Kadın,
dört gözle onun ne söyleyeceğini bekliyordu bilgisayarın başında. Adam günün
herhangi bir saatinde atıyordu yazılarını. Gece yarısı da oluyordu bu, sabahın
körü de. 24 saat onun emrindeydi. Oysa bekleyenleri sabırsızdı. Yüreğe
atılıyordu her satırı, tabi ki kesecekti değdiği yeri. Ruha dokunuyordu her
dizesi, elbette hizaya çekecekti okuyanı.
Onu
sevmek zordu, zoru seven onu elde edebilirdi. Çiçeğe uzanan ele diken elbet
batacaktı, elbet kanatacaktı. Onu okuyanlar aslında kış günü demire dudağını
değdirenlere benziyorlardı: Bırakamıyorlardı, bıraktıklarında ise canları çok
pis acıyordu.
Hayaller
kuruyordu kadın, ruha dokunan sözleri seviyordu. Elinden yazmaktan başka iş
gelmeyen bir adamı sevmek pek de akıl işi değildi günümüzde. Yazan bir adamın
ruhu da farklı olurdu. İnceliklerden bir demet, güzelliklerden bir desteydi
onun her sözü. Adam, kadının tam da
istediği gibiydi. Kalmış mıydı alemde böyle düşünen başka birisi, sanmam
diyordu kadın.
"Herkese sitem var bende sana
özlem." diye yazdı
ilk dizesini adam, gecenin 3'üydü. Her taraf derin bir sessizlikle imtihan olunuyordu.
Gökte yıldızlar inadına parlıyordu. Uzaktan uzağa köpek sesleri geliyordu. Kadın
büyülenmiş gibi dizelere bakıyordu. Dünya umurunda değildi, kıyamet kopsa
nafileydi. Bu harflerin, kelimelerin ve dizelerin içinde bir esrar mı var diye
düşünüyordu. Sahi kelimeler insanı alıp başka diyara götürebilir miydi?
Kendinden geçiyordu adeta adamın yazdıklarını okurken, içmeden sarhoş oluyordu.
"Hem de nasıl bir özlem bu biliyor
musun; dağın başındaki karı içsem, dinmez. Göğün mavisini çalsam ve kendimi
baştan ayağa maviye boyasam yine bitmez." "Vavvv!" dedi
kadın! "Bu nasıl bir ruh halidir ki
gönülden süzülüp gelen sözcükler beni tesir altına alıyor. Aklım almıyor bunu?"
Okumaya devam etti adamın yazdıklarını: "Sensiz her yere nefret var bende, hem de nasıl bir nefret! Şimşek
olup değsem sensiz her yere; yaksam yıksam hani diyorum. Hiçbir iz kalmasa
senden, olmaz!"
Bir
şey vardı adamın yazdıklarında. Kalbe dokunan... Ruhu okşayan. Kadın içinin bir
tuhaflaştığını, ruhunun okşandığını ve kalbinde ılık bir kan akışının olduğunu
hissetti bir an. "Senli her yere
hürmet var bende: Oturduğun bank bile anlamlı, tebeşirle karatahtaya yazmış
olduğun Kaptan, yapmış olduğun serzeniş, haklı olduğun sitayiş... Hepsi şimdi
iğne ile yüreğime işler. Rabbim bunlar ne güzel işler! Baktığın insanlar
değerli, sevdiğin şeyler önemli... Mesela papatyalar, sen seviyorsun diye
yüreğimde açıyor. Ah be güzelim, edalım, elalım, belalım; neredesin sen ya? Dönülmez
akşamlar hüzzam makamında, sana gidilmez mi şimdi bir ayrılık meyhanesinde? Tekmil
acılar içilmez mi tek bir yudumda? Yüreğim kireç bağlamış gibi ayrılık bağlamış,
tıkanmış bacalar gibi kurum tutmuş."
Kadın,
muhatabın kendisi olduğunu biliyordu. Düşünsenize birisi size hitaben yazıyor
ve siz hayatınızda duymadığınız sözleri içinize işleye işleye okuyorsunuz.
Bundan büyük saadet olur mu? İncilere, gerdanlıklara bedel değil mi bu sözler?
Kadın söz incilerini alıp gerdanlık yapıyordu boynuna.Ve gülümsüyordu okurken
adamın yazdıklarını. "Getir
meyhaneci şişelerin hepsini, dibini bulmam lazım yalnızlığın. Bir dikişte ona
sarhoş olmam lazım! Ayıklığında ne buldum ki sensizliğin, sarhoşluğunda ne
bulayım sevgili? Doldur meyhaneci, sevdasızlığı doldur; vefasızlığı doldur,
kıymetsizliği, acımasızlığı... Yüreğim aşkın kırık kadehi, dökülsün her yerine
damla damla ve yaksın yüreğimi kezzap gibi."
Artık öyle bir hale geldi ki kadın, onun yazdığı her satırı
çerçeveletip asmak istiyordu ömrüne: "Katbekat
artıyor yalnızlığım. Gökdelenler bile gecekondu gibi kalıyor acılarımın yanında.
Devler bile cüce kalıyor, dağlar tepe... Dayalı döşeli acılarım var benim; paha
biçilmez her bir sancısına. Kapısından
bile geçilmez ve buna mimar olan sevgili, sevilmez. Şehir bana dar geliyor, köyümü
özlüyorum. Alabildiğine kırları, yalçın kayalıkları ve çiçekleri rengarenk. Orada
seni düşünebiliyorum, yıldızlara bakıp eksik olan yere seni düşleyebiliyorum. Oysa
etrafım kalabalık şimdi, işim gücüm başımdan aşkın. Sana ayıracak vaktim yok, belki
de unutmak için seni. İmkansız olduğunu bile bile kendimi buna zorluyorum. Bendeki
de ne akıl ama? Göğüs kafesimi kırıp yüreğimi söküp almak gibi bir şey bu! Ölsem
daha iyi. Meşgul ediyorum kendimi, benimkisi olacak iş değil işte!"
Kadın
ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Adamın satırlarındaki hüzün onu da hüzünlendiriyordu,
sevinç onu da gülümsetiyordu. "Her
yanım kırık, kalbim paramparça... Plaklar vardı eskiden, onlar da terke kaldı
benim gibi. İğneler batıyor yüreğimin her yanına. Dönüp dolanıyorum olmadığın
her yerde. Bu nasıl bir çıkmazdır; pusulalar şaşkın, yollar sapa... Olmadığın
her yer önüme çıkıyor."
Hem yaralıyordu kadını, hem iyileştiriyordu adamın yazdıkları.
İnsan görmediği birisine aşık olabilir mi, sadece yazdıklarına bakıp ona
hayranlık duyabilir mi? Kadının hali aynen böyleydi. "Herkese küfür var bende sana şükür! Niye saklıyorlar seni, niye
benziyorlar sana, niye söylemiyorlar olduğun yeri, niye seni nasıl sevdiğimi
anlamıyorlar? Göle maya çalmak kadar imkansız mı şimdi seni bulmak! Çöle iğne
atıp sonra bulmak gibi imkansız mı sana kavuşmak?"
Adam
da onu seviyordu kadın bunu hissedebiliyordu. Belki de bu umuttu kadını adamın
yazmış olduğu her satıra götüren... Kadının çölleşen gönlüne abıhayattı adam.
Kuruyan dudağına hayat öpücüğü...Kadının Kerbela yüreğine Hüseyin aşkıydı adam. "Herkese ağız dolusu sövgü var bende,
sana övgü... Herkes suçlu tek sen masum, herkes çok ama sen hiç yok! Ne yapalım
bendeki de suçu başkasına atma psikolojisi, o kadar olmadın ki gitti kalbimin
enerjisi, tükendi ömrümün neşesi."
Kadın pürdikkat okumuştu her satırı. Kazımıştı beynine,
söylenen her şeyi. Artık sona gelmişti adamın yazdıklarının. Sabah ezanı
okuyordu. Tatlı bir huzur ve serinlik yayılıyordu etrafa. "Şimdi sen bende; şifa bulmaz bir yarasın, dikiş tutmaz bir yırtık...
İyileşmez bir hastalıksın, kırık bir can, yıkık..."
Kadın, abdestini aldı ve namaza durdu. Şükrediyordu rabbine. Verdiği
en güzel nimet için. En büyük dert, dertsizlikti ve derdi olan rabbin sevgili
kuluydu, ona göre. Adam da ona sunulmuş tatlı ve güzel bir dertti adeta. O dert
çekilmez de hangi dert çekilirdi böyle sefa ile! Adam ona unut değil umut
oluyordu yazdıklarıyla.Ve kadın, bir kar çiçeği gibi buzlu toprağı yarıp
çıkıyordu ortaya. Müjde oluyordu bahara, baharda çiçek, çiçekte umut oluyordu. Adam
gelip koparıyordu çiçeği ve yazmış olduğu kitabın arasına koyuyordu. Kitabı da
kadına özel imzalıyordu: "Seni
baharmışsın gibi, baharda da papatyaymışsın gibi katmerli ve ölesiye seviyorum
sevgili." diye.