ÖLÜM ÜZERİNE
Ölüm nedir?
Bunun üzerine yazılmış roman ve öyküleri düşündüğümüzde aklımızda bir şeyler hemen beliriyor. Bir de şiirler var tabi. Ölümü tozpembe gösteren şiirler. Ben hikâyelerin adamıyım. Şu kısa mesafelerde ölümle tanışanlardan. Hani tanışmak demişken; dün yine onu gördüm. Gözleri ölümden bile soğuktu…
İnsan en çok ne zaman üşür? Ocak mı? Şubat mı?. Doğru ya, artık Şubatta kimse üşümüyor. Aziz Valentine bile…
Soğuk insana toprağın hemen bir kat altında dokunuyor önce ve sonrasında sarıyor bedenini. Bizi hayatta tutan nem, soğuğun iyice yayılmasını sağlıyor içimize. Sonbaharda yapraklarını döken ağaçlar gibi solup yavaş yavaş dökülüyoruz yalnızlığa. Evet yalnızlığa. Çünkü ölümü paylaşamadığımız gibi soğukluğunu da paylaşamıyoruz. Artık yalnızız. Dur bir dakika. Biz yalnız olduğumuz için bir ölü değil miydik?.
Ölümün getirileri de var elbette. Saf bir korku değil ölüm. Aynı zamanda huzur, sessizlik ve sonsuz bir pişmanlık. Pardon, sonsuz zaman olacaktı. İnsan, hayatını film şeritleri halinde götürür yanında. Kare kare incelenecek uzun bir hayat. Ya da olabildiğine kısa… Sonuç olarak kareler bir ölünün hassaslığında incelemeye hazır. Benim elimde de bir kare var. Soğuk bir kış gününe ait. Yani içinde bulunduğum durumdan pek farklı değil. Ama topraktan yüzüme damlayan koyu renkteki çamurdan daha sıcak olduğunu söyleyebilirim. Evet, daha sıcak ve parmaklarımdan çürümeye başlayan kalbime doğru akıyor. Doğru duydunuz. İnsan evvela içeriden başlar çürümeye. Bütün organları parçalanır ve haliyle kalbi de. Ama bu koşullarda kalbe pekte ihtiyaç duymazsınız.
Benim kareme gelecek olursak; soğuk bir kış gününden bahsediyordum. Ağaçların çıplak dallarına konmuş birkaç göçmen kuş, onların altında ellerinde plastik bir topla koşuşturan iki gürbüz çocuk. Az ilerilerinde ise kareyi bozan asık suratlı bir anne. Karenin tam ortasında ise o.
İşte o ve onun sonsuz zaman dilimlerini doldurabilecek gülümsemesi. Allah’ım, o nasıl bir gülümseme öyle… Mutluluk bir sıfata ihtiyaç duysaydı kesinlikle bu kareden seçerdi.
Soğuk ile ilk karşılaşmam on bir yaşındayken olmuştu. Şu lanet Şubat aylarından biriydi ve okuldan yeni dönmüştüm, üşüyordum. 2+1 sobalı, müstakil bir evimiz vardı. Büyük bir salon ve o salondan daha soğu iki oda. Musluğu buz tutmuş mutfağı da unutmamak lazım tabi. Bir çocuğun küçük parmakları üşüdüğünde neler yapabileceğini tahmin edebilirsiniz. Hemen sobaya koşar. Benim evimdeki soba ise biraz inatçıydı. Yanmamak için kendince bahaneleri vardı ve benimse elimde bir şişe gaz yağı. Bu, küçük bir çocukla bir sobanın ilk rodeosuydu ve kazanan küçük çocuk olmuştu. Ancak sobayla birlikte evi de yakması, insanın kazanırken kaybedebileceklerinin de olduğunu gösterdi o küçük çocuğa. Ve ben o küçük bir gülümsemenin sıcaklığını hissedebilmek için bütün dünyayı yakabilirdim. Yatkımda…
…
Yazarın