Dersim boştu, Mart ayı için çok güzel sayılacak bir hava hakimdi. Yürüyüş için de arayıp bulamadığım bir güzellikteydi. Kulaklığı kulağıma taktım, radyoyu tıkladım. Semiha Yankı "Seninle Bir Dakika"...

 

Kulağımı çınlatan nağmeler, bir anda zamanı geriye sardı. Havadan olsa gerek biraz da melankoliktim. Yol kenarında oturan iki gence gözüm takıldı. Tam da kavak yellerinin estiği çağdaydılar, okulu da kırdıkları her hallerinden belliydi. Biraz ötede kaldırım kenarına çıplak ayaklarla oturmuş başka bir çift görünce, daynamadım, gülümsyerek laf attım.  "Oh be, gel keyfim gel. Yerinizde olmak için neler vermezdim." dedim. "Gel yanımıza otur." deiler... Birazcık buruldum. Oturamazdım zira 16 yaşında değildim. 16 yaşın gerektirdiği gibi özgür davranışları sergileyemezdim ama bu gün melankoliktim ya... 16 yaşıma doğru zaman tünelinde tatlı bir yolculuğa çıkmama kimse engel olamazdı...

 

Nasıl da özgürdük 70'li yıllarda. Tüm dünyada esen özgürlük rüzgarları bizi de önüne katmıştı adeta. Kılık kıyafetten düşünceye kadar. Savaş karşıtı barışçı gençlerdik. Biz kızlar; mini etekler, düşük bel bol paça pantolonlar, büyük yakalı daracık gömlekler, apartman topuklu ayakkabılar, çorap çizmeler giyer, gözümüze de iri çerçeveli renk renk gözlükler takardık...

 

 Erkeklerle gömlek ve pantolon tarzımız aynıydı. Geniş, kısa, yumruk görünümlü kıravatlarını saymazsak... Ceketlerinin yakaları genişçe, daracık gömleklerinin yakaları yarıya kadar açık bırakılırdı ki  neredeyse 100g ağırlığında, altın madalyonları gözüksün diye...Saçlar uzunca ve öne doğru taranır, favorileri çeneleriyle birleşirdi. Havacı rengin hakim olduğu baba pardesüleri yerleri süpürürdü savururarak yürüdükleri zaman.

 

Sinema parası bulamayan hanımların ocaktaki dolma tenceresini satıp salı-cuma kadınlar matinesini kaçırmadıkları dönemdi 70li yıllar...Bizler de okulu kırıp sinemaya koşardık. Dörtlü yonca dedikleri Fatma, Türkan, Hülya, Filizli filmlerin takipçisiyik. Ya platonik aşklarımız Yılmaz, Tarık, Ediz, Kadirler pembe düşlerimizi süslerlerdi... Bilet parasını aramızda halledip içeri girdikten sonra Ünal gazozlarından almak gerekirdirdi. Arkadaşın birini de çekirdekçi Suphi'ye gönderir, bir küllah da çekirdeğimizi alır, filmin başlamasını sabırsızlıkla beklerken sabretmeyi de öğrenirdik. Tam filme daldığımız hatta filmin kahramanı olduğumuz bir anda ""Ulan it kopekler nereye kaçarsız ha?" sesiyle sessizlikte yankılardı Talat YILDIRIM Hocamızın sesi Yenişehir sinemasının duvarlarında. Kaçacak delik ararken dizilirdik ip gibi Talat Bey'in önüne okula doğru...

 

Televizyonla yeni tanışıyorduk. Tek tük evlerde vardı siyah beyaz tek kanallı televizyonlar. Bizim kuşak iyi  bir radyo dinleyicisiydi. Armstrong'un aya ayak basışını tüm komşularla beraber dinleme heyecanı bir başkaydı... Ne demiştim başlarken "Semiha Yankı"... Bizim jenerasyonla başladı eurovizyon serüveni. Sonuncu olacaklarını hiç düşünmeden, seçtiğimiz sanatçıları umutla gönderir ve sonunculuklarına şahit olurduk çoğu zaman komşu evlerinde izlenen televizyon karşısında... Yılbaşı gecesi komşu evlerde, sinema misali çekirdeklerimizi çıtlatırken, saat 12.00'de Nesrin Topkapı'nın çıkmasını beklerdik. Eğer ki; ev sahibi babaannenin hışmla ""Vi anam başımıza daş yagacak, nedir bu deccalın karşısında oturmişsiz..." deyip televizyonu kapatmadıysa, arada bir utanıyormuş gibi yapıp göz ucuyla bakardık. Ya da hevesimizi bir sonraki yıla saklayarak evin yolunu tutardık.... Yabancılardan Elvis hayranıydık. Yerlilerden kimimiz damar takılır Müslim Baba, kimimiz romantik takılır Orhan Gencebay ya da Ferdi Tayfur dinlerdik. Salon çocuğuyduk kimimiz Ömür Göksel, Seyyal Taner, Füsun Önal, Erol Evgin, Ajda Pekkan, Esmeray, Gökben, Erkin Koray, Zerrin Özer, Tülay dinlerdik. Kurtalan Ekspresi ile" Malabadi Köprüsü", Ali Rıza Binboğa ile "Öğretmen Öğretir A BC" yi ezbere okurduk... Harçlıklarımızı biriktirir Ses, Hayat mecmuaları alır Hey dergisi okurduk. Artist kartpostallarından kolleksiyonumuz vardı. Pul heveslisi arkadaşların pul defterleri elden ele dolaşırdı. Ya anket defterleri... O nasıl surulardı Tanrım? "Sevdiğin var mı, isminin baş harifini yazar mısın?, Onunla nerede yaşamak isterin?,Kaç çocuğun olsun istersin?, Hangi sanatçıyı taklid edeersiniz? Kime benziyorsunuz?..." Sorusuna verilen cevabı hiç unutmam. "Türkan Şoray'ın bana benzediğini söylerler... Ah gençlik ahhhhh...  


 70'li yıllarda arbadan söz etmek istiyorum ama yoktu ki... Koca şehirde (Diyarbakır) özel otomobil olarak toprak sahibi bir kaç kişinin Mercedesi , caddelerde tek tük Murat 124 dolaşırdı. Rahmetli babamın da beyaz renkli Murat 124 ü vardı. Bizim jenerasyon üstü açık mekine (kamyon) ve belediye otobüsülerini çok daha iyi biliriz ki o da bir ya da iki taneydi.

 Biz soba başı ve mangal etrafı çocuklarıydık. Kış akşamları soba başında oturur pişen kestaneden payımıza düşeni almak için sabırsızlanırdık. Mangalda kaynayan bitki çaylarıını yudumlarken anlatılan hikayelerden derdsimizi almasını bilirdik. Sosyal bir gençliktik. Halk oyunlarının folklorün (halk bilimi) bir dalı olduğunu bilmeden folklor oynardık. Liseler arası ses yarışmalarını yakından izlerdik ki Nilüfer'in böyle bir yarışmada birinci olup müzik piyasasına girdiğini bilmeyenimiz yoktur. Yine okullar arası spor müsabakalarımız vardı. Voleybol, yakan topu, basketbol maçlarında nasıl da tezahürat yapardık. ( Okul kız voleybol takımındaydım. İl birinciliğini aldık, bölge yarışmasına Antep'e gidecektik. Rahmetli Talat Bey evimize kadar geldi ama bana izin verilmediği için gidemedim... İçimde bir uktedir...) Münazaracıydık, konumuzu çatır çatır savunmasını bilirdik. "TOPLUM MU SANATÇIYI ETKİLER, SANATÇI MI TOPLUMU ETKİLER?" Nasıl da güzel savunmuştuk...

 

Bakkal amcalarımız vardı gözlerinde bardak altı gibi kalın camlı gözlüklerle veresiye defterlerini tutan. Vita yağını gramla, tüp gazı kuyruklarda itişe kalkışa alırdık. Elektrik kesintilerinde gazyağı kuyruklarında bayılanları hastaneye koştururduk. Sabun, şeker kıtlığını gördük. Mutlu gençlik 70'li yılların ortalarında grevlere tanık olduk.  Ufak tefek çatışmalar, yürüyüşler ve beraberinde göz altlarına

,sorgulamalara tanık olduk...  Süleyman Demirel'le büydük ama  o muhteşem şapkayı eskitip bir tarafa atamadık derken Bülent Ecevit'i mavi gömleğiyle tanıdık. Mavi gömlekler giymeye başladık. Ecevitli fincanlar komidinlerimizi, halılar duvarlarımızı süsledi...

 

Mahallemizin sütçüsü vardı bizlerle akraba yakınlığında tanışık. Elinde litrelik teneke maşrapasıyla kapıyı çaldı mı sohbetin tadına doyum olmazdı... İnekle çok yakından tanışırdık, kaç yaşındadır, kaç kilo süt verir, ne zaman doğuracaktır tüm bunları bilirdik. Tatlıcımız vardı, sabahın ilk ışıklarıyla"Şireli datli varrr!" sesiyle güne başlamanın tatlılğını yaşardık. Yemesek de tatlıdan alırdık ki çocuk tatlıyı bitirip okula koşsun diye....

Teksas, Tomiks hastalığımız vardı. Birimiz alır değiş, tokuşla tüm mahalle okurduk. Telefonsuzduk, mektup yazardık adeta destan gibi... Postacı yolu gözleyerek heyecanla sabrımızı tartardık. Mektup yazmaktan olsa gerek edebi yönü gelişmiş gençlerdik biz 70'liler....


Kalaylı bakır kazanlarda, sabunla yıkanırdı toprak kokan çamaşırlarımız. Tursille yeni yeni tnışıyor olsak da sabun kokusunu daha çok seviyorduk. Parfüm yerine limon ya da tütün kolonyası kokardı tenimiz... Nenelerimizin, analarımızın sabun kokan, nasırlı,  kısa tırnaklı, çatlak mübarek elleriyle başımızı okşamaları en büyük ödüldü biz 70'li gençler için... "Hocam akşama ekemek lazımdır?"sesiyle çıktım bir saatlik zaman tünelindeki gezintimden. Zaten kapımın önündeydim...


 Birsen İNAL    11 MART 2012

( Ah Gençlik Ah başlıklı yazı Birsen İNAL tarafından 10.04.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.