Mülayim Efendi, dairedeki tüm memurlar dışarıya çıkar çıkmaz dış kapıyı kilitlemeden önce etrafı iyice bir kolaçan ederdi. Tuvaletlerde memur ya da bir vatandaş, arşivde herhangi bir vazifeşinas görevli kalmış olabilirdi.

                Nitekim, yeni gelen müdür, ilk geldiği günlerin birinde dosyalara dalmış, belgelerin arasında neredeyse kaybolup gitmişti. Saatler sonra kendine geldiğinde ise hava kararmış;  şef ve de memurlardan herhangi birinin dairede bulunmadığını fark etmişti. Daireden çıkıp gitmek istedi ama kapı kilitliydi.

"Eli tencerede gözü pencerede" olup da bir an önce daireyi terk etme hayalleri kuran Mülayim Efendi’yi şahin bakışlarıyla boş yere aradı, göremedi. Mopedine atladığı gibi ek işinde çelik tencere satacak olan Mülayim Efendi asli görev mahallinden çoktan uzaklaşmıştı.

                Gece bekçisi gelir gelmez "Kızım sana söylüyorum /gelinim sen anla" gibisinden öfkesini Haydar  Efendi’den çıkarmış. "Ne biçim daire bu" diye söylenerek kendini kapıdan dışarı atmıştı. Ertesi sabah mesai başlangıcında Mülayim Efendiyi, kendisini dairede kilit altında bırakıp gittiği için bir güzel haşlamıştı.

                Böylesine önemli  bir tecrübenin ışığından yararlanma bahtiyarlığına eri şen Mülayim Efendi'nin "bu abdestle çok namaz kılacağı" daha o günden anlaşılmıştı. Her mesai çıkışında etrafı iyice kontrol eder böcek peşinde uçuşan kuşları-fare peşinde koşuşan kedileri dahi "ne olur ne olmaz başıma sonradan bir iş açarlar" diyerek kovalar daireden dışarı çıkarırdı.                                                                                                     

                Mülayim Efendi ertesi gün mesainin bitmesine yakın elindeki toz beziyle masaların öylesine bir tozunu aldı. Bezin, kalemliklerle sümenlerle olan rutin/ günlük koklaşmasını gerçekleştirdi. kendine ayrılmış eski bir ahşap masanın çekmece gözüne attı. Duvarları gözden geçirdi prizlerde takılı herhangi bir fiş göremedi. Tuvaletlerde ve arşivde kimseler yoktu. Hele hele yeni atanan müdürleri, yeni taşındığı evin noksanlarını halledeceğim diyerek beş dakika öncesinden daireden ayrılmıştı. İçeride kimseciklerin kalmadığına kanaat getirince dış kapıyı kilitleyip mopedine atladığı gibi evinin yolunu tuttu.

                Yer sofrasında bulunan yiyecekler, kuru fasulye pilav ve cacıktan ibaretti. Eşi Nigar Hanım ve ilkokul ikiye giden oğlu Cemal'le kaşık sallayıp karnını doyurduktan sonra sofradan kalktı.Bir orta kahve içip iyice azalttığı sigarasından bir iki nefes aldıktan sonra eşine seslendi: "Son günlerde işler iyice azaldı. Altımdaki on beş yıllık mopedimin motor sesini tanımayan tanıdık kalmadı. Mopedin sesini duyan ışıkları söndürüyor. Arsızlık yapıp da çok kişinin evine giremiyorum. Eşi kızarak: "Bunu satıp yenisini al sen de."  Mülayim Efendi suratını buruşturarak: "Al demesi kolay, alayım desem nerde para? Eldeki avuçtaki üç kuruş, dala konan üç kuş gibi. Mopedimi satayım desem olacak beş kuş. Bu parayla yenisini nasıl alırım? En iyisi,ya nasip diyerek yola çıkayım. Belki ışığını henüz söndüremeyen bir iki yere baskın çekebilirim. Haydi hayırlısı."

                Mülayim Efendi kelepir mopediyle beş on sokak üç beş cadde dolaştıysa da evinin ışıkları yanık durumda, tanıdık bir müşteri adayına rastlayamadı. Son çare olarak aklına yeni atanan müdürleri geldi.

                Müdür Beyin eşi, eve taşınmaları sırasında, Mülayim Efendinin, elektrik-su açma işlemleri- ni,boyacı tesisatçı bulma yöntemlerini eşine dostuna anlatmış, Mülayim Efendi’yi öve öve bitirememişti. Eşinin duyabileceği bir ses tonuyla: "Gece-gündüz, eşinle veya yalnız, mutlaka gel misa- firimiz ol" diye ısrarla, candan davette bulunmuştu.

                Mülayim Efendi, üçüncü kattaki dairenin apartman dış kapısındaki ziline bastı. İki çelik tencere setini oflayıp puflayarak daire giriş kapısına kadar taşıdı. Niyeti hiç olmazsa birisini Müdür Beye satabilmekti. Neden olmasın ki? Kapıyı Müdür Siyami Beyin oğlu açtı: "Mülayim amca hoşgeldin. Hayırdır." Mülayim Efendi, "N'olsun Hüdaverdi bir uğrayayım dedim." İçerden Siyami Bey seslendi: "Gel Mülayim Efendi. Televizyonda dizi seyrediyorduk. Hoş geldin, geç şöyle"

                Allah için, müdür beyler, mülayim efendiyi ailecek çok iyi karşılamıştı. Çaylar gelmiş,kahveler içilmiş, boşlar gitmiş dolular gelmişti. Ayrıca meyve suları içilmiş, kuru pastalar, kekler yenilmişti. Sohbetin koyulaştığı bir sırada Mülayim Efendi Siyami Beyin gösterdiği samimiyete güvenerek bir ara ayağa kalktı, izin istedi, gitti. Kapının dibinde koridorun başında bıraktığı iki setten birini alarak döndü. Bir tiyatrocu gibi hemen yeni rolüne bürünerek: "Müdür Bey, ek iş yapıp yapmadığımı sormuş tunuz. İşte karşınızda Japonlarla yarışan Almanların son icadı. Kandıra, Kuyu kebapçısına paydos. Tandır artık evinizde. Yarım kilo kuzu etiyle evinizde tandır tadı, kuyu kebabı lezzeti. Ödemeler peşinatsız on iki taksitte. Nasıl?" Müdür Bey alaycı bir ifade ile yüzünü ekşiterek: " İlâhi Mülayim Efendi bizde onun âlası var. Hem de beş yıldır" Mülayim Efendinin nevri dönmüştü, adeta kekeleyerek: "Sağlık olsun Müdür Bey almanız şart değil ki zaten." diyebildi. Müdür Bey sözünü keserek: "Bak Mülayim Efendi dikkat ettim dairede senden fazla çay içen yok"   "Öyledir efendim çayı çok severim ."Müdür Bey taşı gediğine koydu:"Hah şöyle şimdi seninle daha iyi anlaşabiliriz." Eşine dönerek: "Müjgan Hanım şu semaveri bir getirsene!" Müjgan Hanım elinde bir mukavva kutu ile misafir odasına dön düğünde Mülayim Efendide bet beniz atmıştı.Müdür Bey’in başına geçirmek istediği külah elinde kalmış,  Müdür Bey allem etmiş kallem etmiş nüfuzunu kullanarak,kendi külahını Mülayim Efendinin başına usturuplu bir şekilde geçirmişti. Mülayim Efendinin "Taksitlerim var ödeyemem, sonra haciz gelir" itirazlarına aldırmadan, satış senetlerini Mülayim Efendiye bir güzel imzalatmıştı. Kağıtla süprüntüyle, otla çöple yanıp tutuşan ve de çalışan semaveri Mülayim Efendi’ye satmayı başarmıştı. Kedi her zaman ciğer yi yemezmiş. Doğru mu? Doğru.     

                Sözün özü Mülayim Efendi, ava giderken avlanmıştı. Bunun acısını çıkartmak için ilk yapacağı iş, tezzamanda yıllık izine çıkıp tencere pazarlama işine dört elle sarılmak, semaver taksitlerini karşılayacak parayı kazanmaktı.

                Siz bu satırları okumakta olun, Mülayim Efendi; bir memur arkadaşına yazdırdığı izine ayrılma dilekçesini, zoraki gülümseyen çehresi ve tüm saygısıyla, Müdürü Siyami Bey'e sunmuş  bulunuyor.

 

                                              Mehmet Sadık MEDİN

 

( Mülayim Efendi başlıklı yazı Sadık Medin tarafından 5.01.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.