“Ne tez geldin ne tez gittin / Mü’minleri mahzun ettin” diye başlayan ve hüzzam makamında söylenen bu uğurlama beyti, rahat rahat / dinlene dinlene namaz kılma manasına olan teravih’in sonlarında söylenen bir ilahidir. Ramazan giderken aklımızda bazı düşünceler bırakarak gitmiştir.

Zaman ne kadar değişirse değişsin, devir ne kadar değişirse değişsin, insanın yapısı değişmiyor. Efendimiz, teravihi birkaç gün bir miktar kıldırmış, yoğun ilgiyi görünce odalarına çekilmişlerdir. Günümüzdeyse teravih, farz namazlardan önemli hale gelmiştir. 11 ay vakit namazlarına aldırış etmeyenlerin teravihi kaçırmadıklarını herkes biliyor. Yapılan %50 doğrudur ama “Oruç bitti namaz gitti” düşüncesi %100 yanlıştır. Allah katında amellerin en hayırlısı, az da olsa, devamlı olanıdır. Âdetlerin dine dönüştüğü toplumlarda din, Nasrettin Hoca’nın ifadesi ile  “bir kuşa benzer.”

Tez gittiği herkesin malumu ama tez geldiği de öyle mi? İnsan ömrü esas alınırsa öyledir. Bugün 55-60 yaşında olanlar, aynı mevsimde, iki Ramazan yaşadılar. Sorsak “daha dün” diyecekler. Haksız sayılmazlar hani. Öldükten sonra dirilenler, koca bir ömrü tanımlarken, “kuşluk vakti kadar” diyecekler. (Naziat: 46)

Ramazanın gelip gitmesinden çok “bıraktığı iz” önemlidir. Toplumu eğitim gücünü, ibadetler açısından birinci derece olduğunu kabul etmekle birlikte -düşünüyorum da– “Bu Ramazan unutamadığınız ne kaldı?” diye sorsalar “oruçluya saygısızlığı” söylerim. Nitekim “Suyun Rengi” başlıklı yazımızda bunu dile getirmiştik.
http://www.sendeyaz.net/yazi-guncelle/82493_suyun-rengi.html

Kuran’ın en çok okunduğu ay, Ramazan’dır. Çünkü Ramazan’ı böylesine değerli kılan, Kuran’ın bu ayda indirilmiş olmasıdır. Kuran’ı da “kuş gibi” okuduk. Hatimler yaptık. Oysa Efendimizin arkadaşları (sahabe)nin “10 ayet(in getirdiklerini) kavramadan öteki ayetleri ezberlemediklerini” okuyoruz. Yaptığımız % 50 doğru olduğu kadar  % 50 de yanlıştır.

Orucu, Boğaz Köprü’yü geçmeden tuttuk. Kadir’i bir gece Ambar’da köşeye kıstırdık. Oysa o bütün bir senede/ bir ayda/ bir gecede saklıydı. Kulluğun teşvik primi olan Kadir Gecesi’ni –ille de kazanma hırsıyla- tek bir gecede yakaladık. “Az çalışıp çok kazanma” alışkanlığımız Kadir’i de bir kuşa çevirmemizi sağladı.

Orucunu tutan mü’minler bayram arifesinde, görevini yapmış bir insan edası içinde, bayramı gözlerler. Geriye dönüp bakınca -maddi bir kayıpları olmadığı için- “tutan tutmayan bir oldu” derler. Görüntü öyle gelebilir ama gerçek hiç de öyle değildir. Görevini yapan ve yapmayanın bir olmadığı gibi, tutan ve tutmayan asla bir olamaz. Nitekim sıcağı bahane ederek Tebuk Seferi’ne çıkanla çıkmayan bir olmamıştır.

Bayrama giriş psikolojileri de tamamen terstir. Bir grup insan bayramı “tatil havası” olarak solurken, mü’minler tadılmış bir zevk olarak ele alır. Hatta sade mü’minler bayram yaparken, Allah’ın has kulları, tuttukları orucun kabul olup-olmadığını; bayrama hak kazanıp-kazanmadıklarının muhasebesini yaparlar. Kalplerinin göstergesi, ümitle korku arasında, gider gelir.

Oruçtan sonraki bayram, işçiye teri soğumadan verilen ücret gibi… Bayram bir semboldür. “Oruçlunun iki sevinci var” buyuran efendimizin ortaya koyduğu bir gün. Birinci sevinci, her iftar sofrasında, ezanın “Allahuekber” diye gürlemesiyle kalbimizin iftar topu gibi gümlemesi esnasında tadarız. Sabahtan akşama nefsimize, cin ve insan şeytanlarına karşı verdiğimiz mücadeleden başarıyla çıktığımız için. İkinci sevinç ise, bu dünya ile bağlantılı öte dünyada yaşanacaktır. Yüce Allah’ın, kullarına “Yiyiniz- içiniz, âfiyet olsun; geçmişte yaptığınız amellere karşılık…” buyurduğu gün. (Tur–19; Hakka–24; Mürselat–43)

Her bayramda, her seviyede yapılan tebrikleşmeler ve kullanılan (iki asırdır siyasi- ekonomik köle hayatı yaşan) “İslam âleminin uyanışına vesile olması” dileği -İslam’ı bir hayat biçimi olarak algılayarak özümlemedikçe- “kuru temenni” olmaktan ileri geçemeyecektir. Çünkü yüce Allah, bir millet kendini değiştirmedikçe onlar hakkındaki hükmünü değiştirmeyecektir. (Rad–11; Enfal–53). Sadece bayram şekeri -40/50 yıllık gelişme içinde- akide şekerinden çikolataya dönüşecektir.

İki asırdır gördüğümüz kuşlara alışmış olmanın verdiği duyguyla, kargadan başka kuş tanımayanların “kendine benzeyen bir kuş” olan (Hacı) leyleğin gagasını ve ayaklarını -uzun diye- keserek, kanatlarını kırparak, “şimdi bir kuşa benzedin” diyen Nasrettin Hoca fıkrasındaki kuşun gerçekte nasıl bir kuş olduğunu vicdanlarınıza bırakıyoruz.

( Bir Kuşa Benzemek başlıklı yazı Mustafa IŞIK tarafından 24.08.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.