Günler geçip gidiyordu. Yaşım ilerliyor ancak istikbalimin ne olacağını halen bilemiyordum.
Bir ara bir an önce askere gidip en azından vatan borcumu yapayım diye düşündüm. Sonra
babamın rahatsızlığı nedeniyle bu fikrimden cayarak, tecilimi bozdurmadım. Yavaş yavaş eski
arkadaşlarımla çok sık olmasa da görüşmeye başlamıştım. O arada İzmit-Derince'den bir arkadaşım
Kanadaya göçmen olarak gitme kararı almıştı. Bizim oralı olan bir adam Kanada'da iki taksi
sahibiymiş, birisinde kendisi çalışıyor, diğerinde ise şoför çalıştırıyormuş. Arkadaşıma
yardımcı olarak onun Kanada'ya gitmesini sağladı. Ben de düşündüm ancak bunu da yapamadım.
Bu arada yeniden annemin çarşı pazar işlerine yardımcı olmaya başladım. Kadıncağızın üzerinde
bir hayli yük vardı. Onun yükünü hafifletmek, babamla dertleşmek sıkıntılarımı da azaltıyordu.
Boş kalan zamanlarımda ise daha önceden okumaya fırsat bulamadığım ve babamın yine bir kaç yıl
önce almış olduğu klasikleri okuyordum. Hatırladığım kadarıyla "Babalar ve oğullar, Kelebek,
Gazap üzümleri, Suç ve ceza, Savaş ve barış, Ana, Kırmızı ve siyah, Ölü canlar, Sefiller" gibi
eserleri hep o günlerde okudum. Okudukça aslında bir de yazma hevesi gelmişti.
Artık ben de yazmalıyım diye aklımdan geçiriyordum. Ancak kalemi her elime alışımda, bir türlü
nereden başlayacağımı ne yazacağımı bilemiyordum. Sonucunda sıkılarak kendimi yeniden okumaya
veriyordum.
Bu kitapların içinde en çok ilgimi çeken V.HUGO'nun Sefiller adlı eseriydi.
"19 sene süren pranga mahkumiyetinden sonra şartlı olarak tahliye edilen JEAN VALJEAN,
toplumdan dışlandığını görür. Sadece Digne piskoposu kendisine iyi davranır; buna karşın zorlu acı
yıllar geçiren Valjean piskoposun bazı gümüş eşyalarını çalarak ona ihanet eder. Valjean polis
tarafından yakalanır ve geri getirilir. Piskoposun kendisini kurtarmak için yalan söylemesi ve buna
ek olarak iki değerli şamdan hediye etmesi Valjean'ı çok şaşırtır. Böylece Valjean hayatına yeni bir
başlangıç yapmaya karar verir."
Bu kitaba bu kadar değer vermemin nedeni saçmada olsa biraz kendi hayatıma benzetmiştim.
Aslında yaşadığım şeylerden dolayı toplumun beni dışlaması mümkün görünmüyordu. En azından
beni çok seven bir ailem vardı. Üstelik yasal bir ceza da almamıştım. Hırsızlıksa "annemi ve babamı
üzerek" hayatlarından yıllar çalmıştım. Bu da o dönemde bir çok gencin ailelerine yaşattığı şeydi.
Benzer tarafımız ise benim de hayatıma yeni bir başlangıç yapmam gerektiğiydi.
Belkide önümde masmavi bir hayat gökyüzü kadar mavi bir hayat vardı bilemezdim. Ya da kim bilir
çekilecek daha çok çile...
Gökyüzü kadar mavidir şiirlerimiz.
Biz hiç şiirlerde yalan söylemedik.
Hoyratça esen fırtınaları dindirip,
Budur yüreğimizden esen dedik.
Bazen yağmuru örnek gösterdik gözyaşlarımıza.
Bazen kıskandırdık yağmurları gözyaşımızla.
İnatçı bir yorgunluk olsa da bedenimizde,
Susturduk sızlayan kemikleri yüreğimizle.
Nice baharlar, nice yazlar erittik,
Yaş ererken kemale…
Yaşamanın güzelliği kadar,
Acımasızlığını da anlattık bıçak kadar keskin dille.
Bulutlardan yeryüzüne indirdik dimağı,
Gökyüzü kadar maviyiz diye uçmadık bulutlarda.
Fırtınalar darmadağın etse de, hayatımızı
Direndik,
Yılmadık,
Kalmadık hatıralarda.
Esir olmadık düşünceye yatmadıysa kafamıza,
Ne kendi içimizde avlandık, ne de varmayanlarda farkımıza.
Ne çoban yıldızının çobanı olduk.
Ne de mehtabın şarlatanı.
Ne güneşe yar olduk aksakta akınlarda,
Ne de ay’ı kutsayanız yalanlarla.
Sevgilerin kocayacağını reddettik içimizde ki ateşle.
Çürüyen otları yolduk, yüreğimizle…
Umutlarımıza hayallerimizi kattık.
Hep iyiye, hep güzele dedik.
Gecenin karanlığıyla sarmaş dolaş sabahladık,
Güzel yarınlar olsun diye…
Nice şafaklar doğdu üzerimize.
Yalnızlıkla otururken diz dize.
Kuşlar gibi özgür, denizler kadar enginiz.
Ceple, cepkenle değil, yüreğimizle zenginiz.
Buğday başağının altın sarısı kadar saf,
Gülün bülbüle sevdası kadar sevdalı yüreğimiz.
Umuda yelken açtıysak da hayallerimizle,
Görmeyecek kadar hayalperest değiliz.
Yüreği dolup taşana saygıyla eğildik.
Dizelerdeki haykırışına yüreğimizdir dedik.
Silahı kalem olan her kimse, çakma şair diye ünlemedik.
Ünlenmeye değil, paylaşmaya yazdık.
Yol bildik, yordam bildik.
Susturmak istediler, susmadık…
Gökyüzü kadar mavidir şiirlerimiz.
Biz hiç şiirlerde yalan söylemedik.
Türkü kokar, şiir kokar benliğimiz…
Doğru bildiğimizden şaşmadık,
Hep parıldadı gözlerimiz maviye,
Sınır bildik, vefalıydık, haddimizi aşmadık.
Cesaretle koştuk, güzelliğe ve sevgiye.
Güzelliğe ve sevgiye cesaretle koşmak lazımdı. Belki artık hayat yüzüme gülerdi. Benimde
yaşadıklarımı anlatacağım, gözünün içine bakacağım bir sevdam, bir oğlum ya da bir kızım
olurdu. Onu, ya da onları tüm kötülüklerden sakınırdım mutlaka. Gözümün ucuyla hep takip
eder kılına bile zarar gelmesini istemezdim.
Çok zor bir hayal miydi bütün bunlar, kimseye bir kötülüğüm olmamıştı. Layık değil miydim
bunlara? Belkide ileride toplum bizi göklere çıkaracak, yapılanları nefretle anacak ve
bu insanlık suçunu işleyenler cezalandırılacaktı.
Yetmiş dördüncü bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN