LAF YERİNİ BULUR GÜLDANE’EEM!
Köylü o yıl şimdiye kadar görülmedik
sert ve soğuk bir kış mevsimi yaşamıştı. Günlerce yağan karla beraber her taraf
beyaz bir örtüye bürünmüş, köy halkı damlarda biriken karı kürümekten, çığır
açmaktan ahizer olmuştu.
Çocuklar
okula gitmekte çok zorlanırken komşu komşuya zorunlu olmadıkça gidememişti.
Neyse ki aradan geçen zaman zarfında baharın habercisi ‘cemre’ önce suya, sonra
havaya, en sonda toprağa düşmüştü de karlar erimiş, o çileli günler artık
geride kalmıştı.
Mart
ayının gelmesiyle önce badem ağaçları, sonra sırayla diğer ağaçlar yattıkları
uzun kış uykusundan uyanıp çiçeklerini açarken adeta ölü toprağa ‘can suyu’
serpilmiş gibi tabiat yeniden doğuyordu.
Suya
doyan toprak güneşi görmesiyle canlanmış, tava gelmiş, üstünden buharlar
çıkarken “beni belleyip alt-üst et, havalandır” diye dile geliyordu.
Baharın gelmesiyle kimi köylü bağını
budarken kimileri de bahçesini belleyerek sebze ekimi için hazırlarken haliyle
yorulup terliyor, hararetleniyordu. Ağan dağındın Damlacık denen mağaradaki
biriken karı getirip pekmezle karıştırarak yemenin hayalini kuruyorlardı.
Bağ ve bahçe işlerini bitiren köylüler Nisan ayı ortalarına doğru bostan ekecek yer ayarlamak ve ekmek telaşına düşmüşlerdi.
Yıllardır tarlalar köylülerce bir yıl
ekilirken diğer yıl ‘nadasa’ bırakılırdı. O sene tarlaların Boztepe tarafına
düşen bölümü arpa, buğday ekilirken Dalakçı tarafına düşen bölümü nadasa bırakılmıştı.
Karacaören
arazisi verimli topraklardan oluştuğu için bol mahsul vermesine rağmen kumsal
olmadığından kavun karpuz ekmeğe pek elverişli değildi. Bundan dolayı köylü
Dalakçılı Tilkinin İsmeyil’e ait olan yüz dönümlük tarlanın ekebileceği
kadarını belirli bir ücret karşılığı kiralayıp, bostanını ekerdi.
Tarla
Dalakçı’dan Karacaören’e daha yakın olduğu gibi At kuyusu denen bir çeşmenin
yanı başında olması (bölgenin adı da At kuyusu geçer) oraya bostan ekenin,
sonradan bostan bekleyen kızların su ihtiyacını karşılaması, toprağının da
kumsal olması tercih edilmesinin en önemli nedenlerindendi.
Almanya’ya
işçi akımına kadar bostan ekimi devam etmiş sonradan üşengeç kadınların “aman
canım, ne gerek var, nasıl olsa Almanya bizim için ekiyor” demeleriyle ekim son
bulsa da şimdi imkanı olan köylü kendi tarlasına traktörle bir iki çizgi
çektirip bostan ekmektedir.
Hakkının oğlu Durgun Ali kimsenin
etlisine, sütlüsüne karışmayan, darda kalanın daim yardımına koşan, sessiz,
sakin bir kişiydi. Kimseyle hırı-gürü olmayan, çiftçilik ve hayvancılıkla
kıt-kanaat geçinen “buna da şükür” diyen, komşu ve köylülerince sevilen
birisiydi.
Oğullarından
ikisini everip evlerini ayırmış, iki oğlu da başka şehirlerde işe girmiş, bir
kızını da gelin etmiş anlayacağınız hanımı Güldaneyle ‘bir edi bir büdü’
kalmışlardı ama köyde kalan çocukları ve onlardan doğan torunları onları hiç
yalnız bırakmıyordu.
İş
görürken hiç acele etmez, kimseden de bir akıl almaz, kendi işini kendi aklıyla
severek yaptığı ve ağır çalıştığı için köylüleri onu suyun durgununa benzeterek
lakabını Durgun Ali koymuşlardı.
Hanımı
Güldane kocası Durgun Ali’nin aksine işlerin bir an önce bitmesine bakar “sona
kalan dona kalır” hesabı ‘babasının nasihatı’olduğu için aklından hiç
çıkarmazdı.
Komşuları
her gün Tilkinin oğlunun tarlasını tutmak için sabah erkencecik yola çıkarken
kocasının hiç oralı olmamasına içerliyor ama gel gör ki bunu ona demeye bir
türlü cesaret edemiyordu. Her gün rüyasında tarla kiralayıp bostan ektiklerim
görüyordu.
Koskoca ev olmuşlardı, çocukların
evlerini ayırdıkları halde onlar her gün baba evinde yeyip içiyorlardı. Kışın
kıtlığında bir kalbur horanta ne yeyip ne içeceklerdi.
Bostana
kavun, karpuz, mısır, devranbel, bunların arasına nohut ekilirse fena mı
olurdu. Yarın yetiştiklerinde kavunun, karpuzun tadı bir başka olurken bunun
yanında küplere kuracağı kelek turşusunun ‘yemede yanında yat’ misali
yemeklerin yanında duruşu bile insanın iştahını artırmazmıydı, ihtiyaç
fazlasını torunlarına gönderemezmiydi?..
Bütün bunları gün boyu işin-aşın
arasında düşünen Güldane kadın bütün cesaretini toplayarak “herif sen hiç oralı
değilsin, şu elindeki bitmez işleri bir yana bırak ta bir an evvel gidip şu bostan yerini
tutalım, yetti gayri senin umursamazlığın” deyi verdi.
Ertesi günü hanımı boz eşeğin üstünde
kendisi yaya öğle ezanına yakın bir vakit At kuyusu çeşmesinde su içip el ve
yüzlerini yıkadıktan sonra tarlada soluğu aldılar.
Kimi
köylü kiraladığı kısma tohum atarken kimi de bostan gözesi açma
telaşındaydılar.
Köylüler
önceden tarladan beğendiği iyi yerleri ayarlamış, parası olan o an, olmayanda
sonradan ödemeye söz vermiş, haliyle aradan geçen zaman içerisinde tarlanın iyi
yerleri tutulurken seçile seçile taşlı ve aşırı kumlu kısmı kalmış o da
neredeyse bitmek üzeredir.
Tilkinin oğlu Dumanın İsmeil bindiği kır
atın üzerinde bir oyana, bir bu yana atının yularını çevirirken sırtındaki
mavzeri, belindeki ‘Nagant’ tabancası ile sağ elindeki kamçısı onu olduğundan
daha heybetli gösterirken ‘havasından’ adeta yanına varılmıyordu.
Arazi
kavgasından dolayı katıldığı Dalgara savaşların da(!) “vur İsmeil emmi vur, at
da vur” diyen bir köylüsünün Karacaörenlilere olan sevgisinden dolayı gazına
gelmeyip “haydi attım iki bir,iki yapağlı Karacaörenliyi vurdum, ammaaa akşam
eve gidecaam, dağa gidecek dağlım ”
demesi halen dillerde söylenir.
Koskoca tarlanın hemen bostan yeri
tutulmasına şaşıran, aynı zamanda da kötü yerin kendisine kalmasına içerleyen
Durgun Ali’ye o an öyle cesaret gelir ki bir anda kendisini ‘Bursalı Yörük Ali
Efe’ zannederek hanımının da yanında olmasının verdiği cesaretle ortada dört
dolaşan tarlanın sahibi Dumanın İsmeyilin atının geminden tutması bir olur.
İyi
huylu, kimseyle itişip kalkışmayan kocasının birden bire böyle celallenmesine
hanımı Güldane çok şaşırmış adeta nutku durmuştu
Durgun
Ali’nin eli gemi tutarken atın birden bire ürküp öbür tarafa dönmesiyle dengesi
bozulsa da yere yıkılmamış, bir anlık şaşkınlığını attıktan sonra “ula dürzü,
bunca yıllık ahbabız, bana niye tarlanın iyi yerini ayırmadın” diyerek sert
çıkışması Tilkinin oğlunun bayağı zoruna gitmişti.
İsmail ağa çok temkinli, düşünceli,
hassas birisiydi. Durgun Ali kendisine beklenmedik bir şekilde sert çıkışmış bu
yüzden de kamçıyı hak etmiş olsa da bir erkeğe hanımının yanında el kaldırmak
yiğitliğin şanına yakışmazdı.
Öfkesini kör şeytana uymayıp yendikten
sonra “ula Durgun, şu kamçıyı şimdi kafana geçirmeden atın gemini bırak, körmü
erken gelip tarlanın iyi yerinden tutaydın bire savak dürzü, herif olmadık.…” diye bağırdı.
Öfkeyle
tabakadan bir tütün sarıp dumanını içine çeken Tilkinin oğlu “tarlayı tutuyon
mu(?), tutmuyon mu(?) hemen cevap ver yoksa sırada bekleyen öbür köylüne verececağam…”
Durgun Ali’nin o anda yüzü suvak gibi
bembeyaz kesilmiş ne diyeceğini bilememişti. İster istemez hakkına razı olup
kira bedelinin bir kısmını ödedikten sonra adama bir şeyler diyecek gibi olsa
da adeta dili tutulmuşçasına konuşamadı. Öfkeyle hanımının eşeğe binmesine
yardımcı oldu.
Karı-koca yol boyunca bir biriyle hiç
konuşmadılar. Arada sırada iyi yürümesi için Durgun Ali eşeğe elindeki deynekle
vuruyor belkide Tilkinin oğlundan yediği zılgıtın öfkesini ondan alıyordu. Ortalıktaki sessizliği de değneğin sesi bozuyordu. Yarım saat kadar
süren sıkıcı bir yolculuktan sonra evin önüne geldiklerinde ikindi ezanı henüz
bitmişti. Etrafta kimsecikler gözükmüyor, ortalıkta‘sanki in-cin’ top oynuyordu.
Durgun Ali hanımının eşekten inmesine
yardımcı olurken oraya kadar hiç konuşmayan Güldane kadın “sende hiç heriflik
yok mu, bak kocaman adamsın, elin adamı sana neler saydı da sen ağzını açıpta
çıt bile diyemedin, yazzık sana, hemide çoook- çok yazzık…” diye çıkıştı.
Hanımını sakin sakin dinleyen Durgun
ali “orda atının gemini tuttum ya, ula dürzü dedim ya, bu yetmiyomu, daha ne
diyecaadim, vursammıydı elin adamının gafasına kessanen…”
Hanımının tatmin olmadığını anlayınca
“aha ben de o dürzüye bak şimdi neler diyecaam, kulağanı bana iyi ver” diyerek Dalakçı köyü yönüne döndükten
sonra gök gürültüsünü andıran o gür ve tiz sesiyle “NE DİDİYSEN BENDE SANA ON
KATINI BURDAN SÖĞLÜYOM, TARLAN BAŞINI YESİN DÜRZÜÜ” diye bağırınca o anda küllükte eşinen birkaç
horozla tavuk ürkerek oradan kaçıştılar.
Bu duruma kahkahalarla gülen Güldane
kadın kendisini toparladıktan bir süre sonra “herif, herif, goca köyde şu
küllükte eşinen dört-beş tavuktan gayri seni kim duydu ki Tilkinin oğlu taa Dalakçı
köyünden sesini nasıl duysun, tavuklar mı laf götürecek, beni güldürme bari…”
Yaptığını babayiğitliğine sayan Durgun
Ali kendisine yakışan durgunlukla “LAF YERİNİ BULUR GÜLDAANEEM, GIYMATLI
AVRADIIM!..” diyerek bıyık altından güldü. Beraberce hayatın kapısından
evlerine girdiler.
.ERDOĞAN ÇALIŞKAN GERÇEK YAŞANMIŞLIKLARDAN
Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.