Sabah uyandığımda kahvaltıya gelebileceğimi söylememe rağmen bu güzel insanlar yemeğimi bile
yatağıma kadar getirdiler. Onlara her minnet duygularımı belirtmeye çalıştığımda da sitem
ettiler. Kahvaltıdan sonra yine uyumuşum. Uyandığımda Mustafa amcam yoktu. Asiye teyzem ise
elinde daha sonradan "Kudret narı, bal ve hatırlayamadığım bir bitkinin daha karışımı" olduğunu
öğrendiğim doğal bir ilaçla geldi. Yüzümdeki ve vücudumdaki yaraları önce oksijenle pansuman
yaptı, sonra bu karışımı özellikle yüzüme ve vücudumdaki yanıklara sürdü.
Teyze; öbür odalarda ve mutfakta ev işlerini yaparken arada hıçkırık sesleri duyuyordum.
Belli ki kaybolan oğlu için ağlıyordu. Benim yanıma geldiğinde ise hiç bir şey yokmuş gibi
davranıyor. Üzüntüsünü belli etmemek için çaba gösteriyordu. Ama lacivert mavisi güzel gözleri
kıpkızıl olmuş göz kapakları şişmişti.
Onu nasıl teselli edeceğimi düşünürken Asiye teyze az sonra yanıma gelip oturdu ve benimle
sohbet etmeye başladı. Mustafa amca ile otuz yıllık evlilermiş, evliliklerinin ilk yıllarında
çocukları olmamış. Tam umudu kestiğimiz sırada "Allah bize İsmailimizi verdi" inşallah
yavrumun başına çok kötü şeyler gelmemiştir diye yakındı.
İsmail henüz beş yaşındayken menenjit hastalığına yakalanmış, doktorlar önceleri hastalığın
ne olduğunu anlayamamışlar. Asiye teyze ve Mustafa amca neredeyse çocuklarından umudu kesmiş,
zorlukla sahip oldukları çocuğun öleceğini düşünmüşler. Ama İsmail bu hastalığı yenmiş ancak
hastalık sağ kulağına zarar verdiği için ağır işitiyormuş. Gençlik çağına girer girmez henüz
liseye başladığında Ülkücü gençliğe katılmış. Anne ve babası bütün uğraşlarına rağmen onu
siyasetten vazgeçirememişler. Oğullarının hassasiyetini bildikleri için onu kaybetmemek adına
sonunda durumu kabullenmişler.
Ben Asiye teyzenin hikayesini dinledikten sonra İsmail'in ülkücü olduğunu öğrenip "Belki de
sol görüşlü olduğum için oğlunuz duysa bana bakmanıza kızardı teyzeciğim" deyince Asiye teyze
gülümsedi ve "Hayır oğlum hayır bakma sen onun bu haline çok ciğer canlıdır, altın gibi bir
kalbi vardır. Seni bu durumda görse, o da bizimle birlikte bakardı" Dedi. Sonra başımı okşayarak
"Peki sen, sen aynı durumda olsaydın, yani İsmail sizin evinizde yaralı vaziyette olsaydı,
annen baban ona bakıyor diye kızar mıydın" Diye sordu. Hayır dedim, hayır hiç olur mu öyle şey
teyzeciğim, insan insana kıyar mı hiç? Düşman, düşmanım bile olsa eğer aciz duruma düşmüşse
yardım eder, korurdum. Bizler belki farklı yollardaydık, ama hepimiz bu vatanın evlatları, aynı
bayrağın altında yaşayan kişiler değil miyiz?
Asiye teyze tekrar başımı okşayarak gülümsedi ve "Elbette işte senden de bunu beklerdim zaten,
emin ol İsmail'de olsa aynen senin gibi düşünürdü yavrum" Dedi. Ardından öğrenci olayları
sırasında yaralı bir sol görüşlü öğrenciyi nasıl hastaneye yetiştirdiğini anlattı, bu olayı
anlatırken ağlayacağını anladı ve hemen mutfakta az işim var diyerek yanımdan ayrıldı.
Tekrar yanıma geldiğinde ise oğullarına neden İsmail ismini koyduklarını anlattı "Ben de
Mustafa amcan da artık bir çocuk sahibi olamayacağımızı kabullenmiştik. Ama yine de bu konunun
her açılışında amcan, Allah lütüf kerem sahibidir hanım, hiç belli olmaz bakarsın Hz.İbrahim
gibi biz de bir gün bir evlat sahibi oluruz. Oldu diyelim ben de onun gibi eğer Allah bize bir
erkek evlat bahşederse adını İsmail koyacağım dedi, onun için ben hamilelik emareleri hissetmeye
başladığımda, doğacak yavrumuzun adı önceden belliydi zaten"
Sonra devam etti "Allah var ya, oğlan Lise sondayken ben de, Mustafa amcan da Üniversite
sınavını kazanmasını hiç istemedik, çünkü oğlumuzun deli dolu olduğunu ve olaylara karışacağını
adımız gibi biliyorduk. Ama nafile akıllı ve zeki bir çocuk o biz istemesek de sınavı kazandı.
Tek tesellimiz çok uzağa gitmemesi, Kütahya'da bir okul kazanmasıydı.
Öğleden sonra Mustafa amca benim durumumu kontrol etmek amacıyla eve geldi. Yine onlara ne
kadar müteşekkir olduğumu söylemeye çalıştım. Ama o başımı okşayarak bu konuda fazla konuşmama
müsaade etmedi. Şimdi sen mümkün olduğu kadar kafana bir şey takmamaya ve çabucak iyileşmeye
bak diyerek tekrar dükkana işinin başına döndü.
Elli sekizinci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN