbirine bitişik tek katlı , çatısız ve boyanın esamesi yoktu.Hemen hemen hepsinin sıvalarının altından tuğlaları gözüküyor. Yaklaşık, elli yıl önce ocağın ilk sahibi tarafından meydana getirilmiş bir sokakmış burası. Şu ana kadar gördüğüm simsiyah duvarların diplerinde çömelmiş çocukların dişleriydi tek beyaz olan…

Ha bir de parıldayan gözleri!..."Çocuk, her yerde çocuktur" derdi rahmetli babam .Bir de "Yaptığın işi iyi yap,sonuna kadar götür kimseden korkma" derdi.Bu yüzden yapacağım bu haber için iyi hazırlandım.Otuz yıl önce yine burada yaşanan bir patlama sonucu meydana gelen kazada on sekiz yiğit can vermiş.O durumu anlatan makalenin bir paragrafında şöyle diyordu; 


"Her madenci evinde bir ölüm hikayesi var.Öyle ki,bu acılar onları adeta kenetlemiş.Büyükler,binbir zorlukla geçinirken çocuklar için; Açlık, sefalet, ekmek derdi,mücadele uzak kavramlardı vesselam. Bu dar sokağın belliki geniş yüzüydü onlar.Mutluluğun tek ifadeleriydi bu çocuklar. Öyle ki, kömürcü sokağının sakinleri, çocuklarına paylaşmayı, komşuluğu iyi öğretmişler . Elinde olanlar, salça sürülmüş bir parça ekmek verir, yoksa başını okşar bir tutam selamı al götür hanene derlermiş. Evet, Kömürcü sokağıydı bu sokak. Adı gibi siyahlara bürülü bir sokak. Sokağın hemen arkasında ki ocakta çalışırmış evlerin direkleri...Ocaktan taşınan kömüre ait ne kadar kara varsa buraya da sirayet etmiş." 

Makalede anlatılan sokakla, şimdiki sokak aynı; hatta daha kötü bence.Otuzyıl içinde değişen sadece çocuklar, başka değişen hiç bir şey yok burada... 

Paltomun yakasını iyice boynuma doğru çektim. Ayaz adamı kesiyor adeta.Kışa ait ne kadar olumsuz şart varsa topyekün buraya ziyarete gelmişler sanki. Verilen görevin aşkı ve ayrıca anlatılanların verdiği merakla hızlı adımlarla siyaha bürülü çamurlu kaldırımları adımlamaya başladım. Tam, küçük bir gölet haline gelmiş yağmur artıklarından birini aşıyordum ki, yüzü çilli kumral saçlı bir kız çocuğu dengesiz koşmanın etkisiyle sendeleyip dizlerinin üzerine düştü.Düştüğü yerden doğrulmaya çalışırken,ben de ani refleksle onu kaldırmak için hamle yaptım. Bir kedi yavrusu ataklığıyla kalktığı gibi koşmaya başladı. "Dur" demeye kalmadı,mavisi siyaha dönüşmüş çivit boyalı  evin kapısından içeri süzüldü. Biraz ilerledim kapıda "Yedi numara" yazıyordu. Bana verilen adresteki kapı numarasıydı bu. Cebimdeki küp kağıda tükenmez kalemle özenle yazdığım adres; "Karaveli Mah.Kömürcü Sok.No:7" evet bu ev...

"Tak,tak"

İçim içime sığmıyordu. Gazetecilik mesleğimde yapacağım ilk işimdi bu.İnsanları ürkütmemem lazımdı.Sorduğum sorularla kimseyi rencide etmemeliydim.Hele de daha kırkı çıkmamış bir babanın ailesiyle konuşmak kolay değildi benim gibi bir acemiye...Düşüncelerimle mücadelem sürerken, kulağı tırmalayan bir gıcırtıyla kapı yarıya kadar açıldı. Kapının ardından yüzünü görmediğim cılız ve yılgın bir ses;

"Buyrun kime bakmıştınız?" dedi.

Bir ses, ancak bu kadar hüzünlü ve çaresiz sorabilir bu soruyu...Demek ki ne acılar çekiliyor, ne hikayeler yaşanıyordu çile yüzlü,soluk benizli bu sokakta...

"Şeyy, adım Kemal, gazeteciyim. Sizinle grizu patlamasından ölen kocanızla ilgili röportaj yapmak için geldim."

"Ne soracaksınız oradan sorun, bildiğim kadarıyla cevap vereyim” dedi.

Evet, bize ait ama unuttuğumuz bir yaşam tarzıydı bu. Kocası içeride olmayan eve yabancı bir erkek giremezdi aslında. "Namahrem" deniyor bu duruma.
Ah! mahremi dul kalmış, öksüz kalmış, yetim kalmış bu evler…sizleri anlamak için burada bir saat geçirmek bile yeterdi… Haberler müdürümüz Ayla Hanım! kendisi de annesiz-babasız ve kız yurdunda büyüdüğü için bu tür sosyal haberlere itina gösteriyordu.
Bizlerin de hassas ve duyarlı olmamızı istiyordu. 

“Kocanızın ismi Şahin YAKAR, otuzsekiz yaşında, onüçyıllık evlisiniz, dört çocuğunuz var,ikisi kız ikisi erkek değil mi?”

Ağladığını gizlediği belli oluyordu. Çaresizlik, öfke, sitem ortası bir iç çekerek;

“Evet” dedi.

Sonrasında, ani bir refleksle kapının önüne domino taşlarını dizer gibi boy boy çocuklarını çıkardı.Peşinden kendisi de eşarbını düzeltir vaziyette çocukların arkasına geçerek;

“Yeter artık yeter! Cevabını bildiğiniz soruları peş peşe sorarak neyi çözmeye çalışıyorsunuz? Şimdiye kadar bu soruları soranlar neyi çözdü de sen neyi çözeceksin?”

Hem ağlıyor hem de içinde biriktirdiği zehrini döküyordu.Olsun döksün bu iyiye işaretti.

Devamı var
( Üç Gül'ün Rengi Sarı-11- başlıklı yazı Arzeni tarafından 25.01.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu