Çocuktum...
     Yaramazdım ama sevimsiz de değildim. 
     Nerede bir sorun yaratılmışsa; içerisinde olmasam bile, ismimin telafuz edilmemesi de mümkün değildi. Dillerde plesenk olmuştu: '' İlle de Sadığın Sinan!'' cümlesi.
     Evet haklıydılar. Beterdim.
     Eskiden gider yolları ve kanalları yoktu. Şehircilik anlayışı, Devlet politikasında tam anlamıyla uygulanmadığı için. Tuvalet ayağından bir kaç yüz metre ileriye, derince ve geniş bir kuyu kazılır, o dolduğunda yenisi yapılırdı.
     Muzaffer. En iyi arkadaşım ve en iyi aile dostlarımızın büyük oğlu. Kavak dallarından yaptığım merdivenle indirmiştim kuyuya. Tabi tedbirimi almıştım öncesinde. Kuyuya kazık çakmıştım çekiçle. Tarla sınırından yolduğum otları da hemen yanı başına yığmıştım. Tertibat tamamdı. Benden iki kat daha cüsseliydi ve bir tokat atsa ayağa kalkamayacak kadar cılız olmama rağmen, ismimin büyüklüğünden!  korkardı her zaman. Velahırı aşağıya indirirken de soru dahi yöneltemedi bu sebeple. Belime sardığım kalın ipi Muzaffer'in boynuna doladım sıkmadan ve ipin diğer ucunu kazığa bağladım. Direktifi de vermiştim.
      - Ben gelene kadar bu otlar bitecek!
      Yukarı çıktıktan sonra merdiveni çektim. Küçüğüm. Muzaffer gibi. Konuşmamız dahi tam olarak oturmamış. Muzaffer'in, İsmi Nadire olan ablama bağırma şekli yıllarca dilimizde mizah konusu bile
olmuştu. 
    - Gıj Nadiye Kuytay beni gııııj.
    Çok gülmüştüm. Elbette akşam yediğim dayayak öncesi yaşadığım korkuyu hesaba katmamıştım. 
    Kötü ile yüzleşmek zordu ama dayak faslı bitince mutluydum.
    Çünkü yarına ait yaramazlık mönüsü planlamak gerekiyordu.

    Başka bir zaman, yolda oynarken araba geçmişti üzerimden. Amcam, at arabasını süren garibanı kamçıyla dövmüş. Oğlu, arabanın altında kalıp can verdiği için sürekli aynı soruyu haykırıyormuş kamçıyı savururken.
    - Hep Ceylan'lara mı? Hep Ceylan'lara mı?
    Hastanede yatmışım çok uzun bir süre. Kendimde değilmişim. Hayal- meyal hatırlıyorum o dönemi. Kocaman ve ürkütücü boruların olduğu bir koridorun en son odasındaydım. On altıncı gün Annem lavaboya kadar gitmiş. Uyanmışım ve çıkmışım koridora. Annem geldiğinde beni bulamayınca, neredeyse aklını yitirecek kadar korkmuş. Kadınsın ve bilgisizsin. Ataerkil toplumlarda ikinci sınıf insansın. Çekintiyle beni aramaya başlamış ve biraz sonra sesimi duymuş uzaktan. Dilimdeki türkü eşliğinde.
    - Ne güzel yaratmış yar yar seni yaradan...
     Sarılmış bana ama fırça atmamış. 
     Günler geçti. Hatırlıyorum. Hastaneden çıktığım gün kötü  bir zoru daha geride bırakmıştım.
    Yarınlara ait planlarım vardı. Mutluydum...

    İş yerinde, öğle paydosunda ve rayların arasında top oynardık, tabi ustalardan yer bulabilirsek. Gençtim ve kanım kaynıyordu. Yemekten sonra ilk gelenler futbol oynama adına kontenjanı temsil ediyordu.
Sırf kadroda olabilmek için çok defa yemek dahi yemediğimi bilirim. Gider ve o demir döşemeli alanda sigaramı içerek beklerdim. Yine böyle bir gün kadroda kendime yer bulmuştum. Futbol oynarken, elimizde bulunan tek toptrenin üzerinde kalmıştı. Olacak ya, pantoğrafı indirmeyi akıl edemedik. Üste tırmandım ve elime aldığım ve daha sonra yaş olduğunu arkadaşların söylemleriyle öğrendiğim bir ağaç ile, pantoğrafın altında kalan topu aşağıya düşürmeye çalıştım. Top düşünce aşağıya inmem gerekiyordu. Acele edince de elimdeki ağaç pantoğrafa temas etmiş. 
     Tarifi bile imkansızdı yaşadığımın. Akım bedenimi sarsıyordu ve kulaklarımı patlatırcasına çıkardığı uğuldayan ses, beynimi parçalamıştı sanki. Ama o sesleri başkaları duymamış. Sadece ben...
     Uzun süre hastanede yattım. Yine uzun bir zaman gözlerim görmedi. 25 000 volt. Dile kolay. Öyle bir temastan canlı kurtulan ikinci kişiymişim. 
     Hastaneden çıkarkan bir kötüden sıyrılmış, bir zoru daha atlatmıştım.
     Mutluydum.

     Zaman geçti. Yarım asrı devirdim. Sancılar, ağrılar, ümitsizlik ve moral çöküntüsü bedenimi zaafiyetle tanıştırdı tekrar. Ama direnç gençlikteki gibi değil. Yapılan ağrı kesiciler ve serum eşliğinde ağrılarım dindi bir nebze. Tahliller beklendi. Bu esnada, ağrılar tamamıyla yok olmuştu. Bir kötüden daha sıyrılmıştım.
     Zor! işte bu kelimenin gerçekten imkansızlığı barındırdığını gördüm. 
     -Taburcusun denildi. ve eklendi.
     Bizle alakalı bir rahatsızlığın yok. 
     - Nedir rahatsızlığım? dedim. Uzun zamandır çekiyordum sancıları. 6-7 aydır.
    '' Senin sevkini yaptık.'' derken doktor rahattı. Çünkü bu sevki ilk defa yapmamıştı. Ben onun için iş'tim. Mesai dolana kadar yapılacak olan iş'lerden birisi.
    Teşekkür bile edemedim. Galiba üzülmüştüm. Bilmiyorum.
     Zor!
     Yarınsızlığınla yüzleşmek... Kabullenmiş görünmek....
     


( Zor Sözcüğü Çok Zormuş. başlıklı yazı Sinan Ceylan tarafından 16.02.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu