HALİT YILDIRIM’LA MÜLAKAT

Röportaj: Abdülhamid Atak

“Sevgi; insanı dünya denen bu geçici konaktan, gerçek ve ebedi hayata götürecek yol azığıdır”

 

Şair yazar Halit Yıldırım ile şiir “Yarına Ağıt Düne Gazel” isimli kitabı üzerinden şiir, musiki ve iş hayatı üzerine konuştuk.

 

A. ATAK: Hem Ziraat Mühendisi olup hem de edebiyat ve musiki ile uğraşmak nasıl bir duygu?

H. YILDIRIM: İlk anda insana garip gibi gelse de ülkemizde bunun birçok örneği var. Mesela Mehmed Akif de aslında Veteriner Hekim ama çok büyük bir şair. Birçok doktor, musikimizde zirve yapmış isimlerden oluşuyor. Dr. Ümit Mutlu, Dr. Selahattin İçli, Dr. Alaaddin Yavaşça gibi isimler bunlardan bir kaçı… Sezen Aksu ve bestekâr Mehmet Reşat Aysu (1910-1999) Ziraat Mühendisi… Şehrimizin tanınmış simalarından Enver Leblebicioğlu da meslek olarak Eczacı olmasına rağmen Çorum’da musiki denilince akla gelen ilk isimlerden birisidir. Benim durumumda olan birçok kişi için musiki ve edebiyat bir hobi, meslek değil. Bu açıdan bakınca yadırgamak yerine insanların bu tür kültürel faaliyetler için de zaman ayırabileceği ortaya çıkıyor. Ancak bu işin eğitimini alarak hatta akademik düzeyde yapmayı çok isterdim.,

 

A. ATAK: Edebiyat ve musikiden hoşlanmanıza rağmen Ziraat Mühendisi olmanızın sebebi nedir?

H. YILDIRIM: Şiire ilkokul sıralarında başladım. Musikiye merakım da aynı yıllarda başladı denilebilir. Dolayısı ile üniversite seçimimde şiir yazmamın etkisi olmuştu. Ben liseyi bitirdiğimde daha çok edebiyat, bu olmazsa tarih, hukuk veya ilahiyat gibi sosyal içerikli bir okula gitmeyi istiyordum. Ailem ise tıp, eczacılık, mühendislik gibi daha çok fen ağırlıklı bir okulu kazanmamı istiyordu. O zamanki ÖSYM sınav sistemi çok farklıydı. Bir okul kazanmak için her soru tipinden puan almak zorundaydık ve her sayısal, sözel her bölümde çözdüğünüz soru diğer puanlara da etki ediyordu. Bu yüzden bir kişi Tıp Fakültesini kazanabileceği gibi Hukuk Fakültesini de kazanabiliyordu. Tamamen tercih sıralamanıza bağlı bir durum vardı. İşte bu tercih sıralaması yüzünden ve babamın da Tarım İl Müdürlüğünde çalışıyor olması benim Ziraat Mühendisi olmama sebep oldu.

Hatta Ziraat Fakültesine gittiğim ilk gün bu okulu bırakmaya karar verdim ve sabah Erzurum'a gittiğim otobüse akşam tekrar binip geri Çorum’a döndüm. Tabii babam beni görünce çok şaşırdı. "Hayırdır" filan dedi. "Ben bu okula gitmek istemiyorum. Tekrar sınava girip ya Edebiyat ya da İlahiyat Fakültesine gideceğim" dedim. Fakat babam beni ertesi gün Erzurum’a geri gönderdi. Sonuçta Ziraat Mühendisi oldum. Ama mesleğimi de sevdim ve mesleğim ile ilgili konularda da makaleler yazdım. Hatta bir de basılmayı bekleyen kitabım var.

 

A.ATAK: Şiirlerinizi yazmanızda ailenizin bir katkısı var mı?

H.YILDIRIM: Aile; insanın yaşadığı en mahrem ve en küçük birim. Aile bağları en kutsal ve en insani bağlardan oluşuyor. Bir sanatçı; sanatında geldiği her noktayı öncelikle ailesine borçludur. Siz şiir yazarsınız ama ilhamı çoğu zaman ailenizden alırsınız. Eşinize yazarsınız, çocuğunuza, annenize, babanıza yazarsınız. Bu cepheden bakınca ailenizde yaşayan her fert sizin ilham kaynağınızdır. Başka bir açıdan bakınca bir yazı yazacaksınız araştırma yaparsınız, uğraşırsınız, zaman harcarsınız. Harcadığınız zaman aslında ailenize ayırmanız gereken zamandır. Bu yüzden onlar destek olarak size yardımcı olur. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün… Zaten bu yüzden kitabımın ilk bölümünü ailem için yazdığım şiirlerden oluşturdum ve “Aileme” ismini verdim. Bu bölümde eşime, anneme, babama, çocuklarıma yazdığım şiirler var…

 

A. ATAK: Şiirlerinizi yazarken örnek aldığınız birisi var mı?

H. YILDIRIM: Şiir yazarken örnek almaktan ziyade beni etkileyen şairler elbette vardır. Necip Fazıl, Mehmed Akif, Faruk Nafiz, Abdurrahim Karakoç, Cemal Safi bunlardan en önemlileri…

 

A. ATAK: Bestelerinizi kimden yada nelerden ilham alarak yapıyorsunuz?

H. YILDIRIM: Bestekârlık konusunda henüz emekleme safhasındayım diyebilirim. Bir bestekarın en büyük ilhamı yazdığı veya okuduğu güftedir. Daha sonra da bizatihi şarkılar da bestekarın en büyük ilham kaynağıdır. Çok muazzam eserler var. İnsanı ister istemez etkiliyor. Siz de önce onları takliden bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz. Sonra kendi tarzınızı oluşturuyorsunuz.

 

A. ATAK: Bir Mecnun Olmuşum Seni Ararım” adlı eserinizde “Leylâ” isminin sizce önemi nedir?

H. YILDIRIM: Leyla edebiyatımızda ki en önemli simgelerden birisidir. Fuzuli meşhur Leyla ile Mecnun mesnevi tarzındaki şiirinde Leyla’yı hakikat sırrının sembolü, Mecnunu da bu hakikati arayan insan ruhunun sembolü olarak kullanmış. Zaten bu meşhur şiirden sonra hem divan edebiyatımızda hem de Halk edebiyatımızda bu iki sembol çok kullanılmıştır. Ben de şiirimde bu sembolleri kullandım. Hatta meşhur Leyla ile Mecnun efsanesine göndermelerde bulundum. Şiirden örnek verecek olursak:

           Yanan dudaklarım inler su diye

           Her serâba işte Leylâ bu diye

           Sorarım böyle aşk olur mu diye

           Bu aşkın duası var mıdır Leylâ’m?

Aslında Leyla, insan sevgisinden, gerçek aşka yani ilahi aşka bir köprüdür. Zira insan sevgisi olmadan İlahi aşka ulaşamazsınız. Asıl adı Kays olan Mecnun da zaten gerçek aşka erip Leyla’yı tanımaz hale geldiği için bir anlamda aklını yitirdi, delirdi, cünun etti anlamında Mecnun oluvermiştir. Zira gerçek aşka eren kimse dünyalık hiç bir şeye itibar etmeyecektir.

Şiirimi besteleyen Bestekar Erdal Şahin de bu duygular içersinde Leyla ile Mecnun konulu bir şiir ararken şiirimi bir dergide görmüş ve bu tasavvufi duygular içersinde Segah makamında bestelemiştir. Bu makamında ulvi duyguları barındırdığı düşünülürse hem şairin hem de bestekârın ortak paydada buluştuğu söylenebilir.

 

A. ATAK: “Üşüme Reis” adlı şiirinizi hangi duygular içersinde yazdınız?

H. YILDIRIM: Ben bu şiiri üç yıl önce çok acı bir şekilde kaybettiğimiz merhum Muhsin Yazıcıoğlu için yazmıştım. Bu soruya geçenlerde yazmış olduğum bir köşe yazımdan aldığım birkaç pasajla cevap vermek istiyorum.

“Türk milleti kadirşinas bir millettir. Bir insanı sevdi mi onu asla unutmaz. Ama bu sevme ölçüsü ve kriterleri aslında hem basittir, hem de zordur…

Milletimizin bir kişiyi sevmek için koyduğu en önemli ölçü; o kişiyi kendisinden bir parça olarak görmesidir. Kendisine yabancılaşmış, ona tepeden bakan, inançlarını, yaşantısını hor gören, sofrasına oturmayan insanları sevmez. Hele hele inançlarını horlayan, çağdışı gören, ona mürteci, yobaz gibi yaftaları takanları da hiç sevmez. Oysa milletimiz kimin yobaz olduğunu, kimin çağdışı olduğunu, kimin istismarcı, kimin samimi olduğunu gayet iyi bilir. Onun tarihi tecrübeleri, içgüdüsü bunları anlayacak kadar basirete haizdir.

Bu millet Muhsin Yazıcıoğlu’nu da sever. Kimi çevrelerin marjinal bir partinin lideri olarak görmesine rağmen, kimilerinin saldırmasına rağmen hala sever.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun parti liderliğinin ötesinde, onun kişiliğine hayrandır bu millet. Gerçekleri eğip bükmeden konuşmasına, siyasi çıkarlarını düşünmeden doğrunun yanında olmasından, yanlışın, zorbanın karşısında olmasından dolayı sever.”

Bu şiirin yazıldığında Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopteri düşmüştü ve günlerce süren aramalara rağmen bulunamamış ve artık öldüğüne kesin olarak hükmedilmişti. Bu durum çok acı bir durumdu ve hala bu olay tartışılmakta, kaza olmadığı ve suikast olduğu yönündeki kanaatler günden güne güçlenmektedir.

Şair; memleketinin değerlerine de sahip çıkar, onların ardından ağıtlar yakar. Ben de bu şiirimde şair sorumluluğuyla hareket ederek o güzel insanın ardından bu ağıtı yazdım.

Özellikle onun meşhur Mamak Zindanlarında yazdığı “Üşüyorum” şiirine de göndermeler yaptım.

Muhsin Beye bu şiirden başka yazdığım şiirler de vardır. Madem söz bu şiirden açıldı şiirin bir bölümünü okumadan geçmeyelim.

Kara bir gün kara haberin geldi

Bir hançer saplandı döşüme Reis

Keş Dağları seni bizlerden çaldı

Sanki bir çığ düştü başıma Reis

….

Acı hatırası olsa da dünün

Bugün Yaratana kavuşma günün

Dualarla örttük üstünü senin

Nur içinde uyu üşüme Reis

 

A. ATAK: “Yarına Ağıt Düne Gazel” adlı kitabınızda adına şiir yazdığınız Enver Leblebicioğlu’nun hayatınızdaki yeri ve önemi nedir?

H. YILDIRIM: Bu sorunun cevabı sanırım şiirde tam olarak verilmiş. Şiirin tamamı şöyle:

Hocam

Nezaket, saygınlık adın, soyadın 
Bizleri 
sevgiyle sararsın Hocam. 
Gönül kazanmaktır işin, 
sanatın
İnsanı Yunusça görürsün Hocam.

Şarkılar seninle 
güller gibidir, 
Duygularla coşan seller gibidir, 
Gönülden gönüle akan 
sevgidir,
Gönüllere ilham verirsin Hocam.

Onlarca yürekten tek ses çıkıyor, 
Gönülden gönüle 
sevgi akıyor, 
Herkes sana hayran hayran bakıyor, 
Sevgiyle zirveye yürürsün Hocam.

Dünya bir menzildir konup göçülür
Binlerce sırrı var bakıp geçilir
Kalp 
gözü görene perde açılır
Sırların künhüne varırsın Hocam

Çevrende pervane olmuş 
insanlar
Seninle anlamlı saatler, anlar
Dinginleşir ruhlar, kaynaşır canlar
Gönülleri huzur bürürsün Hocam.

Bu eser sizindir, artık övünün
Emekler semere verdi sevinin,
En 
güzel yerinde gönül evinin,
Abide misali durursun Hocam.

Enver Leblebicioğlu bir sanatçı, bir öğretmen, örnek bir iş adamı ve örnek bir aile reisi… O kelimenin tam anlamıyla bir gönül insanıdır. Yıllardır sayısı yüz kişiyi bulan bir koroyu; kırmadan dökmeden yönetmekte, başarılı konserler vermekte, koristlerine musiki ve enstrüman dersleri vermekte…

İşte ben de onun bir öğrencisiyim. Musikinin elifbasını ondan öğrendim, ud dersleri aldım, nota ve solfej öğrendim. Bu gün ud çalabiliyorsam, bir beste yapabiliyorsam, yaptığım bestenin notalarını yazabiliyorsam onun sayesindedir. O benim hayatımda en önemli dönüm noktalarından birisidir. Benim için bir miaddır. Ellerinden öpüyorum. Bu şiiri Prof. Dr. Suat Kıyak Hocamız da Kürdîlihicazkâr makamında besteleyerek daha da anlamlı hale getirdi. Kendisini buradan yâd etmeden geçemeyeceğim.

 

A. ATAK: “Yarına Ağıt Düne Gazel” adlı kitabınızın arka kapağındaki takdim yazısı olan “Mustafa Özçelik” ‘in sizin için önemi nedir?

H. YILDIRIM: Deyimi yerindeyse, Mustafa Özçelik bir edebiyat işçisidir. Tam bir sanatkârdır, başta Yunus Emre araştırmaları olmak üzere birçok edebi esere imza atmıştır. Aslen Eskişehirlidir ama Kütahya’da yaşamaktadır.  Üstad Özçelik ile Aşkın E Hali Dergisi yönetiminde iken Türkiye Yazarlar Birliği ile beraber düzenlediğimiz bir şiir gününde tanıştık. Daha sonra kitaplarını okudum. Fikirlerinden faydalandım. Şiir kitabımı çıkarmaya karar verdiğimde kitabın ham halini çevremdeki birçok şair arkadaşıma gönderdiğim halde çoğundan tek bir kelime öneri veya eleştiri alamazken Mustafa Özçelik; o yoğun programı arasında kitabı baştan sona okudu ve o takriz yazısını yazdı. Hatta kitap çıkınca bir ay boyunca kendi sitesinde ayın şiir kitabı olarak tanıttı. Bu konuda sevgili Şakir Çıplak Hocama da şükranlarımı sunuyorum. O da satır satır inceledi. Akademisyenlere gönderdi. Onların eleştiri ve yönlendirmeleri ile bu kitap çıktı. Yine Hitit Üniversitesi Edebiyat Fakültesi hocalarından Sayın Mete Taşlıova Hocamın da katkıları büyük oldu. Ona da müteşekkirim. Tabi Enver Leblebicioğlu’nu da burada yâd etmeden geçemeyeceğim. Sağolsun o da bana kitabım çıkmadan çok önemli tavsiyelerde bulundu.

 

A. ATAK: Sizden tüm bu eserlerinizin sırrını anlatan birkaç cümle kurmanızı istesek nasıl bir cümle kurarsınız?

H. YILDIRIM: İşin sırrı sevgidir. Sevgi olmadan ne şiir yazabilirsiniz, ne de beste yapabilirsiniz. Sevgi; insanı dünya denen bu geçici konaktan, gerçek ve ebedi hayata götürecek yol azığıdır. 

( Halit Yıldırım’la Mülakat başlıklı yazı Halit YILDIRIM tarafından 11.10.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.