Ben
mi anlatamıyorum rüyaları,
Dilimin dokuzuncu basamağına
yetişemiyorsa kelimeler.
Ben mi anlatamıyorum
özgürlüğü,
Mühürlenmişse dudaklarım.
Masa kenarında
kalmış ince belli çay bardağına baktı. Dibindeki artıktan son
bir yudum aldı. Karşısındaki genç kızın vezneye başını
uzatarak utana sıkıla sorduğu adresi dinledi.
Mini minnacık
bir burnu var. Burnunun üstünde aldatıcı çillileri. Dudakları
kimden miras kalmış acaba. Bakışlarında ki mutluluk çiçekleri
kimindi. Saçarı kumral, kıvrım. “ Yok, yok o otobüs buradan
geçmez hanımefendi, siz 12/A’ya bineceksiniz.’’ “ Şoföre
söyleyin sizi Adem Yavuz Durağı’nda indirsin.’’ Dalga dalga
adımlarıyla kadife ses tonuyla tıkırdayan ayakkabılarının
gölgesinde kalabalığın içinde kayboldu. Neden hala gözlerim
takip etmekteki anlayamıyordum. Bugün de hava ne kadar sıcak,
şıpır şıpır terliyorum. Hay Allah, şehrin ılık nefesi bir
anda ısınıverdi.
Adem Yavuz da bir kız iner. Hay Allah’ım
ya … Bu yürek çarpması da nerden çıktı şimdi? Kız
uzaklaşıyor, onunla birlikte kalbimin dışarı kapısından da bir
şeyler kopuyor. Adem Yavuzda bir kız iner, beraberinde… Nasıl
demeli , şu sıcak yaz gününde taze yağmış karda yürümek
hevesi gibi yarım kalan bir şey …Ama olmaz ki, bende insanım;
üstelik tahammül gücüm kadar insanım. Şişşt, kendine gel
bakayım sayın belediye görevlisi. Sizi kamu hizmetinde
lakaytlıktan men ederim. Vatandaşla aranızdaki mesafeyi muhafaza
ediniz. Her gördüğünüze aşık olmayınız rica ederim. Şu
mesai bir an evvel bitse. …
‘’Hayat bize öyle garip olmaya
başlamış ki var olmayı seçtiğim neden bile kısıtlanır olmuş.
Özgürlük içinde yaşarken bile çerçevelenmiş ve öyle bir yere
asılmışız ki diline dokuyan düşmeye başlıyor. Ben bu kulübede
sıkışıp kalmışken uçurtmayı göklerde nasıl gösterebilirim
ki. ’’
Otobüs biletçisi olarak girmişti belediyeye.
Aslında tarih mezunuydu, tarihçi olacaktı, tarih yazacaktı.
Tarihi yaşayanlar değil yazanlar kurardı. Ama sonra ipini koparan
bir uçurtma gibi uzaklaşmıştı tarihten; döne döne bir belediye
kabinine konmuştu. Çoğunlukla kendisine adres sorulan her hangi
biriydi. Gerçi böyle durumlarda kendine önem affediyor, herhangi
biri olmadığını düşünüyordu.
Sakladıkça içini kemiren
bir rüya gibiydi üniversite okumuşluğu. Kimselere söyleyemiyordu
üniversite de tarih okuduğunu. Oğlum sen bu üniversiteyi gelene
gecene bilet satmak için mi okudun? Bir de özgürlük var derler,
eğitimini gördüğün mesleği icra edemeyeceksen bu nasıl
özgürlüktür? Al işte, memlekette benim gibi istediği işi
yapamayan ne çok adam var. Durmadan kendime yontuyorum. Ama ne
yapmalı elde değil ki kendime yardım etme şansım yokken başka
birine nasıl akıl verebilirim ki. Beklide diğerleri mutludur.
Yoksa bir isyan eden ben miyim?
Sigarasına uzandı, bir tane
çıkardı, içecek gibi oldu, bıraktı. Acaba kızda nasıl bir
izlenim bıraktım. Dalgın bir memur görüntüsü mü verdim? Hay
Allah tabi ya, karanlık sulara gömülmüş gibi duruyordum. Sonra
birden onu görünce …
Uzaklardan sesleniyormuş gibi bağırmak
da neydi öyle? Ne yani, sesimi biraz yumuşatıp hanımefendi,
yıllar sonra sizinle birlikte içimde bir ağaç ansızın
tomurcuklanıverdi, bakmayın kerli ferli durduğuma, bekarım ben.
Üstelik üniversite mezunuyum, saçlarım biraz döküldü tabi,
gözlük de yaşlı gösteriyor ama gencim ben, n’aparsınız ekmek
kavgası, kendimi bu vezne önünde buluverdim; şimdi bütün
bunları nazarı dikkate alarak benimle evlenir misiniz, mi deseydim
?
Koşamazsın ki ardından, bu kalabalıkta bulamazsın ki
şimdiye çoktan binip gitmiştir otobüsüne. Ama bir dakika,
ineceği durağı biliyorum ya ! Adem Yavuz’da bir kız iner,
inerde beraberinde… Mesai bitimi ilk işim 12/A’ya atlayıp…
ağzını çalkala oğlum , çocuk olma, kız kim bilir şimdi
nerelerdedir? Olsun, belki durağın yakınındadırlar,belki
ablasının evine gitmiştir,belki ev durağın tam karşısındadır,
belki o sırada pencereden dışarıya bakıyordur, beni görünce
aaa otobüs biletçisi bey değil mi bu, diyerek başını pencereden
uzatacaktır, belki oda benim gelmemi bekliyordur. belki…
Isıtıcı
bir ikindi güneşi camdam yüzüne vurdu. Geriye doğru kaykıldı,
eli masanın kenarında duran çay bardağına takıldı bardağın
yere düşüp kırılmasıyla gerçek dünyaya teşrif etti. Sol meme
ucuna doğru bir kasılma hissetti. Ne oluyorsun aslanım, ne de
çabuk odunları çatıp ateşi yaktın? Daha çıplak etini örtecek
bir kazancın bile yok. Hemen hayal kuruyorsun. Bir de okumuş
olacaksın. Üstelik yüzüne bakıp bakmadığını bile
bilmiyorsun. Yüzüne baktıysa bile seni gördüğünde tanıyacağını
nereden çıkarıyorsun? Aaa biletçi beyefendi diyeçekmiş pöff…
geç bunları.
Deminki sigarayı eline aldı, kalbinden çıktı.
Ortalık biraz tenhalaşmıştı. Biraz sora iş çıkışı olur,
yine bilet kabininin önü ana baba gününe döner. Göz altlarında
bir yorgunluk hissediyordu. Burada çalışmak üniversitede okurken
aklının kenarından bile geçmezdi. Ne kadar çok hayali vardı o
zamanlar. Gidecekti işe şirin bir doğu köyünde başlayacaktı.
Önce onlara yardım etmeliydi. Yurdunun en karanlık köşelerini
aydınlatacaktı, Onları özgürlükle kuşatacak çocuklarının
sıcak gülüşleriyle kendisine gelip vatanı son karışına kadar
gözlerinin himayesine alacaktı.
Sigarayı toprağa sürterek
söndürdü, çöp tenekesine fırlattı. İçeri geçti. Yatışmayan
bir hınç içini kemiriyordu.
İstanbul’un tarih kokan
semtleri, camiler, çeşmeler, baharda açan erguvanlar… Bu küçük
gecekondu mahallesinde, dar, tavanı basık bu biletçi kulübesinde
ne işim var? Bilmiyorum neden belediyeye iş müracaatında
bulundum, hangi akla hizmet babama uydum. Sana da ayıp ediyoruz ya
İlber Ortaylı, elimizin altında okuruz diye her gün getirip
götürüyoruz. Daha kitabı yarılayamadık. Şeytan diyor,
Yaradan’a sığınıp bas istifayı. Yok, şeytan Yaradan’a sığın
demez. Öyleyse melek diyor, iyilik meleğim…
Ortalık bir anda
kalabalıklaştı. Bilet isteyenler, adres soranlar, para üstü
hesapları…
Derken mesai bitti. Görevi arkadaşına devrederek
kulübeden ayrıldı. Ayrılırken de şöyle yalın bir göz çaktı
ve. Kendimi azat ediyorum işte. Şimdi ne yapmalı? Küreklere
asılmalı. Mademki akıntıya karşı yüzüyorum. Önce şu kızı
bulmalı.