KÜRK  MESELİ 
 
Hoca Nasreddin hergün çıkarmış evden yaya,
Bakar imiş gün be gün ibret ile dünyaya.
 Şu kocaman ağaçta minik minik cevizler,
Bu incecik asmada kabak gibi lezizler.
Kedi tutulur muydu,daldan dala konsaydı?
Kuşlar kurtulur muydu,onda kanat olsaydı?!
Beynini tırmalıyor duyguları karmaşık,
Nasıl da tırmanıyor o karşı ki sarmaşık?
İnsanların gözü aç şimdi hürmet elliye,
İkram, izzete muhtaç iltifatlar belliye !
...
Derken köşeyi dönmüş bakmış meydan kalaba,
İlk defa böyle görmüş hikmeti ne acaba?!
-Duyduk duymadık demiş bir tellal bağırarak,
Etrafına gürlemiş eliyle çağırarak.
-Bak duymadık demeyin, acı soğan yemeyin !
-Cümleye habar saldık akşam bize geleyin!
-Eşraftan Paşazade akşam ziyafet verir,
-Yetim garip azade,duyan duymayan gelir!
Bu ikram şu zamanda? Hoca demiş:maşallah!
Ara ki bul samanda, iğne olsa mazallah.
Münadiyle kesilmiş ziyafet için akit,
Üç beş de koç kesilmiş akşam üstü dar vakit.
Sabaha dek sürecek anlaşılan ziyafet,
Yetim,garip gülecek,şart olmuştu ziyaret. 
Kırk yıllık hatır vardı Paşazade'de onun,
Biraz üst başı dardı lafıda olmazdı donun. 
Hoca Nasreddin derler bilenler bilirmiş hem,
Az sohbet edip,yerler çabuk geçermiş bu dem.
Eve bile gitmemiş düşünerek bunları,
Yine aklı yetmemiş,silkelemiş unları.
Ziyafetin mahalli çarşı pazar dörtyolmuş,
Erken gelmiş ahali,konağın önü dolmuş.
Kalabalığı yarmak ne mümkündür,ne derman,
Paşazadeye varmak,Timur'dan ister ferman.
Pir-i fani diyerek yol açılmış yaşına,
Hacı Hoca diyerek gelmiş eşik taşına.
Gözleri aramaklı Paşazade dostunu,
Gülenler ağlamaklı,arar Hoca postunu.
Buyur edilsin ister mühim değildir postu,
Bari yüzünü göster,kırk yıllık hatır dostu.
Ağırlanırken eşraf yukarı has odada,
Perme perişan etraf, garipler aç, sofada.
Münadinin sözleri; yetim,öksüz,azade,
Kör olaydı gözleri, hepsi paşa beyzade.
Garip,gureba,fakir boşmuş tellal sözleri,
Burada olmuş hakir,yaş dolaydı gözleri.
Hoca dargın ve üzgün çıkmış arka kapıdan,
Hayli içlenmiş,süzgün,uzaklaşmış yapıdan.
...
Eve gelmiş soyunmuş gariplik kokan üstü,
Kürkü giymiş koyulmuş,demesinler ki: küstü. 
Bu kürkü hep giyermiş ikram,izzet anında,
Konya sultanı vermiş,kadılık zamanında. 
Varıp inmiş atından sürme çekmiş kalem kaş,
Değeri bin altından,yakasında üç beş taş. 
Ah edip Paşazade karşılamış eşikte,
Gelen sanki  Beyzade,bütün eşraf keşikte!
Oturtmuşlar Hoca'yı has odanın köşeye,
Seyretmişler Hoca'yı,saray olsa döşeye.
Som gümüşten yapılmış önüne gelen sini,
Nimetlere tapılmış,sanki kalmamış dini.
Eşraf elini açmış,Hoca demiş;Bismillah!
Duası rahmet saçmış,yokluk vermesin Allah!
İçten amin demişler Rahmet umup duadan,
Yutkunarak yemişler,korkarak bedduadan.
Seyredip yiyenleri Hoca yaslanmış geri,
-Sen de ye!diyenleri, çekiştirmiş minderi.
Kürkünün eteğini Hoca sofraya germiş,
-Ye,bal ve peteğini,sen ye kürküm,ye demiş!
...
Kimler ne yerse yesin bakma enikonuna,
Kimler ne derse desin,geldik sözün sonuna...
''Ye kürküm ye''inan ki nakaratı türkümün,
Zaman öyle zaman ki devridir;''ye kürkümün''
 
Feyzullah AKGÜL
AKŞEHİR
 
( Kürk Meseli başlıklı yazı F.AKGüL tarafından 20.12.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu