Gerçek Hayattan Alıntıdır - Tehlikeli Oyun
İnsan uykusu gelir, uyur. Kimi zaman uykusunda bir rüya görür. Kimi rüyanın bitmesini istemez. İşte öyle bir rüyanın içindeydi gencimiz bu sefer.
Bir şekilde acısıyla tatlısıyla ortaokulun son sınıfına kadar yaşamını sürdürmüştür. Yeri gelmiş gülmüş yeri gelmiş hüznü yaşamıştır. Çok küçükken sık sık hasta olur, bir hastanenin çocuk doktoruna gösterilir ve her seferinde penisilin iğnelerini alır kısa zamanda iyileşirdi. Tabi bir müddet sonra neredeyse “hastalık" kelimesinin anlamını unutacak gibi olmuştu. Zira yazın gezdiği gibi kışın da tişörtle, şortla dolaşır, hani tabir-i caizse dışarıda esen deli rüzgâra kafa tutar gibiydi… Ve uzunca bir süre hastalık nedir bilmedi. Onu gören herkes, “Nasıl olur da bu çocuk hasta olmaz? Yaz-kış tişörtle dolaşıyor, incecik şeyler giyiyor… Ama hâlâ turp gibi." gibilerinden merak ediyordu. Ama hepimiz biliriz ki, dünya Sultan Süleyman'a bile kalmamıştır.
Gel zaman git zaman gencimiz, bir şekilde ortaokul son sınıfa kadar gelmiştir. Ama sanki o, ortaokula gelince bir şeylerin de zamanı gelmiş gibidir.
Turp gibi, âdeta çelikten sağlam çocuğa bir hâller olmuştur. Önceleri üzerinde hafif bir hâlsizlik, kırgınlık vardır. Canı hiçbir şey yapmak istemez. Hâlsizliğini baştan umursamamış hatta bir muhabbete kadar ciddiyetinin farkına varmamıştır.
Uzun zamandır gazete aldığı bir bayi vardır. Sık sık buradan gazete aldığı için sahibiyle epey tanış olmuşlardır. Bir gün yine gazete almaya gittiğinde, gazete bayiinin sahibi “Hayırdır, ölecek misin?" gibisinden sormuş, genç arkadaşımız sorunun tam manasına o anda hâkim olamamakla birlikte “Yoo… Neden ki?" diye sorabilmeyi başarmıştır. Bunun üzerine adam, “Gözün toprağa bakıyor. ‘Ölecek kişinin gözü toprağa bakar.' derler, ondan sordum. Belli ki çok da hâlsizsin. İyi değilsin… Bir doktora gözüksen çok iyi olur." gibisinden yanıtlamış ve çocuk yalnızca “Hım hım… Tamam…" deyip gazetesini alarak eve dönmüştür. Fakat gencimizin durumu, gün geçtikçe bir öncekinden daha da beter hâle gelmeye başlamıştı. O zamanlarda, sigorta hastanesi ile devlet hastanesi ayrıydı. İlk önce sigorta hastanesine gitmişti durumu için... Lâkin “Hiçbir şeyin yok… Yalnızca üşütmüşsün…" diyerek birkaç ilaç yazıp yollanmıştı… Ama ne hikmetse doktorun yazdığı ilaçlar afiyet getirmemişti gence… Sanki daha da kötüleşiyordu…
Bunun üzerine devlet hastanesine gittiler annesiyle… “Hiçbir şeyi yok. Turp gibi maaşallah. Bir iki ilaç yazıyorum, onları alsın geçer." cevabını alarak yine evin yolunu tutmuşlardı. İyi, güzel ama genç, her geçen gün biraz daha eriyor gibiydi. Hiçbir iyileşme belirtisi gözükmüyordu. Yoksa… Yoksa… O malum ziyaretçinin gelişinin habercisi miydi? Ömrü buraya kadar mıydı?
Hâlsizlikle başlayan hastalık ateşlenme, ağlama gibi daha ileri seviyelere gelmiştir. Doktorlardan medet bulamayan aile, eski yöntemleri uygulamaya karar verdiler. Alna boşaltılan sirke şişeleri, kaynatılan nane limonlar ve daha benzeri bir sürü şey… Ama hiçbirinin faydası olmuyordu… Gencimiz; yattığı yerden kımıldayamıyor, adının söylenmesine bile yalnızca ağlayabiliyor ama herhangi bir cevap veremiyordu… Alev alev yanan vücudu da ayrı bir dert konusuydu. Ev halkı bir türlü olayı anlayamıyor, her gün yavaş yavaş eriyip giden gencin karşısında çaresizce duruyorlardı…
Bir gün eve akrabalardan biri ziyarete geldi… Kendisi askeriyede terzilik yapmakla meşguldü. Eve geldiğinde çocuğun durumunu gördükten sonra “Yürüyün bunu bi de bizim askeriyede bi doktor var, ona gösterelim…" diyerek, gençle ailesini hemen o doktora götürdüler. Herkes gence, artık gidici gözüyle bakıyordu. Bu doktor, belki de onların son umutlarıydı. Tabir-i caizse, o an; ya herro ya merro dedikleri andı…
Genç, zar zor bir şekilde doktora getirildi. Tabi bu esnada var olan hâlsizlik ve ateşin de etkisiyle gözyaşı akıtıyordu. Ayakta duracak hâli yoktu. Ve muayene sırası ona geldi…
Herkes içindeki hüzün ve umut karışımı bir duyguyla ne olacağını bekliyordu. Doktor, onu içeri aldı, biraz muayene etti ve bir iğne vurdu. İnanılmaz bir şekilde gencin gözleri açıldı… Sanki az önce gelen, neredeyse Azrail'e ruhunu teslim edecek olan o değilmiş gibi şimdi hiçbir şeyi yokmuşçasına fıldır fıldır gözlerle etrafa bakıyordu. Ne ateşi kalmıştı ne de hâlsizliği… İçinden sürekli oynamak, gülmek geliyordu. Tabi herkes şaşkındı… “Yahu bu nasıl olur? İki hastaneye götürdük iyileşemedi, oysa şimdi neredeyse hepimizi cebinden çıkartacak…" gibilerinden herkes bir şeyler fısıldamaya başladı.
Bu sırada doktor, genç de dâhil olmak üzere herkesi yanına çağırıp gereken açıklamalarda bulundu. Meğerse bizimkinin derdinin sebebi, burun kemiğinin yaşına göre fazla büyük oluşuymuş. Tabi hapşırıp, burnundaki pislikleri dışarıya çıkartamayınca içindeki mikroplar birikip yayılmaya başlamışlar. Hâliyle bu da ister istemez gencimizin bünyesinde bozukluklara yol açmış… Doktor; “Şimdilik gördüğünüz gibi hastamız çok iyi. Ama mümkün olan en kısa zamanda o burun kemiğinin ameliyatla alınması gerekiyor. Tabi buna gerekli olan ortamı ayarlayabilmek için öncelikle ilaç tedavisi kullanacağız. Ondan sonra da bu dertten kurtulmasına yardımcı olacağız." diyerek aslında bu hastalık süreci macerasının daha yeni başladığının sinyallerini vermiş ve hayata yeniden tutunmasını sağlayan aracılık görevinin bir bölümünü tamamlamıştır.
Daha sonra gencimize bu hastalıkla ilgili muhabbetlerinde bazı sorular geldiğinde şöyle bir ifade kullanmıştır; “Bu aslında bir satranç oyunu gibiydi. Rakibim Azrail'di. Aslında Azrail bir gün mutlaka bu oyunu kazanacak bunu biliyorum… Ama belli ki henüz Allah bunu istemiyor… :)"…
(
Gerçek Hayattan Alıntıdır - Tehlikeli Oyun başlıklı yazı
4harf1kelime tarafından
25.12.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.