II

 

Aklından bir türlü atamadığı, adlarını bile bilmediği; çift tekrar gözünün önüne geliyordu. İzin isteyerek, saygıyla tam yanına oturmuşlardı. Aynı sınıftan olmanın verdiği rahatlıkla onları konuk etmişti. "Onlar" demişti kendi kendine. Onları, tek bir çift değil de; tek bir varlık ve bir ruh birlikteliği içinde görmeyi ummuştu. Kadının kocasından çakmak istemesi dışında, onlardan bir ses gelmemişti.

 

Gözü, yer yer sisli,  yemyeşil ormanla kaplı tepeler, trenin arkasına doğru akıp giderken, kulağı ise hep onlarda kalmıştı. Özlemini duyduğu mutluluğu ifade eden bir kelimeyi, bir sözcüğü duymayı düşlemişti. Günlük yaşamın bir ayrıntısını, bir şakayı, ya da bir iğnelemenin; onların dudaklarından dökülmesini beklemişti. Ama onlar hep susmuşlardı.

 

Her ikisinin bakışları, uzak sessizliklere, ufuktaki bir noktaya dikilip kalmışlardı. İkisi de, birbirinden bağımsız bir sonsuzluğa, kendilerini adamış gibiydiler. Farklı iki sonsuzluğa uzanan mutsuzluğun acısını, kendilerince ayrı ayrı mı çekiyorlardı? Havadaki sessizliğin sıkıntısı, her şeyi yavaş yavaş silikleştiriyordu.

 

Her hareket; yerini bir soru işaretine, her soru işareti ise kendini belli belirsiz, sebepsiz, amaçsız ve saldırgan kasavetli bir sıkıntıya bırakıyordu.

 

Kadın veya adam konuşursa bu sıkıntı gidecek gibi hissetmişti. Bundan öylesine emindi ki, bunun mantıksız bir inanç olmasına rağmen bir süre kafa yormaya devam etmişti.

 

Yan masalardan gelen sesler ve bakışlar, kendisini de içine almış cam bölmeyi delip geçmeye çalışıyordu. Dayanamamıştı. Bütün cesaretini toplayıp; kadınla konuşmayı denemişti.

 

      "Elbiseniz ne kadar güzel, nereden aldınız?" Bir aptal kadın gibi, bir aptal kadın olmaya eğitilmiş kadınla konuşmuştu. Konuştuğu kadın, bir anlık mucizevî bir hareketle, onun bir parçası olmaktan sıyrılıp; birden bir insan oluvermişti... Ardından adam da ondan kurtarmıştı kendini… Ve o da bir insan oluvermişti.

 

Sıkıntısı kayıp olur gibi olmuştu. Yine de huzursuzdu. Konuşma kendi seyrinde bitince; izin isteyip kalkmışlardı. Arkalarından bir süre; giden çifte bakmıştı. El ele tutuşmuyorlardı. Gözleri, kadının elbisesine dikilip kalmıştı.

 

Yine yalnızlıkla, baş başa kalmıştı.

Korkudan ve şaşkınlıktan çok; derin bir yaranın sızısını duyuyordu içinde… Hep orada, içinde duran ve sürekli reddettiği, görmezlikten geldiği, yaşamın günlük ayrıntısında boğulan o yarayı, elle tutarcasına hissediyordu. Hep kanamıştı. Yalnızdı. Yenikti.

 

Kendini tuzağa düşürülmüş bir yavru ceylan gibi çaresiz hissediyordu. “Bir yaralı ceylandan farkım nedir?” diyordu.

 

Zümrüt yeşili gözlerinden akan yaşları, eliyle gizleyerek ağladı. “Seni bir tohum gibi yüreğime ekmiştim, kanımla sulamıştım, filiz vermeni, çiçek açmanı beklemiştim, ama bir türlü açmadın” diyordu.

 

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında okuduğu kitaplar, dinlediği efsaneler, menkıbeler, derinden derine yankılanıp durmuştu kulaklarında… Yalan rüzgârı - yaban rüzgârı gibi; alıp götürdü bunları” diye doyasıya haykırmak istedi.

 

Unutamıyordu, çocukluğunda ocak başında geçen geceleri, karanlığı delen kar tanelerini... 

 

Unutamıyordu...

 

Kuşlar ve çiçekler gündüzlerini, gökyüzünü dolduran yıldızlar gecelerini, süslemiş ve beslemişti. Al yanaklı sabahları, kıyılarına sarıpapatyaların üşüştüğü ve ayakları perdeli küçücük sapsarı ördek yavrularını, yüzdüğü dereleri, kırmızı çatılı beyaz badanalı evleri, çoban çeşmelerini, pagodalarını, pürüzsüz gökyüzünde mutluluğa takla atan beyaz güvercinleri, karlı dağlarının eteklerinde otlayan koyun ve kuzu sürülerini, sarı başaklı ekin ve pirinç tarlalarını, köyün yeşilliklerini, sarı çakırdikenlerinde geziyordu düşünceleri.

 

Kırlarda koşarken, derelerde çırılçıplak yüzerken, bir gün deniz başında; denizsiz kalacağını hiç düşünmemişti.  Ayağa kalktı.  Bir ses, bir ışık bekliyordu.

 

Ümit vadisinde, özlem sularında; sevgi pırıltılarını sunacak beyaz atlı bir prensin imdadına yetişmesini bulmak ve yaşamak istiyordu…

 

       Kendi kendine: “Her şey, neden mükemmel değil? “Nasıl yanıldım da;  böyle kişiliksiz, zalim bir kocaya düştüm?” Neden harika çocuklara sahip olamadım?” Neden kıskanılacak kadar güzel bir evliliğim olmadı?” diye söylenip duruyordu. Her soru, her karşılaştırma, yarayı iyileştirmek yerine sanki daha da deşiyordu.

 

Üç ay sonra Oshima’da ki yazlığın taksiti bitecekti. Kızı Yuki, yeni koleji kazanmamış mıydı? Arkadaşlarının kocaları neden akıllıydı? Kendinin ki nerden geldiği belli olmayan Tanrı buyruğu gibi; erotik filimler oynatan sinemalarda ki gençlerin azgınlığı ve iştahıyla genç kadınların peşine düşüyordu? Oysa ona hep sadık kalmıştı.

 

Kaynağının nereden geldiğini bilmediği duyguları, Fukui’de inmesini söylüyordu.

      

       Devamı Var

            Km-121204

( Miyuki -2 başlıklı yazı KOCAMANOĞLU tarafından 17.12.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu