Yurdumuz aynı anda dört mevsimin yaşandığı yedi iklim bölgesine ayrılmış tanrının bir nimetidir.
Hangi ülkede görülmüştür doğu bölgesinde kar kış hüküm sürecek, Akdeniz denen bölgesinde de insanlar denize girecek. İşte bu nedenler den dolayı dünyanın gözü üzerimiz de olup eften püften bahanelerle topraklarımızı ele geçirme heveslerinde olmuşlardır.
Bir turizm cenneti olmamıza rağmen biz hala yerimizde saymakta , değerimizi anlamamak ta , haliyle parsadan payımıza düşecek nimetleri “vay efendim orada anarşi hüküm sürmekte veya deprem bölgesi , kanlı eylemlerin yapıldığı ülke “ gibi dış basının anlamsız iftira dolu yaygaralarıyla başka devletlere kaptırmaktayız .
Bölgelere göre değişen iklim şartları ne yazık ki İç Anadolu bölgesine pek cüretkar davranmamış, yazları çok sıcak ve kurak geçerken kışları da aksine soğuk ve bazen kurak geçerken geceleri de soğuklar eksinin altında bilmem kaç dereceye düşmektedir.
Mevsimlerdeki adaletsizlik haliyle ziraatçılığı‘da etkilemekte Akdeniz bölgesinde yılda yerine göre üç çeşit bitki hasadı kaldırılırken İç Anadolu bölgesinde bu sayı bire düşmekte ,haliyle o bölgede ki bir dönüm arazi İç Anadolu’nun yirmi ,otuz dönümüne tekabül etmektedir.
Mevsimlerin bu azizliğinden İç Anadolu tarımdan yararlanamadığı gibi uzun geçen soğuk kış günlerinde hem yakacak ta hem de giyecek de insanlar maddi olarak çok sıkıntı çekmektedir.
İç Anadolu bölgesinde yazlar parmakla sayılacak günler olduğundan insanlar cokur sıcaklıkta atlet ve gömlek giymekte iken dahi kan ter içinde kalmakta, sığınacak serin bir ağaç gölgesi veya bir duvar diki aradığında “oh be , hele şükür “çekerken bir yandan da pek öyle ahım şahım giyecek masrafları olmadığına sevinmektedir.
Sayılı yaz günleri yavaş yavaş yerini soğuk günlere bırakırken haliyle insanlar da giyeceklerini ona göre ayarlayıp önce gömlek üstüne kazak, sonrasına ceket, daha da soğuyunca palto, gocuk gibi giyecekler giyerken ayaklarda duruma göre korunmaktadır.
Mustafa babasından devraldığı fakirliğe pek yabancılık çekmemiş, yavan ekmek bulup yese dahi ona da isyan etmemiş , olanları hep oluruna bırakıp makul karşılamış, kimseyle dalaşı olmamış, paylaşmayı sevmiş,bu yüzden de köylüleri ona “şükürcü” lakabını takmakta gecikmemişlerdi.
Her köylüsü gibi Şükürcü Mustafa’da çiftçilik ve hayvancılık la geçimi ni temin ediyordu. Ahırında ki bir yada iki inek zamanla çoğalmış, sayısı bazen altıyı bulan eşekler de yerlerini atlara bırakmıştı. Yarım yamalak yaptığı çiftçiliği hanımının yardımı olmadan beceremiyordu. Çocukluğun da atların ürküp parlamasıyla bindiği at arabası devrilmiş yaşı ilerlemesine rağmen bir kere olsun korkudan atın dizginlerinlerini eline alıp araba sürmemiş , bu işi hep hanımı Nazey’e yaptırmıştır.
Bir gün hanımıyla at arabasına tarladan yüklediğin sapları harman yerine taşırken Nazey atların gemini mahsustan gevşek bırakınca atlarda süratle yol almaya başlamış korkudan ne yapacağını şaşıran şükürcü “Nazey; frene bas Nazey; “diye bas bas bağırırken hanımı gülmekten arabadan düşme durumuna gelmişti
Her şeyin sonu olur da yaz mevsiminin sonu olmaz mı? Havalar soğudukça haliyle şükürcü de üşümekte üşüdükçe her gün bir kat daha giyinmekte,arada ellerini yukarı kaldırıp “Allahım ortaklığı tipi,borana çevirip de beni ‘kırk yamaklık’ sako ya muhtaç etme “diye dua ettiği oluyordu.
Nereden ne zaman aldığını hatırlamadığı bu sako eskiyip yırtıldıkça hangi giyeceğinin eskisinden dikilen yamalarla yamana, yamana ana rengi kaybolmuş,her sokağa çıkışında kendisi köylülerince alay konusu oluyordu.
Cemaatle vakit ezanını cami duvarına yaslanıp beklerken yanına bazen arkadaşı Tilki Selim yaklaşmakta “ Ula oğlum Şükürcü; soğuktan bir gün donacak sın,şehre git,Saydın Duran’ın giyim mağazasına var,seni boş çevirecek değil ya,sırtına iyi bir sako giyin de düşmanlar çatlasın,nasıl olsa güze ödersin” diye tembih vermekteydi.
Duran’ın babası Sayıt ağanın durumu diğer köylülerine göre maddi olarak iyi olduğu gibi kafası da ticarete yatkındı.Köyde yaptığı bakkalcılıkla bir yere varılamayacağının farkındaydı.Toparladığı bir anlık cesaretle göçünü şehre taşıyıp araştırmalardan sonra bir giyim mağazası açmakta gecikmedi.Zamanla oğlu Duran işi kavramış kendisi yaşlandıkça işleri o yürütür olmuştu.Aradan geçen yıllar içerisinde Duran ;müşteriye iyi davranışından,onların istediği şekil hareket etmesinden,gelenlerin parasız olanını boş çevirmediğinden Kırşehir piyasasından adı sanı duyulur bir esnaf olurken borçlarını da gününde ödemesiyle İstanbul tacirlerince tanınan biri olmuştu.
Yenmiş i, içilmiş i aramıyor,arada şehrin ileri gelenlerine ziyafetler çekerken “kazın geleceği yerden tavuğu esirgemiyor “misali hareket ederken onlara işi düştüğünde de karşılığını alıyordu.
Tilki Selim Ziraat odası yönetiminde bulunduğu için aylık toplantılara geldiğinden bir ayağı şehirde oluyordu. Bu gidiş gelişlerin birisinde Şükürcü Mustafa’nın durumunu Duran’a açtığında “O ne biçim laf Selim Ağa,Mustafa dayı gelsin zararı yok iki güz sonra ödesin ,sırtı açıkta kalmasın “ diye Durandan olur cevabını almasıyla köye dönüşünde soluğu doğru arkadaşı Mustafa’nın evinde alır.
“Ula Şükürcü , haydi işin rast gitti , müjdemi isterim,artık kırk yamalıklı sako’dan kurtuluyorsun” derken zannediyordu ki Mustafa sevinçten boynuna sarılacak onunla göklere fırlayacaktı.O yıllardır arkadaş bildiği Mustafa’nın öyle el üfeleyecek,menfaat için yalvarıp yalakalık yapacak,alacaklıyı her görüşünde ona iki büklüm saygı duracak biri olmadığını bilmemesiydi. Tilki Selim her kurnazlığı bellemişti de daha henüz arkadaşını tanımamıştı. Şükürcü Mustafa’nın “Ula Tilki; Saydın Durana gırıdacağıma ALLAH’IN SOĞUĞUNA GIRIDIRIM” sözüyle ne vakarlı bir arkadaşı olduğunun ancak o zaman farkına varabildi .