Eşler bedenlerinin hazlarını
Duygularıyla eşlerine
Yansıtmayı başardıkları ölçüde
Cinsel özgürlük bitmez.
İnsanlık tarihinde evlilik oldukça renkli bir boyuta sahiptir. Toplumların kültürüne, inancına ve geleneklerine göre çok büyük farklılıklar gözlenmektedir. Bu cinsellik boyutunda da kendini göstermektedir. Çok kadınlı evlilik, çok kocalı evlilik, grup içi ve grup dışı evlilikler, tek eşli evlilik, deneme evliliği ve buna benzer daha birçok çeşidi vardır.
Bu renkliliğin yanı sıra günümüz modern dünyasında genel olarak kabul gören tek eşli evliliktir. Bazı düşünürler evliliğin, cinsel özgürlüğü engellediğini savunmaktadır. W. Reich bu hususta şunları söylemektedir, hastalar üzerinde yaptığım deneylerim, ya özel yazgısından ötürü, ya da hekim yardımıyla cinsel gereksinimlerini eksiksiz doyurmayı öğrenen bireyin artık “ömür boyu tek eş!” diye dile getirebileceğimiz tek eşliliğin isterlerine boyun eğemeyeceğini gösterdi. Bu gibi kimselerle söz konusu ahlakı kolayca kabul eden kişilik zırhına bürünmüş küçük kent soylu kadınların, kurşungeçirmez cinsel zırhlara gömülmüş, tek eşli bir evliliği iyi kötü yürütebilen erkeklerin kıyaslanması şu sonucu ortaya koymaktadır,
1-Üretken cinsel etkinliğin hastalıklı bir biçimde kısıtlanması, insanların evliliğe uygun hale getirmektedir.
2- Evlilik öncesinde sürülen doyumlu cinsel yaşam belli bir süre tek eşliliğe köstek olmamakta, ama kesinlikle bunun ömürlük olmasını engellemektedir.(1)
Evlilik öncesinde renkli bir cinsel yaşama sahip olan birisinin tek eşli evlilik diye adlandırılan bir kelepçeyle cinsel arzusunu sınırlandırması tabi ki bir zaman sonra mümkün olmayacaktır. Çünkü bu olay çeşitli çiçeklerden bal özü alan bir arıyı, tek çiçeğe mahkûm etmek gibidir. Çeşitli kadınlardan haz alan bir erkek, evliliğinin ilk günlerinde eşini farklı bir tad olarak değerlendirecektir. Ancak bu haz da bir süre sonra sıkıntı verecektir. Böylece yeni arayışların içine girerek evliliğini ihmal edecektir. Biz yine burada erkek egemen anlayışın etkisinde kalarak erkeklerin serbestiyetini gündem ettik. Çünkü böyle bir toplumda yaşıyoruz. Türk erkeği kadının kendi kendisini idare etmesini bir türlü içine sindirememektedir. Bunu kendi hegemonyası için bir tehlike olarak değerlendirmektedir. Çünkü bunun sonucunda kadın da erkek gibi istediğini yapma ve kendi kendine yeterli olma erkini kazanarak kocasının kölesi olmaktan kurtulacaktır. İşte bu noktada evlilikteki cinsellik belli bir özgürlük kazanacaktır. Çünkü kimse kimseyi çekmek zorunda kalmadığı için onun isteklerine de boyun eğmeyecektir. Kendi istediği ve sevdiği için sevişecektir.
Baskıcı anlayışın hüküm sürdüğü ve kadınların zorla evlendirildiği bir toplumda sevgisiz bir birlikteliğin temelleri atılmış olacaktır. Bu da cinselliği çekilmez bir hale getirecektir. Hele bizim toplumda olduğu gibi yaygınlık kazanan erkek hovardalıklarının bir ayrıcalık sayıldığı ve bunun anlatılmasının erkekliğin göstergesi kabul edildiği toplumlarda kadınların böylesi eylemleri büyük bir namussuzluk olarak değerlendirilir. Erkek rutinleşen ve can sıkıntısına dönüşen evliliğine renk katmak için türlü türlü kaçamaklara başvurur. Ancak eşinin olası bir kaçamağını hissettiği zaman silahları konuşturur. Çünkü kendisinin yaptığı kaçamak erkeklik ayrıcalığıyken, karısının yaptığı büyük bir namussuzluktur. “Cinsellik ve Sağlık” adlı bir derginin itiraf köşesinde “sarhoşun karısı” diye bir yazı vardı. Orada aynı mahallede oturan bir adamın sarhoş birisinin karısıyla yaptığı kaçamağı anlatıyordu. Kocasının onu ihmal etmesinden dolayı cinsel açlık çeken bir kadının kocasının evinde onu nasıl aldattığı anlatılıyordu. Sarhoşun karısıyla ilişkide bulunan adam evlidir. Bu adam kendisinin sarhoşun karısına büyük bir iyilikte bulunduğunu anlatır. Çünkü onun açlığını giderdiğini ve cinsel yönden onu tatmin ettiğini düşünmektedir. Kocası ise karısına karşı ilgisizdir. Böylece onun ilgisizliğini kendisi gidermiş olmaktadır. Şimdi bu adam böyle bir olayı kendi karısının yaptığını öğrense, acaba karısıyla ilişkisi olan adamın, karısına bir iyilik yaptığını düşünebilir mi?
Burada sahiplik olayı da gündeme gelmektedir. Erkek kadının sahibidir ve onu kimseyle paylaşmaya yanaşmamaktadır. Erkek ise özgürdür, kadının malı değildir. Bunun için kadının erkeği kıskanma hakkı yoktur. Bu anlayış tabi ki beraberinde olumsuzlukları ve köleliği getirecektir. Esaretin olduğu yerde ise özgürlükten bahsetmek mümkün değildir. Özgürlük; iki farklı tercih arasında serbest seçim yapabilme erkidir. Jakoben bir mantıkla yapmaya mecbur kalınan bir eylemde özgürlükten bahsedilemez. “sahiplik duygusuyla karışan bir aşk, yanlış kaynaklardan gelen bir duygu gücüdür ki bu kaynakların başında güvensizliği sayabiliriz” (2) Sahiplik duygusuna kapılan erkek sürekli olarak karısına karşı bir güven kaybı yaşayacaktır. Çünkü kendisi güvensizliği sürekli olarak yaşamaktadır. Bu yaklaşımda evlilikteki cinsel renkliliğe kara bulutlar taşınmasına neden olacaktır.
Genel olarak baktığımız zaman gerçekten de evliliğin cinsel anlamda özgürlüğü bitirdiğini söyleyebiliriz. Çünkü artık bireylerin farklı cinsel nesnelere yönelmeleri suç olmasa da eşlerine karşı bir sadakatsizlik olarak değerlendirilir. Gerçi evlilik sadece cinsel anlamda özgürlüğü kısıtlamamaktadır. Bunun dışında birçok davranışı da beraberinde sınırlamaktadır. Eşler artık birbirine karşı sorumludur. İstediği zaman bir yere gidemez. İstediği kişiyle buluşamaz. Eşinin hoşuna gitmeyen bir işi yapamaz. Yani bir anlamda evlilik, hayatı rutinleştiren bir olgudur. Tabi ki cinsellikte bundan nasibini almaktadır.
Yalnız burada şu husus da sorgulanabilir; peki evlilik cinsel özgürlüğü sınırlandıran bir olguysa ne yapmamız gerekmektedir? Campenalla “Güneş Ülkesi”nde insanları ortak yaşama çağırarak, bunun doğallığından bahseder. “Kadınların ortak olduğu bir toplum düzeni ne tek tek insanları yıkıma sürükler, ne de insan soyunu; tam tersine, kitabımızda görüldüğü üzere, insan isteklerine de, insan soyuna da, devlete de alabildiğine faydalar sağlar.”(3) Ancak Campanella bunu söylerken, insanların diledikleri şekilde, diledikleri yerde diledikleri kadın ve erkeklerle birlikte olamayacağını vurgular. Yalnız Campanella’nın burada göz ardı ettiği bir şey vardır. O da; insanların hayvanlardan farklı olarak, cinsel istekleri belli mevsimlere ve zamanlara ait olmadığı gerçeğidir. İnsanlar yasanın belirlediği zaman ve yer dışında cinsel isteklerini gerçekleştirmek isterlerse suç işlemiş olacaklardır. Bu da cinsel özgürlüğün yine belli kayıtlar altına alınmasını zorunlu kılacaktır.
Evlilikte cinsel özgürlüğün yaşanabilmesi için bir de kıskançlığın kaldırılması gerektiği düşüncesi vardır. “Her şeyden önce cinsel kıskançlıkta doğal, içgüdüsel ve gerekli olduğu savı öne sürülemez. Kıskançlık, kültürel davranışların hazırladığı ve sonradan öğrenilen bir duygudur. Eskimolar, Batı Afrika’nın Lobi’leri ve Bolivya’nın Sirinio’ları da dâhil olmak üzere, dünya üzerindeki birçok toplumda kıskançlık çok azdır; Hindistan’ın Toda kabilesinde olduğu gibi, bir kısmında da hiç yoktur denilebilir. Bu gibi toplumlarda çok az ya da hiç olmadığına göre kıskançlığa doğal ve içgüdüsel bir davranış denemez.” (4) Önceki bölümlerde dile getirdiğimiz gibi Eskimolarda bir geleneğin olduğu söylenir; Eskimolar gelen misafirlerine ikram olarak eşlerini de sunarlarmış. Bunu da misafirperverlik olarak değerlendirirler. Şimdi bu ve buna benzer toplumlarda yaşanılan misafirperverlik acaba dünyanın kaç toplumunda yaşanılır ve kabul edilebilir bir olgudur? Bunu dile getirenler dünya üzerinde yaşayan büyük çoğunluğu göz ardı ederek kendi görüşlerini destekleyen bir iki örnek toplumu ele alarak bunun doğallığını dile getirirler.

Evlilikteki cinsel özgürlüğün önündeki bir başka engel ise “tekevlilik” olarak görülmektedir. “insanın yaratılış, gelişme ve huy bakımından cinsel olarak tekevli olmadığını kabul etmemiz gerekir. Cinsel olarak tekevliliği şart koşan dünya yüzündeki bütün toplumlarda, bu kısıtlamanın daima dışına çıkılmıştır. Ve bu öyle büyük sayılarda olmaktadır ki bu davranışı önemle ele almak gerekir. Cinsel ilişkinin en fazla kısıtlandığı toplumlarda bile, genel olarak “sadakatsizlik” dediğimiz bu insanca davranışa sık sık rastlanır. Bu durum bizi şu soruyu sormaya yöneltmektedir; Hatalı olan sadakatsiz insan mıdır, yoksa toplumun koyduğu kural mı?” (5) Burada üzerinde durulması gereken önemli bir husus vardır; sadakatsizliği biz sadece erkeğe özgü bir özgür davranış olarak mı değerlendireceğiz, yoksa kadında bu ayrıcalıktan yararlanacak mıdır? Kadına da bu serbestiyeti verdiğimiz zaman sorun kalmayacaktır. Çünkü aldatmak ve sadakatsizlik bir sorun değilse bu iki cins içinde geçerli olmalıdır. Ama yok bu sadakatsizlik doğru bir eylem değil diyorsak, yine bunu iki cins içinde geçerli kabul etmeliyiz.
Evlilik cinsel özgürlüğü sınırlandıran ve bitiren bir olgu olarak değerlendirilemez. Çünkü eşlerin birbirine karşı gösterecekleri serbestlik ve korkuya yer vermeyen anlayış, her türlü cinsel fanteziyi gerçekleştirme imkanı sunacaktır. Eşler şayet kendilerini cinsellik alanında sınırlandıran bir takım unsurların baskısından kurtarırlarsa, haz veren duyguyu her defasında hissedeceklerdir. Evlilikte cinsel özgürlük kişinin hayal ettiği bir takım fantezilerini gerçekleştirmesi şeklinde ele alınırsa, evlilik bunu engellememektedir. Ancak insanın istediği kişiyle istediği şekilde cinselliği yaşaması şeklinde ele alınırsa, bu sosyal alanda da mümkün değildir. Çünkü hem toplumsal yasalar, hem dini ilkeler hem de gelenek ve görenekler bu anlayışı yadsımaktadır. Nihayetinde en özgür denilen toplumlarda bile, kendi içinde belirli prensipler bulunmaktadır.
O halde sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; eşler birbirine karşı cinsel anlamda açık ve duyarlı olursa, yatak odasını ayıplı ve günahlı bir ortam olmaktan çıkarırsa, bedenlerinin tanınmasına ve haz unsurlarının yaşanmasına zemin hazırlarsa evlilikte cinsel özgürlük sona ermez.
1- W.Reich- Cinsel Ahlakın Boy Göstermesi-Sf.104
2–Nena ve George O’Neill-Açık Evlilik-Sf.241 Hürriyet yn.
3–Campanella-Güneş Ülkesi. Sf. 111 Sosyal Yn.
4-Nena ve George O’Neill-Age. Sf. 239
5- Nena ve George O’Neill-Age-Sf. 245


( Evlilik Ve Cinsel Özgürlük başlıklı yazı SeyitAhmetUzun tarafından 10.09.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu