Haziran 1915…Evinin bahçesinde ki sedirin üzerinde, çayını yudumlayıp yüzünde tatlı bir tebessümle sokakta oynayan köyün küçük çocuklarını seyrediyordu. Soğuttuğu çayından son bir fırt daha çektikten sonra dünyalar güzeli eşine seslendi.
—Gülfem canını yediğim sevdam çayım bitti tazelermisin.
Birkaç saniye sonrasında Gülfem elinde bir demlik çay ile Hasan’ın oturduğu sedirin yanında belirdi.
—Geldim bir tanem geldim sen hala çocuklarımı seyrediyorsun.
—Evet, gül güzelim ne kadar tatlı tatlı oynaşıp gülüşüyorlar değil mi?
—Haklısın Hasan’ım onların bu mutlulukları ömürleri boyunca sürer, hayatları boyunca da hep gülerler inşallah
—İnşallah bir tanem inşallah. Deyip Hasan devam etti…
—Gülfem, benim nur yüzlü eşim. Muhtar Şevket ağanın dün köy meydanında anlattıklarını sende işittin değil mi. Mustafa Kemal Paşanın ‘Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir’ emri üzerine 25 Nisan da 57. Alay da bulunan 628 vatan evladının tamamı en ufak bir sorgulama ve en ufak bir tereddüt göstermeden, tamda kurban bayramının ilk günü şu oynaşan çoçukların yüzündeki gülücükler eksilmesin, senin ve benim mutluluklarımız daim olsun diye kendilerini bu vatana kurban eylemişler. Duyunca böyle bir ecdada sahip olduğumuz için gururlandım, ağladım, eh içlerinde olamadığım için biraz da olsun onları kıskandım.
—Tamam da Hasan’ım diye söze girdi Gülfem -sende 1911 Trablusgarp savaşı gazisisin. Bu vatan için sağ gözünü bıraktın cephede
—Yok Gülfem’im yok diye sesini gürleştirdi Hasan. Kimler nelerini bırakmadı ki bu vatan için cephelerde. Ama Çanakkale bambaşka. Her gün kulaktan kulağa yeni bir destan haberi yayılıyor ve ben cephede onlarla birlikte olamadığım için kahroluyorum. Bu arada bilmeni isterim ki kafama koydum gül güzelim gönüllü yazılacağım Çanakkale’ye.
Gülfem Hasan’ın bu kararlı halini görünce hiç şaşırmadı
—Annen ile konuştun mu pek ala bu gönüllülük işini Hasan’ım diye sordu
—Henüz hayır ama bu akşamdan tezi yok ona da bahsedeceğim. Muhtar Şevket ağadan dün 57. Alayın yaptıklarını duyduktan sonra aklım hep Çanakkale’de Gülfem’im diyen Hasan aynı günün gecesinde anneciğinin odasının kapısını çalıp yanına ilişti.
—Anacığım sana bir diyeceğim var deyip hiç uzatmadan söze girdi. Cephede vatan evlatları bizim için can verip şehit olur iken burada elim kolum bağlı oturmak beni kahrediyor. Gözümden dolayı da bana sefer görev emri de çıkmıyor. Ama gönüllü yazılıp gidebiliyormuşum anam. Sen de uygun görür rıza gösterir isen Çanakkale’ye gönüllü yazılacağım... İzin ver rıza göster her gün ayrı bir destan yazan vatan evlatlarının arasına bende katılayım…Anne Kezban Hanım oğlu Hasan’ dan bu sözleri duyunca tepeden tırnağa bütün vücudunu gurur sarmalı kapladı, gözleri doldu. Hasan’ı uzun uzun süzüp, sanki Hasan üç yaşında bir çocuk imiş gibi saçlarını okşayarak sıkıca bağrına bastı. Sonrasın da Hasan’ı derin derin kokladı…
—Ey oğul gül kokulum, bakışları ile ceylanları kıskandıranım. Vatanın namusuna namussuzlar göz dikmişler diyorsun başka söze ne hacet. Bu saatten sonra sen benim değil vatanın evladısın tabi ki de sana gitmek bana da git oğlum demek yakışır deyip birkaç saniye sustu sonra devam etti…
—Git Hasan’ım git. Şu garip ananı, öpmeye kıyamadığın minicik kızını, sevmeye doyamadığın eşini Allah’a emanet ederek gözün bir saniye arkada kalmadan git. Haydi, söyle Gülfem’e evdeki son kınayı senin için hazırlasın.
Hasan annesinden Gülfem kınayı hazırlasın sözünü duyar duymaz Trablusgarp’ a gidişini hatırladı. Annesinin Allah’a kurban edilecek bir koç gibi onu kınalayıp cepheye gönderişi geldi geçti gözlerinin önünden. –Tamam anacığım deyip Kezban hanımın boynuna sarıldı öptü öptü… Sonra annesinden Gülfem’in yanına geçmek için izin isteyip eşinin yanına geçti. Sevinç ve neşe içerisinde Gülfem’e seslendi.
—Gül güzelim anama açtım konuyu rızasını aldım yarından tezi yok gönüllü yazılacağım ve bir an önce Allah’ın da izni ile şu cennet vatanın namusuna göz dikenlere hesap sormak için Çanakkale’de cephede olacağım dedi.
O gecenin sabahına Hasan gönüllü yazılmış ve üçüncü günün sabahına cepheye yola çıkacağının tebligatı kendisine yapılmıştı. Üçüncü günün gecesi idi. Hasan dünyalar tatlısı küçük kızı Zehra’yı kucağına oturtmuş, onun uzun sarı saçlarını tarayıp, bir yandan da gül kokulu tenini öpüp kokluyordu. Bir ara titrek bir ses tonu ile yavrusuna seslendi
–Haydi Zehra’m bu gece seninle oynamak istediğin ne kadar oyun var ise oynayalım dedi. Zehra sevinç içerisinde
–Tamam babacığım ilk önce saklambaç oynayalım sonra körebe sonra sonra sonra diye bütün sevdiği oyunları sıraladı. Hasan ile prensesim diye sevdiği biricik kızı Zehra neşe ve gülücükler içerisinde son kez de olsa Zehra’nın istediği bütün oyunları oynadılar. Gecenin ilerleyen saatlerinde Zehra oynamaktan çok yorulduğunu çok da uykusunun geldiğini söyleyerek uyumak istediğini babasına söylemişti. Hasan -tamam ciğer parem deyip biricik kızını elleri ile yatağına yatırdıktan sonra kendiside o uyuyana kadar yanına usulca uzandı. Birkaç dakika içinde oynadığı oyunların da vermiş olduğu yorgunluğa minik vücudu dayanamamış olan Zehra uykuya dalmıştı. Hasan prensesler gibi uyuyan yavrusunu rahatsız etmemek için hiç kımıldamadan dakikalarca seyretti. Sonra altın sarısı uzun saçlarını hafif hafif okşayıp, minik bir serçe elinden farksız ellerinden yavaşça öptü ve dolu dolu olmuş gözleri ile usulca kulağına eğilip
—Bundan sonra senin ile Cenneti âlâ da oynayacağız prensesim… diye fısıldadı. Yavaşça yanından kalkarak eşi Gülfem’in yanına geçti. Eşini sımsıkı sararak…
—Gül güzelim, canını yediğim sevdam sakın ağlayarak gidişimi zorlaştırma. En az bende senin kadar bu gecenin son gecemiz olduğunun farkındayım. Ama Zehra’mın gelecekteki mutluluğu için, Zehra’ların gelecekteki mutlulukları için biliyorsun ki gitmeliyim. Ben cepheye gideceğim ki senin saçlarına düşman eli ilişmesin. Ben cepheye gideceğim ki bizden sonra ki nesil bin mutlu yaşayabilsin. Ben cepheye gideceğim ki namussuzlar bu vatanın namusunu kirletemesin diye devam etti.
—Git tabi ki de Hasan’ım tabi ki de gideceksin diyebildi Gülfem. Sonra devam etti -Ama beni de anla Hasan’ım, kızma ağlar isem. Hem ağlar isem bu gözyaşlarım senin gidişini zorlaştırmak için değil bilakis gurur ve sevinç gözyaşları olur. Gazi eşi idim kim bilir bundan sonra şehit eşi olmanın gururunu taşıyacağım diye ağlarım. Ama yinede zor Hasan’ım diyebildi. Kelimeler boğazına düğümleniyor konuşamıyordu. Birkaç dakika karşılıklı sustular sonra Gülfem hıçkırıklar içerisinde Hasan’a seslendi.
– Hasan’ım şimdi bana bir söz vereceksin eğer şehit olur isen Cenneti âlâ da beni bekleyeceksin. Ahrette ki hurin ben olacağım bunun sözünü bana vereceksin sözmü Hasın’ım sözmü dedi. Hasan gülümseyerek inşallah gül güzelim inşallah söz tabi ki söz deyip tekrar sımsıkı Gülfem’e sarıldı. O gece son kez birlikte uyudular…
Hasan cami imamının gür sesi ile okuduğu sabah ezanı ile birlikte uyandı. Namazını kılıp ailesi ile son bir kez daha helalleştikten sonra askeri konvoy ile birlikte yola çıktı. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Çanakkale’ye cepheye ulaştı. Katıldığı birlikteki arkadaşları ile selamlaşıp tanıştığı esnada Trablusgarp savaşında birlikte savaştığı, canından çok sevdiği arkadaşı Osman çavuş ile karşılaştı. Osman çavuş Hasan’la Çanakkale’de karşılaşınca çok şaşırmış ama yaklaşık dört yıldır görmediği, kardeşim diye sevdiği birçok ölümleri birlikte atlattığı arkadaşını tekrar gördüğü için mutluluktan delirmişti.
—Hasan canım kardeşim seni sağ salim tekrar görmek ne büyük mutluluk deyip sıkıca sarıldı.
—Senide Osman çavuşum senide dedi Hasan… Yaklaşık yarım saat daha Trablusgarp savaşında yaşadıklarından, eski günlerden konuşup sohbet ettikten sonra Osman çavuş Hasan’a
—Kardeşim yarın sabah namazından sonra taarruza kalkacağız. Trablusgarp’ta başardıklarımızdan çok daha büyüklerini Allahın’da izni ile burada başaracağız.
—İnşallah Osman çavuşum Allah’ında yardımı ve izni ile inşallah dedi Hasan…
—Şimdi dinlen Hasan yarın büyük gün eğer şehit olmaz isek daha çok konuşuruz olur isek zaten ahrette hep beraberiz şimdi sen dinlen kardeşim diye gülümsedi Osman çavuş
—Tamam kardeşim. Deyip Hasan dinlenmeye geçti.
Birkaç saatlik kısa bir uykudan sonra güzel sesli bir Mehmetçiğin okuduğu ezanın sesi ile uyandı. Hemen diğer kınalı kuzularla birlikte teyemmüm abdesti alıp sabah namazını eda etti. Namaz sonrası tüm Mehmetçik birbiri ile haleleşip, kimi Kuran okuyarak, kimi yavrusunun, kimi eşinin, kimi anasının resmini son kez öpüp koklayarak birazdan yapacakları taarruz için kendilerini motive ediyorlardı. Hiç birinde en ufak tereddüt ve korku yoktu. Hatta kınalı kuzular
– Allah’ın izni ilk şehit ben düşeceğim diye birbirleri ile şakalaşıp gülüşüyorlardı. Ve beklenen emir çok gelmeden geldi. Kınalı kuzular düşmanın ölüm kusan silahlarına hiç aldırış etmeden sanki düşman silahları ölüm değil de üzerine gül yaprakları saçıyorlarmış gibi Allah Allah nidaları eşliğinde hücuma geçti. Saniyeler içerisinde şahadet şerbeti içen Mehmetçiğin sayısını saymak bile imkânsızdı. Hasan sağında, solunda, önünde, arkasında şehit olan Mehmetçiği gördükçe daha da hızlı koşuyor şehit olan kınalı kuzuların intikamını bu namussuzlardan bir an önce almak istiyordu ki büyük bir gürültü ile önünde patlayan top mermisi şarapneli ile göğsünün iki ayrı yerinden ağır yaralanıp yere düştü. Bir hamle yapıp tekrar ayağa kalkmaya çalıştı… olmadı. Öylesine canı yanıyor ve öylesine acı çekiyordu ki. Sonrasında kaybettiği kanın da etkisi ile bayıldı. Bu arada taarruz başarı ile sonuçlanmış düşman bozguna uğratılmış savaş meydanında ki yaralı erlerini Sıhhiye erleri toplanmaya çalışıyordu. Osman çavuş ağır yaralı halde yerde yatan Hasan’ı gördü. Kulakları sağır edecek bir sesle ve acı içinde Sıhhiye erlerine seslendi. –Çabuk buraya iki kişi gelsin. Diğer taraftan yavaşça Hasan’ın başını kucağına aldı matarasından avcuna birkaç damla su dökerek Hasan’ın dudaklarını ıslattı. Hasan’ın yaraları öylesine ağır ve derin ve öylesine çok kanıyordu ki yaralarından Osman Çavuşun vücuduna sızan kanların sıcaklığı Osman Çavuşun teni ile birlikte yüreğini yakıyordu. İyileşeceksin Kardeşim salıverme kendini annen Kezban teyzeyi eşin Gülfem’i kızın minik Zehra’yı düşün dayan kardeşim dayan diye seslendi. Hasan ayıkmış ama çok halsiz bir halde idi ve son nefesini vermek üzere olduğunu biliyordu. Bir an annesinin ona verdiği öğütler geldi geçti aklından. Annesi her defasında ona –Hasan’ım kınalı kuzum bizim bu dünyaya gelme gayemiz sadece Allah’u Teâlâ’ya kulluk etmek onun istediği şekilde Peygamber efendimizin sünneti üzerine yaşamak doğan herkes bir gün mutlaka ölür amaç öldüğümüz zaman Allah’u Tealanın karşısına çıkacak yüzümüzün olması ve Azrail a.s emaneti almaya geldiği zaman ona hoş geldin dostum diyebilmek derdi devamlı. Birkaç dakika geçmişti aradan Hasan sanki bütün yaraları iyileşmiş hiçbir acısı kalmamış gibi dinçleşti. Konuşmuyor tatlı tatlı gülümsüyordu. Osman Çavuş ve etrafındakiler bu durumdan hiçbir şey anlayamamış, Hasan’ın saçlarını okşuyor kanlara bulanmış ellerini öpüyordu. Hasan’ın yüzünden sonra gözlerinin içi de gülmeye başlamıştı. Gözlerini belli bir noktaya dikerek boşluğa doğru önce -Aleyküm selam diye seslendi kimse ne olduğunu anlayamıyor şaşkın şaşkın Hasanı seyrediyordu sonrasında -Hoş geldin dostum hoş geldin… Dedikten birkaç saniye sonra şahadet getirerek yüzündeki tebessümü kaybetmeden hayata gözlerini yumdu.