Toplumumuzun 1980 yıllarından itibaren ahlak başta olmak üzere "benim memurum işini bilir" ile başlayan ve gittikçe ivme kazanan çürümesi dillerde şimdilerde...
Çürümek sözcüğü geri dönüşü olmayan ve atık hale gelmiş gıda maddeleri için kullanılır.
İnsanlar için kullanılmasını ben önceleri yadırgadım.
Sökülüp atılması paslı çiviler gibi zor* fikirli insanlar olduğu doğru.
Ülke idaresinde görev alacak partiler için "biz ailece, sülalece yıllardan beri falanca partiye oy veririz" diye her durumda sabit fikirli bir kesim. Oysa ülke geleceği ile halkın geneline ters düşen hatalar fark edilince dönüş yapmak mantıklı bir davranıştır.
Siyasi iradenin tabanı kabul edilen insanlarımızın konuya farklı bakış kriterleri var örneğin;
Bir parti lideri rahmetli Demirel İslamköy'lü, köy ağzıyla hitabetin ustasıydı. Yaptığı bir mitingde "dananın altında buzağı arıyorlar" ifadesini kullanınca dinleyenlerden biri yanındaki arkadaşına "Üseyn, (Hüseyin) bak len, dananın altında buzaa diyo, bu bizden, bundan sona oyumuz buna" der ve ailece oylarıyla desteklerini sonuna kadar sürdürürler...
Başka bir aile televizyon haberlerinde, namazdan sonra camiden çıkan bir parti liderini görünce "bak hanım, namaz kılıyor bundan sonra oyumuz bunların partisine" der ve destek verirler...
Siyaset bir oyun gibi ne sihirdir ne keramet, görüntü vermek marifet...
Önemli olan algıdır, algıyı oluşturabilmek başarıdır zira meyvesi oy olarak geri dönecektir.
Halkımızın hassasiyeti dinidir. Dinine küfredeni eliyle cezalandırır, dinine övgüler yapanı da mükafatlandırır ama bu durum sivil yaşantıdaki sade vatandaş için geçerli.
Resmi vizyonu olan örneğin bir kamu görevlisi veya ülke idaresinde siyasi misyonu olan kişiler "din" teşhiri yapamazlar. Aslında din ve uygulama gizliliği tüm insanlar için aynıdır.
Şeriatla yönetilenler istisna, laik idare şeklinde devletin dini olamaz. Din, insanla Allah arasındadır.
Bunu düşünebilen beyinler sağlıklı sonuçlar üretirler.
Etki altında kalmadan, hayal mi gerçek mi şüphesi doğurabilen sanrılardan uzak özgür düşünme yetisi, tarafsızca gerçeğin kendisine ulaştıracaktır.
İltifatlar çok kişinin hoşuna gitse de geçici bir yalancı dünya sergisidir, keza yergiler de öyle. Kötülemek, bulut misali yağmurunu bıraktıktan sonra yok olur...
Özgür düşünemeyen, mantık kuramayan kişiler "beyin" olarak çürümüş kişilerdir. Bir sepet çürümüş elma atılır ama çürümüş insan beyni ıslah edilirse geri dönüş yapar ve normale dönebilir. Bunun için uygulanacak çalışmayı yapacak kişinin "beyninin sağlıklı olması yani çürümemiş olması" önemlidir.
Eğitim dönemimde psikoloji, sosyoloji, felsefe ve mantık derslerimiz vardı yaşam sürecimde çok yerde faydalarını gördüm.
"Hata nerede ise çözüm oradadır" fikrini çok benimserim, bu cümleden olarak toplumumuz çürümüş olarak düşünülse bile ıslahı da burada, bu ülkede olacaktır.
Bir yazı okudum, "Türkiye'den neden taşındım" başlıklı. http://www.melihkarakelle.com/turkiyeden-neden-tasindim.html?9d7bd4
Ülkeyi terk etmek düşünülmemelidir. Bu ülke bizim, hepimizin en büyük ortak evimizdir. İçinde barınanların ıslahına gidilmeli.
Islah konusunda izlenecek en baş uygulama her birey (biraz zor olsa da) önce cüzdanını ve menfaatini düşünmeyecek, vergilerini tam ödeyecek, güvenilir idarecilerimiz de harcamaları halkın bilmesi açısından bilanço halinde yayınlayacaklar ki "GÜVEN" tam olsun...
İkinci olarak vatandaş, bir iş için adamının adamını, bir tanıdık veya torpil aramayacak ki milletvekillerini iş ve işçi bulma kurumu olarak görmeyecekler.
Bu iki maddenin kusursuz tatbiki ile halkın yönetime, yönetimin de halkına tam güveni sağlanır bu da refahın yaygınlaşmasını ve mutluluğu getirir.
Zaten devletimizin de esas görevi halkın refahını ve mutluluğunu sağlamak değil midir?
Mutlu günlerin beklentisiyle,
Selam ve saygılar,
Yurdagül Alkan.
*Cenap Şehabettin'in sözü.