"Sana bir şeyler anlatacağım;
sakın itiraz etme bana ve sakın sözümü kesme! Sadece dinle ve bendeki seni
anlamaya gayret et, bunun içinde kalp gözünü dört aç ve beni can kulağıyla
dinle. Tamam mı?"
Sanki ona emrivakide bulundum, bir
an öyle düşündüm. Bir öğrenciymiş gibi hitap ettim. Oysa bal gibi de sevdiğimdi.
Sonra o güzelim gözlerini irice açtı ve büyük bir samimiyetle şunu söyledi: "Dinlerim tabi ki sen konuşunca bir
şelaleden sular düşüyor da içime serinlik yayıyor hissine kapılıyorum. Sen
konuş yeter ki ben hep susarım ve bu
suskunlukta da seni can kulağıyla dinlerim."
O böyle konuştuğu müddetçe ben içten
içe ona kaynamaz mıyım şimdi? Ona sağanak sağanak yağmaz mıyım, tarla tarla
çiçek olup açmaz mıyım?
Yerimde duramıyordum. Ağzını dilini
yediğim... Yüzünü gözünü öptüğüm...
"Biliyor
musun nerede olursam olayım; evde, işte, misafirlikte fark etmiyor. Herhangi bir kapı zili duymayayım 'Sen mi
geldin?' diye sormadan edemiyorum. Bir adam bu kadar mı sevdiğiyle bir olur, bu
kadar mı ona dikkat kesilir. Bu nasıl bir motivasyondur, bu nasıl bir hazır
bulunuşluktur sevgiliye. Dört gözle bekler mi bir insan sevdiğini? Ve dört bir
yanını o gelir diye hazır tutar mı? Bu nasıl bir beklentidir, nasıl bir
sevmektir ve nasıl bir özlemektir."
Bazen öyle doluyordum ki ona karşı,
kelimeler bir mermi gibi tabancının ağzına nasıl sürülüyorsa benim de ağzıma
öyle sürülmüş oluyordu ve ben otomatiğe bağlayıp bu kelimeleri bir şarjör gibi
boşaltıyordum ona karşı. Bu muhteşem bir şeydi; tek ona yazmak, onu yazmak...
Anlatılası değil böyle bir aşk,
yazılası...
Yaşanılası bir andır bu!
Aşktır illa ki!
Tabi ki muhatabı sen olan bir aşkın hayata yansıması
da aşk ile olacaktır. Beklenti elbet büyük olacaktır çünkü beklenilen çok ama çok büyük bir güzeldir.
Rabbim ona karşı duyduğum hisleri her an daha da arttır ve beni öyle bir aşkla
doldur ki vakti geldiğinde benliğimden hiçbir iz kalmasın. Tamamen "o" olayım. Ben bütün
kalbimle buna razıyım, bunu kabulleniyorum.
"Ne
güzel şeyler yazıyorsun sen öyle bana. Bu en nadide kolyelerden daha güzel, sen
söz incilerini gerdanıma diziyorsun. Kalbime işliyorsun en güzel aşk
nakışlarını. Sana olan hayranlığım her geçen gün bir kat daha artıyor. Benim
gözümde bu dünyadaki en zengin insan sensin. Sermayen sözlerindir. Cebinde paran
olmayabilir ve bunu seni asla fakir göstermez. Yüreğinde var olan sevginle sen
bu dünyanın en zenginisin bana."
Onun böylesi güzel sözleri tabi ki
sözlerden daha güzel olan hisleri beni şaşırttı. Aşk kalbe girince elbet
şairlik de o kalbe geliyor. Ve sevenin sevilenin her yanı aşk kokuyor ve aşk
oluyor. Ona karşılık vermek değildi amacım içimde olanı uluorta sarf etmekti. Saklı
kalmasın hiçbir şey, aklımda olduğunu bilmesini istiyordum. Saklımda
kalmadığını...
"Gök
gürlemesin 'Niye ağlıyorsun?' diye sana sormadan duramıyorum. Çünkü seni öyle
hissediyorum ki, aklına gelen her şeyi okuyorum, kalbine doğan her şeyi duyumsuyorum.
Hüzünlüysen hüzne banıyor kalbim, acılıysan acıya meylediyorum, keyifliysen
keyfime diyecek bir şey kalmıyor."
Onun yüreğine dokundum. Bunu
gözlerinden anlıyordum. Pürdikkat bana bakıyordu. Kirpiklerini yummuyordu hiç,
içime işliyordu her bir kirpiği ok gibi. Kirpikleri kalbime değerken, onun
ağzından dökülen aşk damlacıkları da beni benden alıyordu: "Sen rabbimin en kıymetli kullarındansın. Beni mahkum ettin
kendine, meftunun eyledin, müştakın oldum bundan gayri!"
O
böyle konuştukça ben de coşuyordum. Aşk deryasının en hırçın dalgası oluyordum
ve onun kalp duvarlarına çarpıyordum en şiddetli şekilde.
"Güneş
doğmasın hemen sorarım sana: 'Sen mi güldün?' diye! Çünkü sensiz kaldığım her
günün nasıl karanlık olduğunu seninle olduğum her günün bana sunmuş olduğu
aydınlıkla çok daha iyi öğrendim. Bu yüzden bana güneş dendi mi sen aklıma
gelirsin. Gerçek anlamı bu güneşin bende, ilk anlamı..."
"Sen
nesin ya ve nasıl bir adamsın be!" dedi. Geldi ve sarıldı bana sımsıkı. Sanki üzerime
papatya attılar kucak kucak... Bir sarıldı her yer sanki cennet olacak... Beni
böyle görenler sonsuz mutlu sanacak ve beni papatyaya vurgun sayacak. Olsun ne
olacaksa! Mesele aşksa ve mevzu papatyaysa bundan dolayı suçlanmak da mükafattı
benim için.
A dostlar, o bana sarıldığında canım
bir papatya koktu ki sormayın! Kulağına fırsatını bulmuşken şunu fısıldadım o
an: "Canına kabul et beni, iste bir
parçan olayım. İstemezsen eğer koy beni kapıya paramparça olayım."