OTOMATİK KAPATMA
SİSTEMİNİN VERDİĞİ DERS
Sürekli kapalı
tutulması gereken kapılarımızın üst arkasında bir küçük motorla çalışan, kirikolu
bir kapatma mekanizması vardır. Siz geçtikten sonra bırakırsınız otomatik
sistem kapıyı ağır ağır kapatır. Kapının açık kalması önlenmiş olur.
Antalya’da camimizin
birisinde Cuma namazı için cemaatin toplanma sırasında, alt kattaki kapı da
otomatik kapatma sistemli idi. Cemaat camiye sürekli toplandığı için, kapının
da devamlı açılıp kapanması gerekiyordu. Bu durumdan iyi niyetle kendisine bir
vazife çıkaran cemaatten bir kişi, kapıyı açarak ip bulamadığı için, bir
tespihi ip yerine kullanıp, kapıyı arka duvardaki bir çiviye sabitledi.
Artık cemaat sürekli
açık duran kapıdan rahatlıkla camiye girebiliyordu. Bir müddet sonra tespihin
ipi koptu, taneleri saçıldı gitti. Bu durumu gören aynı kişi, hemen yeni bir
tespihle önceki yaptığı iyiniyetli vazifeyi tekrarladı. Ancak, daha sonra, sonra
ikinci tespihin ipinin kopmasına zaman kalmadan cemaatten diğer bir şahıs,
kendisine göre yine iyi niyetle kapıyı tespihten kurtararak kapattı.
Önceki adam ona ters
ters baktı. Zira onun cemaatin camiye daha rahat girmesini kolaylaştıracak,
kapının sürekli açık tutulma durumunu iptal etmesinden hoşlanmamıştı. İkinci adam
uyguladığı eylemin doğruluğu konusunda gayet kendisinden emindi. İlk adam
ikinciye kızmış kendi kendine homurdanıyordu. İkinci adam, birincinin ortaya
koyduğu negatif beden dilini ve homurdanmalarını görmüştü. Kalbini kırmak da
istemiyordu. Zira camide bir tartışma çıkması namaz öncesi sevimli olmayacaktı.
Görünürde ikisi de
kendilerine göre haklıydı. Cemaatten bazıları birinci adama hak verirken,
bazıları da ikinci adama hak veriyorlardı. Diğer üçüncü bir grup ise sessizce
izliyor ve durumun nereye gideceğini gözlemliyorlardı. Camide yüksek sesle
konuşarak tartışmak da adap dışı olduğu için, ortadaki sorunu kaliteli bir
şekilde çözümleyebilmek oldukça zor görünüyordu.
İkinci adam kapıyı
neden kapatmıştı acaba?
Tespihi kurtarmak için
mi?
Birinci adama inat
olsun diye mi?
Açık kapıdan kolayca
giren cemaatin camiye girmesini zorlaştırmak için mi?
Elbette hiç birisi de
değil. Onun birinci adamdan daha fazla bildiği teknik bir bilgi vardı. Kapının üst
arkasındaki otomatik kapatma sistemi, insan gücüyle kapı açıldıktan sonra,
tekrar kapıyı krikosu ile itekleyerek kapatmaya proğramlanmıştı. Kapıyı açarak
bir ip veya tespihle arkadaki çiviye sabitlediğimiz zaman, otomatik sistem
bunun anlamımı bilmiyor ve sürekli kapıyı kapatmak için içindeki enerjiyi
kullanıyordu.
Bu süreç belirli bir
zamandan sonra kapının otomatik kapatma sisteminin motorunu arızalandırıyordu. Bu
teknik bilgiden haberi olmayan birinci kişi kapıyı açıp tespihle sabitlerken,
kapının otomatik sistem motorunu koruma düşüncesinde olan ikinci kişi de,
kapıyı kapatıyordu.
Bu bilgiyi ben de
önceleri bilmiyordum. Bir gün bir apartmanın ana kapısında şöyle bir yönetici
feryadı! Okudum.
“Allah rızası için bu
kapının önüne taş koyarak sürekli açık tutmayın. Kapının otomatik kapatma
motorunu temir ettirmekten bıktım artık.”
Benim çok sevdiğim bir
sözüm var. Her konferansımda mutlaka söylerim ve açıklamasını da yaparım:
“Haklı olmayı değil,
mutlu olmayı tercih edelim.”
Adamların ikisi de
kendi cephelerinden haklılardı ama, camideki cemaat ikiye, hatta üçe bölünmüş
(kararsızlar veya duyarsızlar), mırıldanmalar başlamış, cami huzuru da yavaş
yavaş kanatlanmaya başlamıştı. Zira sesli sesli konuşarak anlatma ve anlaşma
imkanı da yoktu.
Birinci kişinin, iyi
niyetle kapıyı açmasına rağmen, ikinci kişinin bunu iptal etmesinin sebebini
iyice düşünmesi gerekirdi. Acaba benim bilmediğim bir durum mu var diye düşünmeliydi.
Ortada ona inat yapılacak veya onun yaptığı iyiliği iptal ettirecek bir durum
yoktu.
Peki, hemen on, on beş
dakikada motor yanar mıydı? Orası belli olmaz, motorun daha önceden ne kadar
yara aldığına bağlıydı. Hemen o anda yanmasa bile, daha sonra yanması için
süreç hızlandırılmış olacaktı.
Efendimizin çok güzel
ve anlamlı bir hadis-i şerifi vardır. Tam buradaki çıkmaza ilaç olabilecek
türden:
“Herhangi bir konu
hakkında, en ince ayrıntısına kadar bilgi sahibi olmadan, o konu hakkında kesin
bir hüküm vermeyiniz.”
Bir insanın her zaman,
her yerde, her durumda, her şartta doğruyu bilebilme imkanı yoktur. Değişmeyen tek
şeyin değişim olduğu zamanımızda, doğru bildiklerimizin geçerlilik süresi,
sürekli kısalmaktadır. Özellikle teknolojik gelişmelerin hızı ve insanların
algılama ve değerlendirme farklılıkları, bu konuyu daha önemli bir hale
getirmektedir.
Birinci adama gerçek
anlatıldığı zaman, vereceği muhtemel cevaplar şöyle olacaktır:
-
Ne bileyim ben iyilik yapmak için
açmıştım.
-
Onun öyle olduğunu bilmiyordum.
-
Hiç de aklıma gelmemişti. Gibi.
Şurası unutulmamalıdır:
-
Her kişinin gönlünde bir arslan
yatar.
-
Her kim ne yapıyorsa, en iyiyi yaptığını
varsayarak yapar. (Kasıt hariç).
-
İnsanoğlu kendi aklını beğenmezse
çatlar ölürmüş. (Türk Atasözü)
-
Eğer akıllar yeniden dağıtılsaymış,
yine herkes kendi aklını alırmış.
Bizim düşünüp, karar
vererek gerçekleştirdiğimiz bir eyleme, başka birisi bir şekilde kendi bilgi ve
yöntemine göre müdahale ederse, ilk etapta fevri hareket edip, haklılık
mücadelesi yaparak, ortamın huzurunu kaçırmak ve de insanların ikiye
bölünmesine zemin hazırlamak, çok yanlış bir davranış modelidir.
Doğru olan, sabır ve
sükuneti muhafaza edip, yukarıdaki hadis-i şerifin özünü sindirip, hikmetine
kulak vererek, çözüme adaklanmaktır. Özellikle çağdaş teknoloji ve bilgi
yönetimi konusunda kendisini yenilemekte gecikenlerin, bu hassasiyeti
göstermelerine daha çok ihtiyaç vardır.
Hele hele doğrucu davutluk
yaparak, inatlaşarak - iddialaşarak, “dediğim dedik, çaldığım düdük” diyerek,
cami gibi kutsal bir mekanda huzuru kanatlandırmak, haklılık adına dahi olsa,
asla doğru değildir.
Bu konuda sabır,
sükunet, bilgiye ve bilene saygı, değerlerinin uygulanması da büyük bir önem
arz etmektedir.
Selam, sevgi ve
dualarımla... Allah’a (cc) emanet
olunuz.
15 şubat Pazar. Saat:
22.30 Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman
COŞKUNER
Kaliteli yaşam uzmanı