Aylardan Kasım ayı, serin bir
gece yarısı. Taksici Mehmet yine Ercan hava limanına yolcu götürmek üzere
ilerliyordu. Gökyüzü karanlık yıldızsız bir gece idi. Mehmet bir ara kendi
kendine; “ of, of be yaa git, git bitmez şu yollar” dedi. Arkada ki oturan yolcu
Mehmet’ e seslenerek;
“Ne oldu evlat? Neden bu kadar
şikâyetçisin işinden” dedi.
Mehmet sakin bir şekilde,” bey
amca bir zaman sonra insan işinden bıkıyor, monotonlaşıyor” ama işsiz, güçsüz kalmaktansa iyidir” diye
karşılık verdi.
Yolcu adam: Mehmet’e yine
seslenerek;
“Evladım, şoförlük zor bir
meslektir, kolay değil. Saatlerce direksiyon sallıyorsun. Sarhoşu var,
dikkatsiz sürücüsü var” diyerek Mehmet’i mesleği konusunda uyardı. Araba
kullanırken “dört tane gözün olacak, kulağın duyacak” dedi.
Mehmet “haklısın bey baba Zaten
bizde öyle yapmaya çalışıyoruz. Şimdiye kadar çok şükür en ufak bir kazamız,
belamız olmadı” dedi. Bu konuşmalar havaalanına gidene kadar, karşılıklı sohbet
şeklinde sürdü. Hem Mehmet arabada sıkılmamış oldu, hem de arabada bulunan
yolcu bey amcanın vaktinin nasıl geçtiğini anlamadı.
Yolcu,” Mehmet usta geldik mi
yoksa” diye birden seslendi, Mehmet’e.
Mehmet: “evet bey amca yaklaştık,
geldik sayılır. Acele etme beni seni
Giriş kapısına kadar götüreceğim”
diyerek, yolcuyu uyardı.
Nihayet havaalanına gelindi. Mehmet taksiyi giriş kapısına park
etti. Arabadan hemen atlayarak bagajı açtı ve yolcunun valinizi giriş kapısına
kadar taşıyıverdi.
Bey amca: “teşekkür ederim Mehmet
oğlum” dedi. “Beni sağ salim getirdin, uçağıma ulaştırdın” diyerek memnunluk
ifadesinde bulundu.
Mehmet: “eyvallah bey amca,
görevimiz” dedi. “İnşallah yine karşılaşırız” diye temennide bulundu.
Bey amca: “sağ ol evlat” diyerek
taksi ücretini ödedi.
Mehmet: “hadi sana iyi uçuşlar
bey amca. Bende seni tanıdığıma memnun oldum” dedi, tebessüm ederek.
Biraz aradan zaman geçti.
Uçakların biri uçuyor, birisi iniyordu. Yine havaalanı kalabalık, yine orası
ana baba günü gibiydi.’İngiltere’den Kıbrıs’a organize turlar var yine’ diye
düşündü Mehmet. Oldum olası sevmezdi bu kulak yırtarcasına uçakların çıkardığı
sesleri. Ona kalsa hiç havaalanına yolcu getirmeyecekti ama neylersin patronu
genelde onu gönderiyordu buralara. Biraz daha bekledi yolcu çıkmayınca canı
sıkıldı. Boş dönmek istemiyordu Gazi Magosa’ya. Nereye baksan dünyanın yoluydu.
Bekledi, bekledi vazgeçti. “Şansıma küseyim” dedi.
Mehmet artık Gazi Magosa’ya doğru
yola çıkmıştı. Arabanın teybini açmış kasetten şarkılar dinliyor, hem de kendi
mırıldanıyordu. Bayağı yorgundu. Bugün çok sefere çıkmıştı.
Bir ara gözleri kapanır gibi
olmuştu. Sonra birden gözlerini ovuşturdu ve kendine geldi. Bir eve gideyim de,
şöyle bir uyku çekeyim diye içinden geçirdi.
Mesarya ovasını geçmiş, seyir
halinde iken birden yolda bir beyazlar içinde bir insan silueti görür gibi
oldu.
Mehmet” hay Allahım gecenin bu
saatinde kim ya” dedi?
“Acaba rüya mı görüyorum?” Biraz
yaklaştı,” bu insan ya”, Allah Allah
“Hem de bir kız, nasıl olur” dedi? İlk defa
böyle bir şeye rastlıyorum diye şaşırdı.
Arabayı durdu, baktı ki, genç bir
kız. Ya 19, ya da 20 yaşlarında bembeyaz bir elbise içinde,
Hemen açtı arabanın kapısını kız
bindi. Kız ürkek bir halde kollarını göğsüne bağlamış, öyle hareketsiz ve
sessizde duruyordu. Mehmet herhalde bu üşüdü diye üzerinde ki ceketini çıkardı.
Kıza uzattı. Kız ceketi giydi ama hiç konuşmuyordu.
Mehmet: “adın ne
senin abi’m?”
Mehmet: “ne işin
var senin gece yarısı bu yollarda? Hiç korkmadın mı abim sen?
Bu saatlerde iti olur, uğursuzu olur. Sen gepegenç kız..”
Kız :………………………..
Mehmet: “iyi konuşma bakalım. Ya
dilsizsin, ya da utanıyorsun” diye başını salladı.
“ peki, kızım,
sen nereye gideceksin? Nereye bırakayım seni” dedi kıza?
Kız: sessizce eli ile yol üstünde ki bir köyü işaret etti. Tam yol
üstünde ki tali yola gelmişlerdi. Aniden direksiyonu sağa kırdı ve işret ettiği
köye doğru ilerlemeye başladılar.
Mehmet hala şaşkınlığını üzerinden atamamıştı. ‘Allahım bu peri
mi? Gökten inen bir melek mi?’ Diyerek kendi kendine içinden konuşuyordu. Kız
oldukça da güzeldi. Bu arada köye girmişlerdi.
Mehmet kıza, dönerek neresi
eviniz diye eli ile işaret etti. Arkasından’ inşallah evini bana tarif eder’
dedi. Kız, beyaz badanalı küçük bahçeli bir ev gösterdi yine eli ile. Mehmet
arabayı oraya doğru sürdü. Evin yanına geldiklerinde, arabayı durdurdu. Kız
arabadan hiç konuşmayarak indi. Mehmet bir ara baktı, kız bahçeden içeriye
girince “boş ver nasıl olsa evine kadar getirdim. Artık bundan sonra sıkıntı
olmaz” dedi. Tekrar Mehmet Gazi Magosaya doğru ilerlemeye başladı. Yine yolda
giderken hala daha tarif edilmez bir durumdaydı. “Acaba ben bir rüya mı gördüm”
diyordu? “Boş ver” dedi kendi kendine..”parası da yoktu kızın.kiminin parası,
kiminin duası” diye yetindi.
Mehmet nihayet taksi durağına gelmişti. Oradaki nöbetçi arkadaşına
arabayı teslim etti. “Sabahleyin ben hesabı patrona teslim ederim” dedi. Evine
gitti. Yatağına uzandı. Hala o kızı düşünüyordu. Hiç aklında çıkmamıştı. Kimdi
o kız? Nerden geliyordu? Neden yollarda kalmıştı? Beyninde bir sürü cevapsız
soru işareti ile sabahı dar etti. Uyumuş muydu, yoksa yatakla cebelleşmiş
miydi, hiç farkında değildi.
Sabah kalktığında Mehmet, üzerini
giymek istedi. Eşi kendisine kahvaltı hazırlamıştı.
Hiçbir şey canı çekmiyordu. Aklı
dün gecede idi. Görmüş olduğu kâbus mu? Yoksa bir düş müydü? Hep ona
odaklanmıştı.
Eşi bir ara; “Mehmet hayır neyin
var canım?”
Mehmet; “yok bi şey”
Eşi: “ya çok dalgınsın da..”
Mehmet:”sen çeketimi getir de bir
an önce yazıhaneye gideyim” dedi.
Kadın gitti yatak adasına,
kocasını çeketini aradı. Ancak ceket yoktu. Tekrar mutfağa Mehmet’in olduğu
yere döndü ve” Mehmet çeketin yerinde yok” dedi.
Mehmet: “hanım nasıl olur ya?
gece çıkardım yattım işte..!! nereye gider bu ceket, çalmadılar ya” bu sefer Mehmet kendi gitti baktı. Gerçekten
ceketi yerinde yoktu. Her zaman ki astığı askılığa baktı. Ceket yoktu, birden
afalladı. Nerde unutmuştu ki ceketini?
“Hayret” dedi. Sonra birden
aklına geldi.”doğru ya” dedi. ”Gece ben üşümesin diye o kıza vermemiş miydim”
kendi kendine hayıflandı.
“Bu kız benim hem aklımı aldı, hem ceketimi”
diye hem güldü, hem de panikledi.
“Aman Allah’ım! Şimdi ben ne
yapacağım? Bütün paralarım ceketin içindeki cüzdandaydı.
Ben patrona ne derim şimdi? Ne
yaptım ben “diye başını tuttu çaresizce düşünmeye başladı.
Aklına bir çare geldi. Ben en
güzeli dedi, patrona gitmeden önce o kızı bıraktığım köye gideyim ve ceketimi
aldıktan sonra yazıhaneye geçeyim diye karar verdi.
Mehmet garajdan kendi arabasına
bindi ve doğru o kızın köyüne yöneldi. “İçinden de inşallah cüzdanıma
paralarıma bir şey olmamıştır” dedi. “Yoksa ben ne derim patronuma? Sonra beni
hırsız çıkarmasın kimse bana inanmaz, kimseyi inandıramam” diyerek bir ara
kendince çıkmaza girdi. Ama ben şimdiye kadar kimseye yanlışlık yapmadım,
kimseye bir kötülüğüm olmamıştır, kaldı ki daha o kıza iyilikte bulundum
diye düşünerek kendini teskin ve teselli
etti.
Mehmet elinle bulmuş gibi köye
girdi ve kızın evinin kapısının önüne arabasını park etti.
Çok heyecanlıydı. Kafasında bin bir tane soru işaretleri vardı.
Zaten o gecenin sırrını çözememişti. Şimdi birde kız ‘ceketini inkâr ederse, ya
almadım’ derse ben ne yaparım o zaman? Karmakarışık düşünceler içerisinde kızın
evinin kapısını çaldı.
Mehmet biraz bekledi, bir müddet
sonra kapı açıldı ve kapıda bir yaşlı çift göründü şaşkın bakışlarla.
Yaşlı adam: “buyur evladım, kime
bakmıştınız” dedi? Mehmet bir müddet düşündükten sonra “amca dün gece yarısı
buraya bir yolcu bırakmıştım, genç bir bayan”
Yaşlı adam: “bayan mı?”
Mehmet: “evet amca” yaşlı adam
olanlara bir anlam verememiş şaşkın, şaşkın etrafına bakındı, “evladım, burada
öyle birisi yok ki, siz herhalde yanlış adrese geldiniz?” dedi.
Mehmet: “hayır amca, eminin
burası. Hatta üzerinde bir beyaz elbise vardı ve üşümüştü kendi ceketimi
verdim.” Bu sefer yaşlı kadın, Mehmet’e seslenerek; “oğlum gel içeriye bakalım,
nedir senin derdin anlat” diye seslendi. Mehmet yaşlı kadının çağırmasıyla
içeri girdi ve gösterilen bir yere oturdu. Mehmet otururken etrafa şöyle bir
bakınırken, tam karşında duvarda asılı o kızın resmini gördü. Hemen yerinden
fırlayarak duvardaki resmi göstererek işte, işte bu resimde ki kız” dedi.
Yaşlı kadın ile yaşlı adam buruk
va üzüntülü bir şekilde Mehmet’in gösterdiği resme dönüp baktılar ve Mehmet’ e
dönerek, yaşlı kadın: “ooo oğlum o benim kızımdı. Öleli kaç sene oldu. Senin
yanlışın var bu işte” diye yarı sitem, yarı üzüntü ile sesi titreyerek cevap
verdi. Belli ki, her iki insanda birden, hüzünlenmişler ve eski yaraları deşilmişti.
Mehmet: “Amca inanın o kızdı,
gece arabama aldığım. Bu eve getirdim bıraktım. Neden bana inanmıyorsunuz” diye
feryat etti.” Ceketimin içinde cüzdanım vardı, paralar vardı, zor durumdayım”
diye, onlara derdini üzüle sıkıla anlatmaya çalıştı.
Yaşlı adam: “Oğlum bekle bizi,
hazırlanalım da seni kızımın mezarına götüreyim de bize inan” dedi. Bunun
üzerine hep beraber köyün mezarlığına gittiler. Yaşlı adam aradı kızın
mezarlığı buldu. Mehmet “Oğlum işte kızımın mezarı “dedi. Mehmet gitti mezarın
başına bir baktı ki, ne görsün? Mezarın üzerinde kendi ceketi örtülü duruyor.
Mehmet: “Evet amca işte bu ceket
benim ceketim. Nasıl olur ya..?” Hemen ceketi aldı ve kontrol etti, cüzdanı ve
paralar içinde tastamam duruyordu. Aklı hafızası almıyordu, garip garip yaşlı
insanların yüzüne baktı ve ama “bu nasıl olur” dedi?
Yaşlı adam: “Oğlum Allahın işine
karışılmaz. Ne diyebilirim ki, sana bizde nasıl olduğunu anlayamadık” dedi.
Mehmet suskun ve şaşkın bir
şekilde yaşlı insanları arabasına alarak oradan ayrıldılar.
Söz konusu bu yaşanmış gerçek
olayın yorumunu ve takdirini siz değerli okuyucularıma bırakıyorum.